26 Ocak 2009 Pazartesi

AĞITLAR

ÖNSÖZ

Bu eser, Anadolu insanının doğa ve kültürel etkenlerin rol oynadığı yaşam öykülerini ince bir acı ile gönüllere işleyip aktarmaktadır.
Avşarlarda her konu, her olay, her hareket ve duygu, doğaçlama olarak şiirsel ifade edilir. İşte aynı zamanda Avşar'ların bir temsilcisi olan yazarımızın bu özelliği yazılarında da görülmektedir. Hassas ve ince duygulara sahip olan yazarımız bu insanların çektikleri acıları adeta kendisi de yaşamakta ve okuyanlara bu duyguyu yaşatmaktadır. Geçmişten günümüze, o günün yaşanan olaylarını sade, içten ve güzel bir üslupla, büyük çalışma, araştırma ve özverili gayretleriyle bu hale getirmiş olan Sevgili babam Yılmaz Ilık’a sonsuz teşekkür ederiz.

Saygılarımla
Akd.Üni.Araştırma Görevlisi
Yüksek Bioloji Mühendisi
Sevilay ÖNEY


İÇİNDEKİLER
I BAŞLARKEN- Yılmaz ılık
II AVŞARLARIN ÖZ GEÇMİŞİNE KISA BİR BAKIŞ- Ana Britannica
III AĞIT NE DEMEKTİR NASIL SÖYLENİR- Yılmaz Ilık

AĞITLAR SIRALAMASI

1. NE DEYİM DE NE SÖYLEYİM- Mustafa Ilık
2. AŞİRETİN DÖĞÜŞ ETTİ DUYDUNMU- Dadaloğlu
3. TERKEŞLİOĞLU HASAN AĞA- Cumalı Koca
4. KARA ÇEKELİM BEYAZA- Cumalı Koca
5. GİNE ARDI KIŞ GELİYOR- Ali Tutar
6. HAÇIN DA ERMENİLERİN TÜRKLERİ KATLİAMI- Emir Kalkan
7. TURNA GELİN- Cumalı Koca.
8. ÇÖMBEKİR DERESİ- Aynur Erdem
9. TÜRKMEN ALİNİN UŞAKLARI- Cumalı Koca
10. ANAN DA ÖLE BACIN DA ÖLE- Aynur Erdem
11. SOLAK EŞKIYA- Mehmet Metin
12. SARI ÇİÇEK- Durdu Çetin
13. EMİŞ ANANIM BEN KUZUM- Mehmet Metin
14. EMİŞİN AHI- Mehmet Metin
15. TELLİ SENEM- Ahmet Ilık
16. NE DİYARDA BİTTİN SARI SÜMBÜLÜM- Ali Önder
17. GALIN, BAŞLIK PARASI- Aynur Erdem
18. EMMİ OĞLU- Aynur Erdem
19. KAN BULAŞMIŞ ÇATIK KAŞA- Cumalı Koca
20. KEÇİ DERİSİ- Gazi Doru
21. ZİYA BEY- Halil Kavraal.
22. DOKUZ TENEŞİR KURULDU- Cumalı Koca ve İsmail Gürbüz
23. BİNİP DE ILGARA YETEN- Musa Kolusa Ilık
24. ÇUL VERİN ÇADIR TUTARIM- Yasemin Mutlu
25. ALDIK GİDİYOK KIZINIZI- Gazi Doru
26. KİBAR- Hanife Kızılkaya
27. DÖNGELEN- Yılmaz Ilık. Öykü
28. PİRİNÇ PİLAVI- Yılmaz Ilık
29. HİLMİ BEY- Cumalı Koca
30. EŞKİYA GIR DURDU- Hanife Kızılkaya
31. TUTMAM PEYGAMBER KAVLİNİ- Hasan Gürbüz
32. ONLAR İKİ KARDEŞTİLER- Cumalı Koca
33. YUSUF GÖKER’İN AĞITI- Emir Kalkan
34. MUSTAFA AVŞAR’IN AĞITI- Hanife Kızılkaya
35. HABER ALIR UÇAN KUŞTAN- Gazi Doru
36. YANDIM GAYNAYA GAYNAYA- Hasan Gürbüz
37. HER DERDE DERMAN DUDU(AZMİ BEKİR) - Mustafa Gürbüz, Mahmut Işık
38. ÇÖLLO DESTANI- Mustafa Gürbüz
39. GEDİK AHMET- Fakı Kaya
40. MEHMET EŞKIYA- Fakı Kaya
41. ÇUHADAROĞLU MEHMET BEY- Hasan Gürbüz
42. DİRGEN ALİ- Hasan Gürbüz
43. ÜZENGİ BATMIŞ YÜZÜNE- Cumalı Koca
44. AĞ DEREDE AT OYNAĞI- Cumalı Koca
45. ELİF KIZIM SALLAR BEŞİK- Hasan Gürbüz
46. ORTA DİREK BEL VERİYOR- Alemdar Ünlü
47. BEY- Yılmaz Ilık. Tanıtım.
48. MECİT PAŞA CİNGÖZOĞLU SEYİT OSMAN Cumalı Koca, ve Ali Tutar
49. UZUN YAYLA DEDEYURDUM- Cumalı Koca
50. AĞAÇ GÜRLER DALI İLE- Hanife Kızılkaya
51. YOL ÇİÇEĞİ YOLDA BİTER- Cumalı Koca
52. ELVAN ELVAN GÜLMÜOLA- Hasan Gürbüz
53. SENDEN İYİ AĞLARIM- Kadir Gürbüz
54. TOPAL AT- Musa Kolusa Ilık Deyim
55. YÜKSEK KALDIRIN SALLARI- Hanife Kızılkaya
56. KANA BOYANDI BELİĞİM- Hanife Kızılkaya
57. MELEDİM KUZUM MELEDİM- Aynur Erdem
58. NE HOŞ YAKIŞIR DONLARI- Cumalı Koca
59. ÇADIR KURMUŞ ÇAY BAĞINA- Hanife Kızılkaya
60. SAMUR KÜRKTEN SIRMA DONLU- Hanife kızılkaya
61. NE AĞLIYON BACIM SULTAN- Cumalı Koca
62. MERESE GİTTİ YORGANI- Emine Bozkurt
63. OT BİÇİMİ ORAK ZAMANI- Gazi Doru
64. İŞTE GELDİM MEZARINA- Hasan gürbüz
65. KINALI PARMAK SIKMADI- Hasan Gürbüz
66. YEMEN AĞIDI- Mustafa Gürbüz
67. CELAL OĞLAN- Ali Tutar
68. KINA AĞDI- Ayşe Tuluk
69. KOÇ DAĞININ MOR SÜMBÜLÜ- Cumalı Koca
70. ARAP ATLAR EŞKİN OLUR- Nergis Ilık
71. EZMEYİNEN EZMEYİNEN- İsmail Gürbüz
72. AVŞAR AĞITLARI- Yılmaz Ilık
73. HEM AĞLAR HEMGÜLDÜRÜR- Emir Kalkan
74. GİDEK EVİMİZ DE ÖLDÜR- Emir Kalkan
75. SANA DERLER BAYRAK DÜREN- Emir Kalkan
76. SİHİRLİ SÖZLER- Yılmaz Ilık
77. AVŞAR KIZI YASMI TUTAR - Ahmet Z. Özdemir
78. AVŞAR BEYİNİN KIZI - AYNA Yılmaz Ilık
79. NEDEN AĞLAR? Yılmaz Ilık


I. BAŞLARKEN

Beş yaşında aklım ermeye başladığında, kardeşlerim itip düştüğümde, sofrada kaşığım elimden alındığında ağlardım. Ağladığımı unutur aynı şeyleri tekrar ederdim. Yedi yaşıma geldiğimde tutunduğum dal göksünde uyuduğum o güne kadar varlığından haberim olmayan canım anam öldü. Karlı tipili bir günde, onu kara toprağa koydular. Hoca duasını okuyup bitirinceye kadar anamın beyaz kefeninin üstünü kar bürüdü. O güne kadar acının biber olduğnuu, göz yaşının beyaz tomurcuk su damlası olduğunu sanırdım. Halbuki benim gözlerimden anam öldüğünde kan akıyordu. Bu yaranın acısı hiç bitmedi. Yazacağım dramların yaklaşık tamamı buna benzer. Dalından koparılmış atılmış gül gibi. “Tabi ki gül dalında güzel.”
Bunun için kitabın adını “ACIYAN YARA AVŞARIN HALİ” koydum.

Benim boyutlarımı aşan böyle zor bir işe girişmemin tek sebebi Radyo ve Televizyonun çıkmasından dolayı ağıtlar gibi birtakım değerlerimizin unutulup gideceği korkusundandır ki Beyoğlunda hanlar yüksek binalar, Kastamonu evleri yıkılıp, yanarak yok oluyorlar. Bunlar bizim kültürümüzün bir parçası. Bana bu öyküleri ve ağıtları bir iki cümle ile veren kişilerin beşi Allah'ın rahmetine erdiler. Okuyupda yazı üslubumu beğenmeyenler olursa, “Sen neredeydin?” diye sormakla yetiniyorum. Hiç bir iddiam yoktur.
Yazacağım dramları iyice içimize sindirmek bakımından, Onaltıncı asrın sonlarından itibaren Avşar’ların çektikleri acıların son damlaları olan 1940 – 1960 yılları aralığından Kayseri yöresinde yaşayan Avşarların haline bakıp oralarda ufak bir gezinti yapalım. İlerisi için acıyan yaranın hangi koşullar altında gerçekleştiğini yakından bilmek faydalı olur kanısındayım. Kendi yaşantımdan da örnekler katarak; anlatmak isterim. Bu gün romanlara efsanelere konu olan, Torosların zalim Binboğa Dağları uçsuz bucaksız, Tanrının gazabına uğramış bozkırlar, tek yeşilliği samanyolu yıldızlarının engin denizlerden şavk ettirdiği mavi gök altında kalan kıraç tarlalar, ormandan yoksun dikenli karamuk çalıları, yükseklerde ince uzayıp giden kilometrede bir rastlanan palamut, meşe, ardıç ağaçları, yol vermeyen taşlı vadiler, dağların düzünde yurt edindikleri yerler. Çatlamış çıplak ayaklarına batan çakır dikenleri, nasırlı elleri, kayalarla keven ve toprak altında kalmış ağaç kütükleri ile kucak kucağa, kış yaz demez yaşam kavgası sürdürürler.
Avşarlar Anti Toros, Tahtalı, Hınzır, Binboğalar, adına her ne derseniz deyin bu geniş yaylalarda sürülerini otlatmak için gelmişler. Padişahtan ferman almadan yurt edinmişler bozkırları. Bir kaç oba beyinin etrafında toplanarak devam etmişler yaşantılarına yaylalarda. İlkbaharın ortalarında “güzle” dedikleri kışlık evlerinden bütün köylüler Binboğanın yüksek yaylalarına, yaylalamak için mallarını, pılı pırtılarını toparlar, dik yokuşlardan, kıvrımlı dar boğazlardan kağnı arabaları ile öküzlerin nallarından çımğı çıkartarak amansız taşlı tepelerden kağnıyı çekemeyerek, emekleyerek düşe kalka çoluk çocuk yükü omuzlayarak ilkel biçimde yapılmış yayla damlarına varırlar.
Dağlar bu mevsimde kır çiçekleri ile süslü, Menekşeye karışmış, nergise hasret, mavinin en güzel tonuna bürünmüş sümbüller. Beyazlı sarılı yıldız, yıldız yoğurt çiçekleri, dağ nevruzları, sapsarı zambaklar, çoban döşeği çimlikler, fısıldayan seher yeli etrafa reyhan kokuları misk-i amber saçar. Gök bu dağların üstünde çok yüksekte, yıldızlar yakut gibi eline düşer. Geceleri havanın kokusu demir gibi, pas gibi olur. Çocukların üstlerinde yırtık bir işlik, bacakları çıpıl çıplak, yalın ayak, kardeşler bir yatakta kucak kucağa sarılırlar birbirilerine, kısa yufka bir yün yorganın altında büzülür kalırlar. Şafakta ayakta olurlar. Bir kadın, bir erkek, bir çocuk sesi çınlatır dağları.
Ayakları kırmızı beyaz dokunmuş yün çoraplarının altında çarıklı, uzun kara beliklerini sırtlarından kalçalarına doğru sallayarak allı pullu kızlar gider pınardan su getirmeye. Bir kayanın yanından, çimenlerin üstünden, göz ederler sevdalılarına. Kaya kovuklarında dağların tablakların da haşır neşirler tabiatla. Çiçekler yılanlar böcekler karma karışık Binboğalarda.
Bulgur aşı, tahrana çorbası, bazlama, yufka dürmesi tek yiyecekleri. Temmuz ayının sonlarına doğru, rezillik tekrar başlar yayla damlarında, güzlek evlerine gelinceye dek. Herkesin kan gelmiş yüzlerine, gıdasız da olsa yaylamışlar yaylalarını.
Çocuklar anadan doğar doğmaz, sıcak toprağın üzerine düşer, belenirler köstü toprağına birkaç parça bezilen. Yedi yaşında başlarlar analarına babalarına yardım etmeye. Azık taşırlar bir elinde ekmek çıkını, bir elinde çinğil, yoğurtlu çorba var içinde. Yalın ayak dikenlerin üstünde. Mektep, hayallerinden de uzakta. Yok mu? Var elbette, üç köy ileride. kazada, vilayette.
Birkaç şey var çocuk için ulaşması gerekli. Kara sabanın ucu, kırmızı öküzün iki yağlı boynuzu. Doru atın, yağız atın yelesi. İki şey kalır geriye. Yüklü kağnı arabasının gıcır, gıcır ötmesi için mazısına yağ sürmek. Çerçiden bir ayna alıp şavkına bakmak. Evlenip de geçindiremezse karısını, köyde kavağa etmek.
Ellerinde yarı kıvrık birer orak, ekin diye girerler kınacıklı tarlaya. Keseklerin helik taşlarının arasından tutam tutam yolarlar arpayı, çavdarı, buğdayı tan vaktinde gün batışına dek sarı sıcağın altında. Karı koca, çoluk çocuk elle toplanan ekin sapını, sürerler dövenle döne döne. Baba ümitli dövenin ardında malama aktarırken, buğdaylar karınca gibi toprağa gömülmüş, savrulmamış iki tığ var gerisinde. Doğrulur bir bakar çocuklarına karısına, başları açık ayakları yalın, kış geliyor dağların tepesinden apal apal kar, yabanın arkasında savrulan saman gibi. Samanı bir çift öküzüne, çıkan tohum çocukların yemesine yetmez. Hasret kalırlar yeni yeni çiçekli alaca pazen giysiye Bakar bakar çağırır köylüsüne; boş ver bu yılda böyle olsun var mısınız gidelim Çukurovaya... Ahır köşelerinde sinekli bataklıklarda ince ağrıdan sıtmadan kurtulup geri gelen az olur Çukurova’dan bizim ellere.
Avşarlar böyle fakirlik içinde yaşamlarını sürdürürlerken, halleri varlıkları yerinde olan zenginler kapılarında uşaklar çalıştırırlardı. Oba beyleri de vardı Cumhuriyet kurulmadan evvel. Bir çok beyin emrinde askerleri de vardı. Kendilerine göre beyler toplanır divan kurar önemli kararlar alırlar, yandaş aşiretlerle ve uzun yaylada Çerkezlerle savaşırlardı. Beyler arasında kan davası olurdu. O zamanda birbirilerine kız verir kız alır barışırlardı. Cumhuriyetin ilanı ile beylere rağbet kalmadı. Buna rağmen beyler yinede kendi varlıklarını sürdürme çabasındalar. Bey oldukları için bir zaman kendi işlerini kendileri yapmadıklarından oldukça fakir düştüler. Adları var kendileri yok. Şimdi babadan oğulla geçen bey isminden başka bir şeyleri yok. Bizim beyler saygıya değer kişilerdi. Bizde bey ismi Oğuz Han dan beri yiğit, erdemli, kişilikli, asaletli anlamında kullanılırdı. Ağıtlar saygın ölüler üzerine söylenmiş deyişler olmakla kalmayıp; Zaman zaman sel, yangın, deprem, seferberlik, kıtlık gibi doğa yıkımları ile toplumun büyük acılarında da söylenmiştir.
Avşar obasının ergeni, kızı, karısı ozandır. Derlemede okuyacağınız ağıtları okur yazar olmayan bağrı yanık analar yetim kalmış kızlar, bacısını, kardeşini, kocasını kayıp etmiş gelinler söylemişlerdir. Genellikle yoksulluğun yitirilmişliğin verdiği çaresizliği, Padişahın iskan zulmünün verdiği acının sonuncunu anlatırlar.
Bu ağıtlar ve öykülerin yarısı 1977 yılında Günaydın Gazetesi’nin Kayseri Olay Gazetesi’nde “Binboğa’dan Öyküler” adı ile yayınlandı. Gazetenin kapanmasından bir zamanönce yarıda kaldı. Nasip ikibin yıllarında imiş ne denir.
resim buraya

II. AVŞARLARIN ÖZ GEÇMİŞİNE KISA BİR BAKIŞ

Kara Han’ın eşi Ayhatun’un oğlu Oğuz Kağan, Oğuz Kağan’ın ilk karısından doğan üç oğlundan biri olan, Yıldız Han’ın oğlu Avşar, diğer adı ile Afşar Han’ın oğulları soyundan geldiklerine inanılan en kalabalık asil Oğuz boyudur. Avşar Hanı ata olarak bilirler. Göktürk, Uygur, Kırgız, Karahanlılar, Çağatay, Özbek, Azeriler, Selçuklular ve Osmanlılarla kan bağları vardır.

Orta Asya da Barlık Irmağı, Tolga Irmağı ve Sırderya ( Ceyhun ) Irmakları havzalarında yaşarlardı. 1185 - 1195 de Fars’a gelen Oğuzlar Salgurlular devletini kurdular. Binlerce çadırdan oluşan Oğuz Salgur kolu 12 inci yüz yıl boyunca Türkmen adı ile anıldı Anadolu’nun içlerine ve Suriye’ye göç etti. Bu göçler iki yüz yıl devam etti. Yemen de Guz süvarileri, Akkoyunlular ve Karakoyunlular Azerbaycan’daki Şah sevenler ile Beğdilli ve Avşar boyları da Oğuz yayılmasının öbür kollarını oluşturdu. Anadolu da Dul Kadiroğulları (Kadirli) Karamanoğulları (Karaman) Trabzon, Urfa ve Halep dolaylarına yerleştiler. Daha derinlere inilirse, Mısır ve Yunanistan da Makedonya da yerleştiklerini biliyoruz.

İslam’dan önce Tengiri adlı yüce bir varlığa inanıyorlardı. Oğuz Avşarları Anadolu’da 24 boya ayrıldılar. Bu boylar Anadolu’nun bütün yörelerine dağıldılar. Genellikle Trabzon, Tokat, Kastamonu, Bolu, Ankara, Denizli ve Antalya yörelerinde yaşamlarını sürdürüyorlar. (Ana biritannica ansiklopedisi cilt 17 sayfa (42)
Benim öykülerini yazdığım boysa Halep, Adana, Mersin, Antep, Maraş, Sivas, genellikle de Kayseri bölgelerinde yaşayanların hikayesi.

III. AĞIT NE DEMEKTİR? NASIL SÖYLENİR?

Aileden ölen biri olduğunda, bütün çevre köylere duyurulur. Bu ölü saygın biri ise uzaklarda bulunan yakınlarına mümkünse haber verilir. Eşi dostu köylüsü ölü evinde toplanır. Ölen, cenaze evinin en büyük odasının ortasına yatırılır. Ayak parmakları birbirine ve çenesi bağlanır. Üzeri bir çarşafla örtülür. Kadınlar ölünün bulunduğu odada, ölünün etrafını alır, herkes oturur. Ölü sahibi ölen kimsenin giysilerinden birini eline alır. İki eli ile tutar. Diyelim ki gömleğini alır. Kendisinin ağıt yakacak kabiliyeti yoksa önceden bilinen ağıtçı kadına veya başkalarına verir. Gömleği eline alan ağıtçı bu gömleğin sahibi, şu anda önümde yatan ölü. Bir daha kendine yakışan bu gömleği giyemeyeceğini bir daha onu göremeyeceğini düşünerek veya daha önce kendisinin ölenini düşünerek elemlenir. “Tabi ki yakını ise” Ne kadar çaresiz, ne kadar elemli ise o kadar güçlü ağıt yakar. Ağıtı yakan kadının söylediği beyitlerde herkes susar pür dikkat onu dinlerler. Kabiliyeti olanlar bu beyitleri anında ezberlerler. Söylenen beytin bitiminde, beytin söylendiği zaman kadar hep birlikte ağlaşırlar. Bu durum ağıtın bitmesine kadar devam eder. Ağıt yakan yorumcunun söyleyeceği bir şey kalmayınca, elindeki giysiyi ölünün yakınlarından veya ona çok yananlardan birine verir o başlar söylemeye.
Tomarzanın karaman köyünden Ayşeli hatun, şöyle tarif eder giysinin bir başkasına verilmesini.

“Oturalım bölük, bölük
Söyleyelim soluk, soluk”

Ağıt yakanlardan söz almayı Pınarbaşı’nın Kurtlar köyünden (Şimdiki adı Hörgüççük) Hatun Kızılkaya daha da nazik olarak şöyle tanımlar.

“İzin verin biz ağlıyak
Elini öpek söyleyek.” der.

Böylece ölünün giysisi elden ele dolaşır. Erkekler dışarıda veya başka bir evde toplanırlar. Ölünün iyi huylarını yad eder ardından dua ederler. Kur-an okurlar. Ölü defnedildikten birkaç gün sonra; taziyeye gelenlere ilk günü söylenip, ezberlenen ağıtlar tekrar edilir. Gün geçtikçe anonimleşir. Dilden dile dolaşır türküleşir. Ağıtlar söyleyenlerin değil de, kimin için söylenmiş ise o adla anılır bilinir. Ağıt da adı geçmemişse söyleyen kısa zamanda unutulur. Fakirliğin getirdiği akıbetleri tarif ederler. Bu acı günleri yaşarlar. Yoksunluğun çaresizliğini Tomarza’nın Kaman köyünden Emine Bozkurt şöyle diyerek ispatlar.

Unutmuşum kele Zalha
Gışın ki ölen ergeni
Garayı gurban ederim
Merese gitti yorganı. Meres: Ölüden kalan mal varlığı, miras.

Lütfen hoş karşılayın. Kolaylık olsun diye küçük bir uyarıda bulunuyorum; bizim obalarda genellikle başa gelen K harfi G olarak okunmaktadır. Yorumunu bilenler yapsın. Aşağıdaki öykülerde ve ağıtlarda, Adana, Kahraman Maraş ve Kayseri üçgeninde uzanan Toros Dağları’na, bölgede üç isim verilmekte; Anti Toroslar, Hınzır Dağları ve Tahtalı Dağları. Bu isimler çok geçmekte, hangisi doğru bilemem.
Yazdığım ağıtlar ve öykülerin hiç biri hayal, kurgu, uydurma değildir. Hepsi gerçeğin ta kendisidir. Bana bu ağıtları veren kişileri ilk kaynak kabul edip, doğru olduklarına inanıyorum. Başka türlü düşünemem. Elimde yüz elli sene den daha eski ağıtlar var. Bu ağıtları söyleyen gerçek kişileri zaman aşımından dolayı bulmak mümkün değil. En azından elime geçenleri gün ışığına çıkarmış olurum. Bu ağıtların geçen zaman içinde kıymetini bilmemişiz. Bana göre ağıtlar, şimdiye kadar yazılmış bütün şiirlerin anası, hepsi de ağıtlardan doğmuştur. Bu sözümün ispatını Şair ve yazar sayın Bedri Rahmi Eyüboğlu; Türküler Dolusu adlı kıymetli şiirinde şöyle diyor: Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası/ Ayak seslerinden tanırım/ Ne zaman bir köy türküsü duysam/ Şairliğimden utanırım/ Köy türküleri ne düzeni belli ne yazanı/ Altında imza yok ama İçlerinde yürek var/ Cennet misali/ İşte ne demek istediğimi, gerçeği anlatan mısralar.
Ağıtların Türk kültürüne girmesini sağlayan o büyük insan “Dede Korkut” anısına bir dörtlük.

Yavrucuğumu kaptırmışım ağlayayım mı?
Taycağızımı kaptırmışım kişneyeyim mi?
Kuzucuğumu kaptırmışım meleyeyim mi?
Oğul, oğul diyip inleyeyim mi? Dede Korkut

Seyit Kemal Karaalioğlu, Dede Korkut hikayeleri kitabından alındı.

Öncelikle bu eseri okuyacak olan eleştirmenler ve geçmiş hakkında bilgisi olanlara: Öyküler genelde elime geçtiği sıralamayla yazıldı. Ağıtlarda ve öykülerde yer mekan geçen isimler gerçekle bağdaşmaya bilir. Elimde öykü ve ağıt var ama kahramanların ismi yok, yer adları kesin belli değil, burada yapacağım tek iş bu isimleri kendimin uyarlaması oldu. Bazı kısa ve öz öyküleri kendim şekillendirdim. Mesela: Kara çekelim beyaza. Döngelen, Avşar beyinin kızı Ayna. Diğer taraftan Topuz bey, Ambar ağa, Orta direk bel veriyor, Cingözoğlu Seyit Osman, Azmi Bekir vs gibi öykülerde iki yüz yıllık tarihi zaman içinde bir ileri bir geri giderek ağıtlara öz katmaya çalıştım. Yazıp okurken yüreğim gümbürdüyordu. Bu heyecanı okuyanlarda duysun, geçmişin göz yaşlarını yüreklerinde hissetsinler istedim. Avşarlar’ın tarihini yazmak gibi bir amacım yok. Çoğunlukla da gerçek isimleri ve yöre adlarını kullandım. Bilmeyerek birilerini üzdümse şimdiden onlardan özür diliyorum. Ayırmak değil, birleştirmek, bundan böyle ağlamak değil gülmek istiyorum. Acıların nedeni, ne olursa olsun, sebep ve sonuç üç Asır süren iskandadır. Önce bir güldürü ile başlayalım sonra da esasa geçelim.

AĞITLAR

1. NE DEYİM DE NE SÖYLEYİM

Pınarbaşı uzun yaylada Çerkezlerle Avşarlar arasında yurt edinme konusunda kavgalar yıllarca sürer gider. Bu kavgaların sonuncunda yüzlerce evin ocakları söner. Maraş, Sivas paşaları araya girer, Çerkezlerle Avşarları barıştırırlar. Birbirlerine kız verir alırlar. Gelinler eskiyince kavgalar tekrar alevlenir. Buna benzer durumlar yıllarca devam eder. Padişahlardan da ferman gelir sulh içinde yaşamaları için. Kim dinler padişahın fermanını ölür öldürürler birbirilerini .
Çerkezlerle Avşarların barışık olduğu bir dönemde ünlü bir Avşar beyi ölür. Taziye için Çerkez beyi, ölen Avşar beyinin obasına gider. İkram izzet gördükten sonra, hazırda bulunan Avşarlar ağıt söyleyerek ağlamaya başlarlar. Sanki ölü şimdi ölmüş gibi. Bu hali gören Çerkez beyi yadırgar. Yanındaki getirdiği tercümana sorar ne oldu, yeni ölen birimi var? Yoksa başlarına gelen kötü bir şey mi oldu?
Tercüman Çerkez beyine ağıtın ne olduğunu anlatır. Avşarlarda sayılan sevilen bir adam ölürse ona ağıt yakarlar onun unutulmaması için. Ne güzel şeymiş bu. Öldükten sonra yıllarca anılmak. Uzun yaylanın Akviran köyünden Çerkez Patin bey; derki oracıkta, ben ölürsem aynen Avşar beyleri gibi bana da ağıtlar yakılsın. Adım şanım yaşasın der. Giderler. İnsan kalıcı değil ya, bir gün olur, Çerkez Patin bey ölür. Vasiyeti yerine getirilmesi gerekli. Bütün Çerkez kadınları toplanır ağlaşırlar. Ama hiç birisi iki kelimeyi yan yana getirip ağıt yakarak, Patin beyin vasiyetini yerine getiremezler. Bu işi ancak bir Avşarın yapabileceğini düşünerek cins Çerkez atları hazırlanır biner gençler sürerler Avşarlara. Gelip Avşar beyine durumunu anlatırlar. Bey bu işi Hasa köyünde Gamer Altan isimli hatunun yapabileceğini söyler. Hasa köyündeki ağıtçı Gamer hatunu alır Akviran köyüne getirirler.
Gamer hatunun geldiğini gören meraklılar, yarılırlar yol verirler. Gamer hatun ölünün yanına oturur. Bana bu ölünün aspabından (*) verin der. Beyin ceketini getirip eline verirler. Gamer hatun elindeki deri ceketi bir sağa bir sola evirir çevirir. İçinden söyleyecek bir şey geçmez. Türkçe bilenler; haydi de ne diyeceksen, de de biz de belleyek derler. Gamer hatun açar bakar ölünün yüzüne, burnu uzun, yüzü kıllı, sarı tüylü, yüzü çilli, yedikleri darı, giydikleri deri, gözü gö, benizleri sarı bir milletten biri. Gamer hatunun ciğeri yanması gerek ağıt söylemesi için, esmer tenli kara göz kara kaşlı olması gerekli. Bu adamı görünce ağıt söylemek için, içinden bir şey geçmez. Geçmişte kalan olaylar gelir geçer aklından. Onu dinlemek isteyen meraklılara dönerek:

Ne deyim de, ne söyleyim
Ölü bizim olmayınca
Birer birer Çerkez mi biter
Beşer beşer ölmeyince

Dinleyenlerden biri: Bu ne biçim ağıt bacım, ne diyeceksen doğru de.

Teneşiri tahtı idi
Ölünecek vakti idi
Ne deyim de ağlayayım
Ciğerimi yaktı idi

Türkçe bilmeyenler tercümana sorarlar, ne dedi, ne dedi? Tercüman tercüme eder. Bunu duyanlar aman susturun şu kadını yoksa vallahülazim hepimizi öldürecek derler.
Çerkez dostlarım kusura kalmasınlar başkası söylemiş ben de yazdım. Patin beyi rahmetle anıyorum. (Aspabından:Giysisinden)

2. AŞİRETİN DÖĞÜŞ ETTİ DUYDUN MU ?

Avşarlar hakkında bir şeyler yazıp da Sevgili Dadaloğlu’nu anmadan olmaz. Onun anısına İlk öyküme Dadaloğlu ile başlıyorum.
Ceritoğulları Aşireti ile Karlar Türkmen aşiretleri, arasında Ceyhan’ın Altıgöz Bekirli köyünde kanlı bir çarpışma oldu. Karalar Aşiret beyi Bekir ağa o zaman sürgün de bulunuyordu. Bu büyük çarpışmada Bekir ağanın dört kardeşi de öldü.
Altı yıl sonra Bekir ağanın sürgün cezası af oldu. Bekir ağanın af olduğunu duyan Türkmen Aşiretleri ve yandaş Avşar beyleri Bekir ağayı karşılamaya gittiler. Bir konaklık yolda Bekir ağayı çok kalabalık atlı karşıladı. Atlardan indiler. Bekir ağa ya tek tek sarılarak hasret giderdiler. Bekir ağa ile karşılaşmadan evvel kardeşlerinin öldürüldüğünü bu acı haberi Dadaloğlu’nun söylemesine karar verdiler. Bekir ağayı ortalarına alarak etrafında geniş bir yuvarlak oldular. Bekir ağa kendini karşılayanları tek tek gözden geçirdi. Araların da kardeşlerinin hiç biri yoktu, buna bir anlam veremedi. Başından geçenleri anlatıp, biraz hoş beşten sonra: Ağlar beyler kalan sağlar sizin olsun, ölenlerden hiç haber vermediniz... Altı yıl oldu bilmem ne halde obaların hali? Herkes suskun ağızları kitlendi. Gözleri gelip Dadaloğlu’nun üzerinde çivilendi. Dadaloğlu ağır ağır yerinden kalkarak Bekir ağa ya yaklaştı elinde sazı ile ağam, sana obaların halini sazımla mı sözümle mi anlatayım?
Bekir ağa ayakta duran çok sevdiği Dadalı süzdü gözleri ile söyle sevgili Dadalım hem sazınla söyle hem de sözünle gönlüm ferah bulsun dedi.
Dadaloğlu kalabalık insan halkasının ortasına oturdu. Yönünü Bekir ağa ya çevirerek, sazını kucağına yerleştirdi. Şöyle söyledi bu acı haberi, Karalar Aşiret beyi Bekir ağa ya.




Esti poyraz yeli, bulandı hava
Zatı dan gamlısın, sen çukur ova
Atına binde gel, ey Bekir ağa
Aşiretin döğüş etti duydun mu

Parladı kılıçlar da çok indi başa
Kartal kuzgun döner, kanlı üleşe
İki boy beyi ile Mitat paşa
Dövüşü, dövüşü öldü duydun mu

Acep, hayıfın alır mı ola sağları
Mızrağımın ucu, delerdi dağları
Boynu uzun İrecepli beyleri (1)
Çark, uğrunda savaş etti duydun.

Der Dadal’ım söyler sözün merdini
Yavru şahan (2)ıssız koymaz yurdunu
Biz de verdik beş kardeşin dördünü
Bu işimiz böyle oldu duydun mu
Parladı kılıçlar, kılıç kılıca
Atı yavuz olan, çıkıyor uca
Çukur ova girdi kılıç kılıca
Kanlı üleşe, kartal indi duydun mu

1-İrecepli:RecebülerAvşarlarından kalabalık bir boy adı.
2- Şahan: Şahin.


3. TERKEŞLİOĞLU HASAN AĞA

Allah Hasan ağaya yeryüzü nimetlerinin hepsini vermişti. Tek eksiği bir evlattı, işte onu vermemişti. Yaşı atmışı geçiyordu, her geçen yıl evlatsızlık hasretini biraz daha kabartıyordu. Bir evlat sahibi ola bilmek için kafasını her taşa vuruyor bir çare bulamıyor. Kadın üzerine kadın alıyordu. Evde altı karısı vardı. Yedinci karıyı da almak için, Sarız dan Göksünün Deş diye köyüne gitmek üzere, kar diz boyunda yola çıktı. Dağ yollarını aşarak Göksüne yaklaştı. Önce apal, apal yağan kar, bir dar boğazı geçerken tipiye dönüştü. Düzlüğe gelince göz gözü görmez oldu. Her yer ak çarşaf gibi beyaza bürünmüş. Bir ağaç dalı dahi görülmüyordu. Yolu kayıp edince Hasan ağa korkudan karla karışık tipinin soğuğunda atın üzerinde terledi. Haydi benim al atım şimdiden gerisi senin asaletine kalmış şey kurtar beni bu sıkıntılı halden. Bırakıyorum gemini kendi haline var götür beni Göksüne. Atına övgüler yağdırarak , şunları söyledi.


Kendin Seklavi (1) de ol aslın belli
Arkadaşım sensin sür yolu doğru
Aşılmaz dağların başı boranlı
Bu günler de geçen günler hoş imiş

Boş imiş gönlümde sürdüğüm demler
Kuru olmayınca aşılmaz beller
Çağırır Mevla’yı sıkışan kullar
Eser poyraz tipi boran kış imiş



Kara kışta dağlar giymiş donunu
Mevla açsın yalınızın yolunu
Darda koymaz yarattığı kulunu
Bu gün rüya gördüm çeşmim (2)yaş imiş
Bir boran da ayrı düştüm yoldaştan
Zan eyledim hayal gibi düş imiş
Şükür eyledim şu gönlümü eyledim
Fikir eyledim yalanan dünya boş imiş


Hasan ağayı cins seklavi al atı selametle Göksüne getirdi. Hasan ağa yedinci karıyı da Göksün’ den aldı. Evine gelerek her karısına bir oda verdi. Yıllar geçti yedinci karısından da çocuk olmadı. Bu haline çok efkarlanan Hasan ağa, üzüntüden hastalanarak yatağa düştü.
Bir zamanlar kendi köyünden, gençliğinde sevip de alamadığı, Sarız'ın Kurtçu köyünde Bedevi ağaya gelin giden Elif hatun Hasan ağayı ziyarete geldi. Elif hatun Sarız elinde ün yapmış Osmanlı bir kadındı. Erkekler meclisinde bulunur, söylediklerini yaptırır cinsten erkeklere taş çıkartan biri idi.
Elif hatunun atı Hasan ağanın konağının kapısına gelince, atının gemini çekti. At olduğu yerde saymaya gerdan kırmaya başladı. Hasana ağanın uşakları koşup, Elif hatun’un atının geminden tutarak; buyurun inin dediler.
Koca Hasan neden karşılamaz beni?
Uşaklar dan biri; Hasan ağa hasta yataktan kalkamıyor.
Elif hatun attan indi, kafasını biraz daha dik tutarak, başındaki fesi düzelti heybetli adımlarla Hasan ağanın konağına merdivenlerden çıkarak içeri girdi. Hasan ağanın odasına girince, Bire koca kurt sana yatağa düşüp hastalanmak yakışır mı dedi?
Hasan ağa Elif hatun’un geldiğini görünce yatağının içinde toplanıp oturdu. Hoş beşten sonra Elif hatun’un geldiğini duyanlar Hasan ağanın yattığı oda da toplandılar. Her gelen Elif hatunun halini hatırını sorduktan sonra, oturanlardan biri: Elif hatun Hasan ağaya bir diyeceğin yok mu? İki söyle de dinleyelim. Ezber edip her yerde söyleyelim.
Elif hatunun da Hasan ağadan geri kalır tarafı yoktu deyişlerde.
Elif hatun; şimdi soracağım, bu dişleri sökülmüş koca kurt’a bakalım bana cevap verebilecek mi ?
Hasan ağa yatağında üzgün; söyle kaltak karı da cevabını al benden?
Odada oturan herkes Elif hatun’un ağzına, dudaklarının üstünde ve çenesinin altında çıkan kıllara bakarak ne söyleyeceğini merakla dinlemeye başladılar.

Elif : Sarız ağaları gelmiş
Oturmuş iki geçeli (3)
Kirvesine at yollamış
Üstü has kırmızı keçeli


Hasan: Ağa konağım koyak, koyak
Merdivenim atmış ayak
Ağa konağımın kapısın da
Mor perçemli oğlan gerek

Dur şimdi; senin önünü bırakırsam, kendini Osmanlı Paşası sanacaksın. İhtiyar görürsün sen . Atmış ayaklı konağın var öylemi ?

Ben bunun bacısı olsam
Dünyayı helak ederim
Bedevi izin verse (4)
Korda yanına giderim

Elif’in söylediklerini dinleyen Hasan ağa Yatağından doğruldu. Gözlerinin içi parladı. Elife şu cevabı verdi.

Hasan : Elif hatun nereden geldin
Gelince gönlümü aldın
Anam bacım kurban olsun
Ta olduğu gibi bildin

Elif hatun Hasan ağadan zorlu bir cevap alınca dinleyenler üzerinde göz gezdirdi. Herkes kendine bakıyordu. Biliyordu ki Hasan ağanın yaralı yerine basmazsa, ona üstün gelemeyecek.

Elif : Oğlum gibi oğlun var mı
Getir oğlunu görüyüm
Terkeşlioğlu Hasan ağa
İleri dur kız vereyim

Elif’in bu sözlerini hiç beğenmeyen Hasan ağa üzülerek, kafasını yastığına koydu. Yastıkta gömülü kaldı. Üzgün eda ile şöyle dedi.



Hasan : Yüz liralık Ata bindim
Kafası değer yıldıza
Ben senden oğlan istemem
Hasret gittim bir kıza

Elif hatun, Hasan ağaya söylediğine pişman oldu. Az da olsa gönlünü almak için şöyle dedi.

Sarız ağaları gelmiş
Gözledim vezir kalkmadı
Kulağı altın küpeli
Konağa gelin çıkmadı

Elif Terkeşlioğlunu yaralamıştı bir defa. Hasan ağa yattığı yerden tavandaki isli hezenlere göz gezdirdi. Odada ki oturanlara bakıp onlara imrendi. Hepsinin de oğlanı kızı vardı. Elife cevap verdi.

Hasan: Ağa konağım ne berk yüce
Yatamadım saba haça
Silkinir Ata binerdi
Şimdi oldum Küm, küm koca

Herkes dikkatini Hasan ağaya çevirdi. Elif hatuna kızgın gözlerini savurdular. Elif hatun bu bakışlara sinirlendi. Hasan ağayı hiç üzmek istemezdi. Söz oğlansızlıktan açılmıştı. Bedevi’nin karısı mat olupta, Terkeşliolu’nun karşısında pes etti dedirtmezdi.

Elif : Ağa konağı tutturmuşun
Şeker şerbet kattırmışın
Her şöhreti ettirmişsin
Getir oğlunu görüyüm

Elif’in bu sözleri de Hasan ağayı yıktı. Halsiz bıraktı. Kelimeler Hasan ağanın ağzından zor çıkarak

Hasan
Kara çadır orta direk
Sen bende koymadın yürek
Alnı kıvrım perçemlice
Şimdi bana oğlan gerek

Hasan ağanın bundan sonra söylemeyeceğine aklı kesen Elif hatun, Hasan ağayı biraz övmek gönlünü almak maksadıyla.


Elif : Oğlansız uşaksız bekar
Ne şöhretli Atı seker
Elli kilim armağanı
Duyarım Sivas’a çıkar

Dinleyenler ikisine de maşallah dedi. Bundan sonra Hasan ağanın hastalığı arttıkça arttı. Adı duyulan her ne kadar Hacı, Hoca, Cin darı varsa hepsini çağırdılar. Hiç birisi de Hasan ağanın derdine deva bulamadılar.
Her gelen Talas’da Gülbenklioğlu diye bir Doktor var. Hasan ağanın derdine ancak o çare bulur dediler. Ermeni olan Gülbenklioğlu ihtiyar, ünlü bir Doktordu. Hasan ağa, hediyeler hazırlatarak, iki kişiye yedeklerine de bir At vererek, Talas’ dan Gülbenklioğlunu alıp getirin şu Ermeniyi derdime deva bulsun, Bir oğlum olmadan ölmek istemiyorum diye gidenlere söyledi.
Talas’a (5) gidenler altı gün sonra geri döndüler. Gülbenklioğlu çok ihtiyar olduğu için at üstünde taa Sarız’a üç gün gidersem ben ölürüm. Selam söyleyin ağanıza kendi gelsin buraya diye haber yolladı.
İki gün sonra Terkeşlioğlu Hasan ağayı, İki tekerlekli bir kaanı arabasının üstüne yüklediler. Hasan ağanın yanlarına içi su dolu tuluklar yerleştirdiler. Araba sallayıp rahatsız olmasın diye. Terkeşli oğluna Sarız, Aziziye, Tomarza’da ki tanıdıkları ile köylüler de katıldı. Hasan ağanın arabası ile birlikte Talas’a bir insan seli akın etti. Talas kurulalı böyle insan kalabalığına şahit olmamıştı. Her ev beşer onar misafir aldı. Artanları da Cırlavuk (6) köyüne ve Kayseri’ye götürdüler. Her sabah Gülbenklioğlunun kapısı insan dolup taşıyordu. Hasan ağanın yedi karısından biri olan Dudu, en genç ve en güzeliydi. Başında duruyor alnındaki teri siliyor, kurumuş dudaklarına su veriyordu. İhtiyar Ermeni Doktor Gülbenklioğlu Hasan ağayı iyice muayene etti. İki gün sonra Hasan ağanın yüzüne karşı .
Sen bu dertten ölürsün. Yapacağım bir şey kalmadı. Yine de Allah’dan ümit kesilmez dedi. Doktorun söylediğini duyan Hasan ağa yatağında kıpırdadı. Beni oturtun dedi. Gülbenklioğlu ve karısı Dudu yardım etti. İki yastık daha koydular arkasına. Avşarların ileri gelenleri başında bulunuyorlardı.
Hasan ağa ölgün sesi ile şunları söyledi oradaki bulunanlara.



Dışarıda ay ışığı
Yok ki şuranın beşiği
Allah bir evlat verirse
Altın dövdürürüm aşığı

Köpüklü atımı bağlayan
Yorgun gönlümü eyleyen
Uğrun, uğrun ağlayan
Gel hele Dudu gel hele

Kara çadır kurulunca
Kahveye şeker kırınca
Ne olur Kadir Allah
Bana bir oğlan verince

Gel Dudu yanıma otur
Söylem eksiğini yetir
Ben bu dertten kurtulmam
Git bin boğadan sümbül getir

Kumaş pırtım çekilirdi
Ağ konağa dökülürdü
Onu da bildin mi gönül
Alem benden sakınırdı

Al atın üstüne bindim
Sarız’dan beri dolandım
Gadasını aldığım al at (7)
Hangi pınarda sulandın

Şu karşıdan bir yol gider
Evlatsızın yolu gibi
Belik burcu, burcu kokar
Andırının harı gibi

Sivas’a tazı yollarım
Üstüne çuha çullarım
Bana Terkeşlioğlu derler
Düşmanımı pek bellerim


Hasan ağanın dudaklarından dökülen hazin kelimeler, hazırda bulunanları ağlattı. İhtiyarDoktorGülbenklioğlu: Ömrümde ölüm döşeğinde birinin, şiir söylediğini, onu duyanların ağladıklarını görmemişti. Bu hale şaşırıp kaldı.
“Ağlamayın ağalar beyler, kurtulur inşallah”. dedi. Hasan ağanın son kelimeleri dudağından çıkarken anlaşılmaz hale geliyor, kulaklara ermiyordu. Göz bebekleri kaşlarının altına giriyor, gözünün akları dışarı çıkıyordu. Bir zaman dona kalıyor gözleri. Odanın içi tıklım tıklım dolu. Sessiz insanlar hep Hasan ağaya bakıyor Hasan ağanın gözleri tekrar yerine geldi. Küçücük kalmıştı göz bebekleri. Tekrar baktı etrafındakilere. Hocanın okuduğu Kur’an sesi arasında İlahe illallah dedi. Hafif gülümsedi. Bir beyaz bulut geldi göksünden yukarı, dudaklarından yüzüne, alnından saçları arasında kayıp oldu.
Vakit geceydi. Hasan ağayı sabaha kadar,Talas’ta Gülbenklioğlu’nun evinde beklettiler. Sabahleyin bir sal getirip içine koydular. Reşadiye köyüne kadar Talaslılar da geldiler. Cenazenin ardından. Hasan ağanın salı (8) Sarız'ın Deştiye köyüne varıncaya kadar binlerce kişi göz yaşı dökerek arkasından gitti. Bir öğle vakti Hasan ağanın cenazesi ak konağının önüne vardı. Seksen yaşında anası sarıldı Hasanın mevtasına açtı kefeni yüzünü öptü öptü. Hasan ağanın bir giysisini aldı eline oracıkta şu ağıdı yaktı.


Göç kirazdan aşarken
Çan öter kaya yankısı
Köse ağlayarak gitti
Emmioğlu kardeş hangisi

Benim oğlum yerli vezir
Başında meclisi hazır
Gazadan çıkmış geliyor
Ulaş hey boz atlı Hızır

Hürü de istiyor bebek
Eline vermedim hobak (9)
Gümüş zarfta altın tabak
Sahabelerin kim olacak

Sal beriden varır kene
Talaslı demiş maşallah
Gülbenklioğlu diyor ki
Ağam kurtulur inşallah

Çığırın Molla Ahmet gelsin
Bu derdime ortak olsun
Usanmışım bebeksizlikten
Efendi oğlunu bana versin
İnkar etme kele Dudu
Kağnıyla gelir yemiş
Oğlum Talas’a gidiyor
Gidiyor ama, gelmem demiş



Evvelki inen, inmez oldu
Kahve ocağım yanmaz oldu
Çağırınca buyur diyen
Komşu yönün dönmez oldu

Haydin gidek yurtlarına
Ot yedirin Atlarına
Uzan oğlum, gölgen düşsün
Örtülünün Kürtlerine


Hasan ağa ebedi istirahatgahhına çekildi. Hemşehrileri onu unutmadı 110 yıl oldu Hasan ağa öleli. Obaları onu kalplerinde yaşattı. Hala da yaşatıyor. Hasan ağanın ağıtları türküleri dilden dile dolaşır.

1- Seklavi: At cinsi. 2- Çeşmim: Göz yaşı. 3- Geçeli: Karşılıklı 4- Bedevi: Erkek adı.
5- Talas: Kayseri yakınında kasaba. 6- Cırlavuk, Kayseri de köy. 7- Gadasını: Gelebilecek her türlü belasını. 8- Salı: Ölü taşınan gereç. 9- Hobak: Çocuk oyuncağı, topaç. 10- Gidek- Gidelim.

4. KARA ÇEKELİM BEYAZA

Sarız’ın (1) Çörek dere köyünden Okkalı’nın dört oğlundan üçü, Sarıkamış harbine gitti. Aradan yıllar geçti üç oğlundan ne haber ne de selam geldi. Bir zaman sonra en küçük oğlu yetişip askerlik çağına geldi. Bu defa da seferberlik ilan oldu. Okkalı’nın kızı Sultan’ın bir oğlu vardı o da asker olacak yaşta idi. Bir Mülazım, yanında birkaç askerle Çörek dere köyüne geldi. Eli silah tutan ne kadar insan varsa, köy meydanında toplanmalarını söyledi. Okkalı’nın son oğlu ve kızı Sultanın da biricik oğlunu ve Sultan’ın kocasını da köy meydanına getirdiler.
Okkalı’nın kızı Sultan’ın daha üç kardeşinin acısı unutulmamışken, Şimdi de babası kardeşi ve oğlu da askere gidip de gelinmeyen yere gidiyorlardı. Sultan ah-u figan ediyor saçlarını yoluyor ellerini dizine vuruyordu. Köy meydanında toplanan kalabalığın arasına geldi. Bir taşın üstüne oturarak, kardeşlerinin birisinden kalan, bir giysisi elinde başladı ağlayarak ağıt yakmaya. Herkes sustu, Sultan’ın etrafında toplandılar onun söyleyişini dinleyip, ağlaşmaya başladı yediden yetmişe köy halkı. Mülazım ve askerler de bu garip hale şaşarak dinlediler ve hüzünlendiler.

Sultanın söyleyişi: Sarı Kamış ağıdı olarak bilinir.




Sarı Kamış ne aralı.
Padişah peygamber nesli
Kimi ölmüş kimi yaralı
Deli gönlüm zati yaslı

Daha bunu duymuş var mı
Kana boyanmış kardeşler
Yalan dünya kurulalı
Kara don gül gülü fesli

Soğanlı da bir harp oldu
Padişah peygamber dengi
Çoğunun üleşi geldi
Hazreti Ali kurdu cengi

Sarıkamış’a gelinci
Harp ediyor din kardeşi
Sağ olanlar mektup saldı
Martininin* ucunda süngü

Binbaşı önüne düştü
Hepele gönlüm hepele (3)
Redif bayrağını açtı (2)
Urusun gözü kapana

Ayrıldı ana kuzuları
Ellehem* redif kalkıcı
Ahret hakkını helalleşti
Verildi çarık cephane

Toplar yüklendi katıra.
Kara çekelim beyaza
Uşaklar aldı matara
Hakka duralım niyaza

Sabahaça yatamıyom
Acep redif vardı mı ola
Alayı gelir hatıra
İstanbul’da darboğaza

Sultan ağıt yakarak dökülen göz yaşlarından mecali kalmadı. İki elini başına koydu. Kafasını sallayarak sızlamaya arada dizlerine vurmaya başladı. Mülazım Kadının bu haline duygusallaşarak Sultan’ın yanına geldi.
Nedir bu acı figanın bacım? Yalnız senin oğlun asker olmuyor ki?
Sultan Mülazıme kan oturmuş gözlerle bakarak: Ah başıma gelenler ben ağlamayım da kimler ağlasın? Üç kardeşim Sarıkamış da şehit oldu. Bir Kardeşim bir oğlum birde kocam var, onlar da seferberlikte şehit olacaklar. Sönecek ocağım. Ben nasıl eyleyeyim? Nasıl ağlamayım, karalar bağlamayım, söyle Mülazım bey, buna can katlanır mı? Bu acı yaşatır mı beni? “Mülazım düşündü taşındı. Sultan’a hak verdi.”
Seni anlıyorum bacım, ocağın sönmesin. Dile birini serbest bırakayım. Kocanı mı? Oğlunu mu yoksa kardeşini mi? Hangisini istersen onu serbest bırakacağım.
Sultan’ın gözleri sevinçle parladı. Öpmek için Mülazımın ellerine sarıldı. Elini çeken Mülazım: Haydi söyle hangisini istiyorsun? Oğlu, kocası, kardeşi kurtuluş ışığı olan Sultan’a baktılar. Oğlu düşündü ben oğluyum elbette anam beni ister dedi kendi kendine.
Kocası : Ben ahretliğiyim, ben olmasam oğlumuz olur muydu? Bensiz ne yapar elbette beni isteyecek diye düşündü. Kardeşi içinden düşünerek, sevgili kocası canından çok sevdiği biricik oğlu dururken beni seçecek değil ya.
Sultan afallıyarak beklemediği bir teklif karşısında önce kocasına sonra oğluna baktı ardından kardeşine bakarak uzun uzun düşündü. Mülazıma dönerek:
Ben kardeşimi isterim dedi.
Mülazım hayretle: Sen ne diyorsun be kadın? Oğlun ve kocan dururken neden kardeşini seçtin?
Sultan toplananlara kocası oğlu ve kardeşine bir daha baktı.

El oğlu, elde çok.
El oğlun da bel çok.
Ben kardeşimi isterim dedi.

Mülazım bu sözleri çok beğendi. Sana inanıyorum bacı ocağın sönmesin. Senin gibi analar oldukça biz çok savaş kazanırız. Sana oğlunu, kocanı ve kardeşini de bağışladım. İnşallah başka savaş olmaz da bende bu köye bir daha gelmem diyerek topladığı askerlerle gitti.

1- Sarız: Kayseri’ye bağlı kaza. 2- Redif: Toplama asker, ikinci askerlik. 3- Hepeler: Hepiler.

5. GİNE ARDI KIŞ GELİYOR

Yukarıda Seferberlik harbinin başlangıcında Çörekdereli Okkalı’nın kızı Sultan’ı dinledik, biri daha var ki Tomarza’nın Sindel köyünde, adı kara Zalha. Acıların en derinini yaşamış yüreğindeki acıyı beyitlere dökmüş her mısrası feryatlar çınlatmış ulaşılması güç, anaların en yücelerinden biri. Seferberlik harbinin bitiminde dört oğlunu şehit vermiş. Anadır bu ya yavrusunu yitirmiş koyun gibi, kuzularını Pınarbaşı askerlik şubesi önünde arayıp durmuş. Askerlik şubesi de öyle heybetli yapı ki her vilayette kazada vardır. Anadolu’da Osmanlıdan kalan tek yapı silsilesi. Anadolu’nun hiç bir yerinde Marmara ve Ege’de Manisa hariç devlet yapısı bulamazsınız sadece askeri ambarlar yani askeri şubeler vardır. Şimdi eee..... mendil alıp ağlıyoruz biz Avrupalı’lardan neden geri kaldık diye. Onbeş yaşından altmış yaşına kadar olanları yaklaşık yedi yüz sene kırdırırsan kim alim olacak, kim bilim adamı olacak ki!.. Sarıkamış’a gidip de gelmeyen yiğitlerin anaları için tek umut kapısı, sorulacak yer buralardı. Belki bir haber ümidi ile günlerce bekleşmişler. Hiçbir haber gelmemiş, yaşadıklarına dair koç yiğit yavrularından. Oturmuş kara Zalha şehit anaların arasına tarihlerin bile yazamayacağı Seferberlik harbini ağıt yakarak, Okkalı’nın kızı Sultan’ın dediği gibi, ”KARA ÇEKELİM BEYAZA” Neden kara çekmişler beyaza? Onu anlatıyor bize. Ağıtın anlam ve ifadesini yorumlasam sayfalar tutar. En acılı anlarını bile Kara Zalha yiğitliğe bürüyor, açlığa sefilliğe razı oluyor. Her şey vatan için diyor sineye çekiyor. “Burada oğlumu eğleme/ Sefer uğrunda dövüşsün” diyor. Bu savaşlarda yalnız Avşarlar etkilenmediler. Bütün Anadolu’da en az her evden bir iki şehit verildi. Onun için buradayız. Avşar analarının yaktıkları ağıtlarla o günlerin daha yakınından acılarını yaşıyor anlıyoruz. Okurken insanın yüreğini titretiyor.


Gadanı alıyım Eşe
Tekerim dayandı taşa
Sefer berliği durdur
Sana derim Kemal Paşa kıta

Çadırlar dağa kuruldu
Hücum borusu vuruldu
Bir Sarıkamış uğruna
Nice fidanlar kırıldı

Kars da kavga kuruluyor
Redif alan diriliyor
Davlumbazlar vuruluyor
Mızraklar boruynan

Uşaklar talim eder
Bilmeyenler heyle eder (1)
Binbaşılar arş ediyor
Sağdan soldan gerinen (2)

İnci sandım dişlerini
Kalem sandım kaşlarını
Özlemişim eşlerini
Gelin Fatma Hürü inen

Uşak geldi sürü inen
Asker kalkar boru inan
Her nereye vardımsa
Bir gelin var karı inan

Adam olan herk ediyor
Olmayanlar terk ediyor
Her nereye vardımsa
Gelin kız çifte gidiyor

Sarıkamış Altınbulak
Suvanlıyı biz ne bilek (3)
Bizim uşak kıyak gezer (4)
Ağca zubun kara yelek (5)

Gene ardı kış geliyor
Görmeyene düş geliyor
Şu Sivas’a giden kağnı
Dolu gitti boş geliyor

Pınarbaşı baba yurdum
Aziziye’ye çadır kurdum
Korkum da Ursular değil
Kara kışa kurban verdim





Çantasını alan savışsın
Hasret olan kavuşsun
Burada oğlumu eğleme
Sefer uğrunda dövüşsün

Elif bekar Cennet bekar
Acemi talime çıkar
Dört oğlum sefer ağzında
Topal oğlum kahrımı çeker

Çantayı sırtıma vurdum
Şubenin önüne vardım
Dört oğlum asker diyince
Orada aferin aldım
Davul zurna çalınıyor
On beşliler gelsin diye
On beşliden asker mi olur
Topluyorlar ölsün diye

Gine kavga sesleniyor
On altılı isteniyor
Gidenlerin biri gelmez
Silahları paslanıyor

On altılı on yedili
Alayından Alim uşak
Gadanı alırım binbaşı
Belini yara eylemiş kuşak


Şu görülen el değil mi
Bayrağımız al değil mi
On yedili dedikleri
Yeni açılmış gül değil mi
İbrişimin kozaları
Battı Avşar gazelleri
Sarıkamış ta kırıldı
Gonca gülün tazeleri


Yüzbaşılar bin başılar
Tabur tabur dolaşırlar
Yağmur yağıp gün değince
Yatan şahitler ışıldar


1- Heyle: Nasıl. 2- Geriynen: Geri ile. 3- Suvanlıyı biz ne bilek. Soğanlı dağında aşiretler arasında harp olmuş, daha evvel. 4- Gıyak: Kıyak, temiz giyinip düzgün yürüyen. 5- Zubun: Şalvara benzer giyecek.

6.HAÇIN’DA ERMENİLERİN, TÜRKLERİ KATLİYAMI

Bu gün Ermeni soy kırımı diye dünyayı ayağa kaldıran Ermeniler Fransızların Adana yöresini işkal ettiklerini ganimet bilen, sonradan gelip Adana bölgesine yerleşmiş olan, yıllarca Türklerle ekmeğini paylaşan Ermeniler birden değiştiler her biri canavar kesilerek, Fransızlardan aldıkları modern silahlarla Haçın kazası ve çevresini şimdiki adı “Saimbeyli” Türk kanı ile boyadılar. O kadar zalim idiler ki kundaktaki çocukları canlı canlı kaynar kazanlarda pişirip, etini analarına kuzu eti ye diye zorla yedirdiler. Milli sporları imiş gibi küçük çocukları havaya atıp altına süngü tuttular. Canlı, canlı insanların derisini yüzdüler. Genç ihtiyar demeyip, kadınların ırzına geçtiler. Türkler komşuları olan Ermenilerden böyle bir hareket beklemedikleri için hazırlıksız yakalandılar. Olay kısa zamanda çevre vilayetlerde duyuldu. Bu vahşeti önlemek için vicdanı olan genç ihtiyar binlerce milis kuvvetleri, daha önce Mustafa Kemal Paşanın gönüllü olarak kendi istekleri ile görevlendirdiği General Osman Tufan Paşa, Yüzbaşı Doğan bey ve Yüzbaşı Saim bey kumandasına girdiler. Bu milis kuvvetlerine Pınarbaşı yöresinden 80 atlı katıldı. Herhalde bu zalimlere çiçek vermediler. Yıl: 1918
Bu olaylara şahit olan adını bilmediğim bir hanım 34 kıta ağıt yakmış bunun on bir kıtasını yazıyorum.
Ermeni katliamında söylenmiş çok ağıt var. Seferberlikte olduğu gibi...

Tarihi bilgi: Abidin Dino 6 ciltlik Kutsal isyan esrinden.
Ağıtlar: Emir Kalkan Avşar ağıtları eserinden alındı.


Uyu Hacı beyim uyu
Haçın oldu kanlı kuyu
Hücum ettik alamadık
Soyka kalsın Sultansuyu (1)

Çuha İşlik çuha yelek (2)
Bize bunu yu diyorlar
Ocak başlarından yırak (3)
Bebek pişti ye diyorlar

Gapı, gapı geziyorlar
İfadeler yazıyorlar
Düşman başına vermesin
Oğlak gibi yüzüyorlar

Haçın da kanlı pazarı
Var mı kitapta yazarı
Ben Haçın’a gidicim
Nerede şehitler mezarı

İleri gel dezzem kızı
Elimin bir tek deyneği
Sabileri kaynatmışlar
Ete yapışmış köyneği

Osman’ımı göğe attılar
Altına süngü tuttular
Öldüğümüze yanmıyorum
Ah ettiğimize baktılar

Başucumda geziyorlar
İfademi yazıyorlar
Ayan olsun Tufan beye
Sağ adamı yüzüyorlar

Baş katibi getirdiler
Değneğinen döve döve
Genco kürdü yüzüyorlar
Özne (4) gibi öve öve

On kat esvap püsküllü
Bize bunu yu diyorlar
Ocak başlarından yırak
Bebek pişti ye diyorlar

Sekiz gavur bir gelince
Osman’ımı şaşırttılar
Baban çete başı diye
Hacı Ahmet’i pişirdiler



Kele Dudu, kele Dudu
Kanlı köynek yu diyorlar
Bebekleri kaynatmışlar.
Guzu eti ye diyorlar.

1- Sultan suyu: bölgede bir yer ve köy adı. 2- İşlik: Yakasız gömlek. 3- Ocak başlarından yırak: Ocak, burada aile, aileler anlamındadır. Yırak- uzak 4- Özne: Avşar da gelin ve damat övme türküleri var. Gencoyu yüzerlerken Ermenilerin türkü söylediklerini demek istiyor.

7. TURNA GELİN

Maraş-Göksün arasında, Toros dağlarının yükseklerinde balta girmemiş
ormanlar içinde, çağlayan pınarları uçan kuşları ile çok ünlü yaylalar olan Kalbur, Meyremşilebel ve Geben yaylaları var.
Yörükler ve Türkmen boyları oba oba develeri, atları, koyunları, kuzularıyla baharda bu yaylalara göçerek, soğuk sulardan içerek dere tepe yokuşlardan giderek ağır ağır dağ başında düzlüklere varırlar. Önce obalar bölük bölük dar bir boğazdan Kalbur yaylasını geçer Meryemşilebel ve Geben yaylasına varırlar. Her oba beyi on dokuzar direkli çadırlar kurar... Tülü süslü develeri, yağız doru sekili atlarını, cins koyunlarını otlatır, dibekte kahve döver, konuklarına ikram ederlerdi. Her çadırın önünde ateşler yakılır, ateşin etrafında gençler halay çeker eğlenirlerdi. Yağız delikanlıları ahu gözlü dilber kızları, ak pürçekli (1) anaları, ihtiyar dedeleri ile birlikte küçüklü büyüklü çocukları ne hoş günler geçirirlerdi yaylalarda.
Meryemşilebeli yaylasında Oğuz Avşar boyundan Beyazıt oğlu Kadir bey, Geben yaylasında da Hüseyin isminde iki oba beyi otururdu. Bu iki aile arasında kan davası öteden beri süregelirdi. İkisi de birbirlerinden adam öldürdükleri halde, birisi diğerine karşı pes etmemişti.
Beyazıt oğlu Kadir beyin Turna isminde esmer güzeli çatık kaşlı, saçları kalçalarının üstünde, ince belli, ceylan gözlü, dilber dudaklı bir kızı, Hüseyin beyin de kara yağız yeni yetişip gelen, Hüseyin adında bir oğlu vardı. “Baba ve oğul aynı isimde olduğundan oğul Hüseyine “hössün” lakabını taktılar. Küçük Hüseyin Hössün olarak çağırıldı.
Beyazıt oğlu Kadir Bey her yaylaya göçüşünde karşısında bulunan dağa, uzun uzun bakar bu dağın arkasında oturan Hüseyin beyden nasıl intikam alacağını düşünürdü. Bir gün kendi kendine çadırda düşünürken, evet buldum! Şimdi düştün ağıma Hüseyin bey dedi. “Kızım Turnayı Hüseyin beyin oğlu Hössün ile evlendirerek Hüseyin beyle hısım olduğunu, bundan böyle dost olarak kalacağını, intikamın kötü bir şey olduğunu ona inandıracak, zamanı gelince de ocağını söndürecekti.”
Çadırın dışında oturan kızı Turnayı çağırdı. Kızım bana şekerli bir kahve yap, sonrada geç karşıma otur. Bu gün seninle çok önemli bir şey konuşacağım.
Turna, Baş üstüne baba diyerek kahve yapıp getirdi. Kahveyi babasına verdikten sonra; neymiş bakalım benimle konuşacakların çok merak ettim?
“Geç şöyle karşıma otur. Maşallah büyüdün atıldın gelinlik kız oldun. Ben seni evermek istiyorum. Sen bu işe ne dersin? “Turna başını yere eğdi sıkılarak babasına bakmadan;
Kiminle ola?
Aferin sana benim sevgili kızım. Demek sende evlenmek istiyorsun? Turna yüzünü çadırın kapısına çevirerek cevap vermedi. Bil bakalım seni kiminle evereceğim? Merak etmişindir. Söyleyeyim diyerek bir zaman güldü. Kalkıp kızının karşısına geçerek, elleriyle iki omzundan tutu Hüseyin beyin oğlu Hössün ile.
Turna: heyecandan titreyerek, baba... diyebildi.
Ne dedimse o olacak. Yoksa bana karşımı geleceksin? Evlendikten sonra sen orada fazla kalacak değilsin ki, sadece intikamımızı alıncaya kadar bana yardım etmiş olacaksın hepsi bu. Benim oğlum olmadı. Sen bana oğulluk yapacaksın. İntikamımızı aldıktan sonra da seni başı tuğlu beyle evlendiririm. Söyle kızım dilini mi yuttun, beğenmedin mi fikrimi?
Turna üzgün, heyecandan solgun yüzüyle; Sen nasıl istersen baba diyerek, çadırdan dışarı çıktı.
Kadir bey tanıdığı hatırı sayılır kişiler aracılığı ile Hüseyin beyle barışmak istediğini bu kan davasının bitirilmesini, şu yalancı dünyada rahatça yaşamak için yeterli yer yurt olduğunu söyleterek, büyük bir şenlik yapıp barıştılar. Şenlik de eğlenirken, aracılık yapan beylerden Erkeçli (2) Emin: Bu barışın devamlı olacağını sanmıyorum, madem ki barıştınız, bunu sağlamlaştırmak gerek.
Hüseyin bey sofrada oturanlar üzerinde göz gezdirerek; Sen ne demek istiyorsun Erkeçli Emin?
Demem şu ki senin bir oğlun, Kadir beyin de bir kızı var, hazır barış şenlikleri yapılırken, sıcağı sıcağına Kadir beyden kızı Turnayı oğlun Hüseyin’e isteyiver. Erkeçli Emin’in bu sözleri yer sofrasında bulunanları sessizliğe boğdu. Hüseyin bey Kadir beye, Kadir bey Hüseyin beye bakıpkaldılar.
Hüseyin bey: Erkeçli Emine ve diğerlerine baktıktan sonra, çok münasip olur. Sen ne dersin bu işe Kadir bey dedi.
Kadir bey de etrafındakilere bakarak; Hüseyin bey kızım için senin oğlundan daha iyisini mi bulacağım. Hayırlısı ise neden olmasın verdim gitti dedi. Kalkıp tekrar kucaklaştılar bu hayırlı haber şenlikde bulunanlara da duyuruldu. Davullar bir kat daha hızlı vurmaya başladı.
Yayladan inmeden Hüseyin ile Turnanın düğünleri yapıldı. Aradan beş yıl geçti. Turna gelin çocuklara karıştı. Bir oğlu bir kızı oldu. Hüseyin bey ve Kadir bey torunlarını çok sevdiler.
Beyazıt oğlu Kadir beyin içinde yanan intikam ateşini, torunlarının verdikleri sevgi de söndürmedi. Sadık adamlarının biriyle, Hüseyin beye yayladan her zamankinden iki gün önce göçmeleri için haber gönderdi. Kızı Turna geline de gelmene az kaldı diye söylemesini tembihledi. Dağlarda gezen eşkiya katillerden on kişiyi para karşılığı yanına toplayarak, Hüseyin beyin göçü gelmeden Kalbur yaylasının dar boğazını tutturdu.
Kadir bey’den göç haberini alan Hüseyin bey, göçmeye karar vererek çadırlarını toplattı. Beyazıt oğlu Kadir beyin kızı Turna gelin, kayın babasının karşısına dikilerek:
Ağam gel göçmeyelim, babam sana çok kinlidir. Senden intikam almak için beni oğlunla evlendirdi. Sana gelin oldum hiç kusur etmedim, kanınız kanımıza geçti, etme ağam vur beni, öldür beni, şimdilik göçmeyelim.
“Hüseyin bey gelininin bu telaşından hiç bir şey anlamadı.”
Hayretle kızım gelinim sen ne halt edersin böyle, nasıl konuşuyorsun? Beş sene oldu sen bana gelin olalı. Ne güzel barış içinde geçinip gidiyoruz. Seni sıkıntımı bastı? Beni öldürmek isteseydi, iki çocuğun olmadan öldürürdü. Ben göçeceğim diye haber saldım, Güneş tersine dönse, dereler kanla dolsa, yine de göçerim. Sıkıntını at güzel gelinim. Haydi toplanın...
Ey ağam şunu bil ki “kuzu derisi post olmaz. Eski düşman dost olmaz” Etme eyleme gel göçmeyelim. Ağam yalvarırım, saçlarımdan as beni, al bir bıçak eline, kes beni gel göçmeyelim. “Ağlayarak ağam ağam dedi diz çöktü ayaklarına kapandı. Dizine sarıldı, göz yaşları çağlayanlar gibi aktı.”
Hüseyin bey: Anlıyorum seni asil gelinim. Ama Hüseyin bey sözünden dönmez. Çadırlar yıkılsın denkler vurulsun. Sekili atım binek taşına çekilsin. Oba beyi göç dedi mi göçülür. Kon dedi mi konulur. Töre budur gelinim.
Çadırlar sökülüp develere denklendi. Hüseyin beyin hecin devesi, çobanların bütün çabalarına rağmen bir türlü ıhmadı. Beye haber verdiler hecin devenin huysuzluğunu. Canı sıkkın bey de bir şey anlamadı hecin devenin huysuzluğundan. Çadır çatmasından bir değnek alarak devenin dizlerine vurmaya başladı. İnsan oğlunun gücü karşısında hecin deve yenilgiyi kabullenerek ıhtı. Her şey hazırlandı. Çocuklar beşiklere belenerek deveyi denklediler. Beyin atı binek taşına çekildi. Hüseyin bey martinini omzuna takarak atının geminden tutup üzengisine bastı. At kişnedi binek taşından geriye savruldu, beye boyun salladı bey binek taşından indi. Atın geminden tutarak tekrar binek taşına getirdi. Bey binerken at ayni hareketi tekrar yaptı. Bütün oba halkı beyi ve atı seyrediyor, suratları asık, ağızlarını bıçak açmıyordu. Yana sıçrayıp çifte atan atı Turna gelin tuttu. Kayın babasının karşısına geçerek yeniden yalvarmaya başladı.
Ağam kurbanı olduğum ağam, bak hecin devemiz ıhmadı. Hiç böyle yapar mıydı? Atın kişniyor gitmeyelim diyor. Seni üstüne almıyor. Söyle yüklerimizi yıkalım, adamlarımızı gönderip yollara baktıralım. Ağam gel gitmeyelim.
Hüseyin bey: Güzel gelinim sen bir hoş olmuşun. Senin gibi güzel bir gelinin babası, isterse beni öldürsün, varıp gidelim.
Atı binek taşına Turna gelin yaklaştırdı. Atla Turna gelinin gözyaşları birbirine karıştı. Hüseyin beyin göç kervanı ağır, ağır Geben yaylasından Kalbur boğazına doğru yola düzüldü.
Uzaktan Hüseyin beyin kervanını gören Beyazıt oğlu Kadir beyin adamları Kalbur yaylasının dar boğazında iki taraflı pusu kurdular. Hüseyin bey kervanın ortasında Atının üstünde, oğlu Hössün kervanın önünde, Turna gelin çocuklarını yüklediği hecin devenin yanında geliyorlardı. Kervan boğaza girdi. Bir kısmı da boğazdan çıkıyordu. Hüseyin bey tam boğazın ortasına geldiğinde, iki taraftan üstüne kurşunlar yağdı. Üstündeki cüppesi delik deşik oldu. Her tarafından kanlar fışkırdı. Tüfek sesini duyan Hüseyin beyin oğlu geri döndü. Turna’nın yanına koştu, baktı babası al kanlar içinde yere düşmüş atı kişneyip şaha kalkıyor. Koştu babasının kanlar içinde başını kucağına aldı. Alçaklar kahpeler diye feryad etti. Babasını yere bırakıp,”kervan birbirine karıştı.” ne yapacağını şaşırdı. Hecin devenin yanına vararak çocukların bağlandığı beşiğin altından tüfeğini aldı. Turna’nın gözünün içine derin derin baktı. Kanlı katil eşkiyalar uzaklaşıyorlardı. Onların arkasına koştu. Uzun çarpışmalardan sonra eşkiyalardan dört kişiyi vurdu. Kendisi de dört yerinden yaralandı. Elinde tüfek büyük bir kayadan aşağı yuvarlanarak düştü. Turna gelin ağasını bırakıp Hüseyin’e koştu. Hüseyin’in başı Turna gelinin kucağında son bir defa bakarak gözlerini yumdu.
Turna gelin Hüseyin’i yere bırakarak çocuklarına koştu. Hecin deveyi ıhtırarak çocuklarını kucağına alıp koşarak bir kayanın arkasına gitti. Onları arkasına alıp gelecek kurşunlara siper etti. Baktı karşı yamaçta babası Beyazıt oğlu Kadir bey atının gemini çekmiş, kızının halini seyrediyordu.
Kadir bey, Hüseyin beyin nesi var nesi yoksa, kalan eşkiyalara yağma ettirdi.
Turna gelin Hüseyin beyin akrabalarına sığındı. Bir yıl sonrada ayni yöntemlerle babasını başka eşkiyalara öldürttü. Cenazeler kalktıktan sonra yas yerine gelenlere aşağıdaki ağıtları yaktı. Bu vakanın on sekizinci yüzyılın sonlarında geçtiğini sanıyoruz.

Aramız kafir köyü Eğilmiş suyun içmeye
Horozlar ötmesin mi Atına kamış biçmeye
Kafir babam selam salmış Babasını kanlı görünce
Beyim oraya gitmesin mi Arlanmış geri kaçmaya

Geben derler ne hoş yayla Düşman karşıdan gelince
Yarim yaraların hay la Develer düştü hendeğe
Yılda geldik yılda böyle Balta vurdu Beyazıtlı
Ağa yarim Hüseyin’im On iki yeşil sandığa

Al at vurdurmadı terki Tülümüz çekti halayı
İçerime düştü korku Bizde bilmedik hileyi
Üç bohça da dokuz kürkü Banaa düşman kızı derler
Yese doymaz Beyazıtlı Kafir babamdan dolayı

Akşamdan beyler yoklandı Kalbur derler serin yayla
Şafakta deve yüklendi Bende ağlarım günde böyle
Kızlar kovuğa saklandı Varsam da halına baksam
Ar değil mi sürme Eşim yaraların hayla (3)

Geben’den yozu yürüdü Yokuşa çıkamaz oldum
Malı dünyayı bürüdü Dizimde kalmadı takat
Ar değil mi Hössünüm Aldı doymaz Beyazıtlı
Kalbur da kanın kurudu On iki kordonlu saat

Gebenin sıra söğüdü Su vururlar yurlar donu
Göçmesek bundan iyiydi Akmamı şehitin kanı
Nettin kayın babam Beş yıllık gelin kaldım
Yanında ki tor yiğidi Aranıza alın beni

Çuha şalvar hışır hışır Al at boşandı örkünden (4)
Kaçma dizine dolaşır Ağ bebek düştü terkiden
Aman deme ağa babam Senin için sürmeli eşim
Oğlun arkandan ulaşır Seslenemedim korkudan

Bu öykünün başka zamanda başka bir yerde söylenen bir kısmı olan Yaşar Kemal’in derlemiş olduğu “Ağıtlar” kitabından 5 kıtasını alıyorum.

Kırlangıç yapar yuvayı Yarim yiğitler koçağı
Çamur sıvayı sıvayı Dizine dökmüş saçağı
Bana düşman kızı derler Yarim ile bana benzer
Gavir (5) babamdan dolayı Kuş burnu salep çiçeği

Oturdum yükün dibine Kalburun Akaba (7) yanı
Ben de burda ne ararım Çığlar gider adam ganı
Emmim oğlu Ehmet paşa Beş yıllıcak (8) gelin kaldım
Ne faydan var ne zararın Ni derde alırdın beni


Yeğin (6) ekinin firezi
Takım koyarlar kirazı
Yariminen bana benzer
Yedi ülger, üç terazi

Yazılmış başka eserlerde yanlış yerlere konmuş, onların içinden çıkartarak kalbur ağıtına ait olanları da yazıyorum ki bu mükemmel öykü bitmiş olsun.

Havalı gönlüm havalı Kalburun kara ardıcı
Galamız keklik yuvalı Halep’ten alırlar tuncu
Ayan olsun sürmeli eşim Hüseynim düğün kurmuş
Martin çalıda dayalı Acep kim olur sağdıcı

1- Pürçek: Dalların çiçek açmadan önceki hali, yaşlı kadınlarda çıkan sakal. 2- Erkeç: Davarın erkeği. 3- Hayla: Nasıl. 4- Örkünden, örk: Atın çayıra bağlandığı zikkeli ip. 5- Gavir: Kafir. 6- Yeğin: Canlı yükselmiş. 7- Akaba: İniş. 8- Yıllıcak: Yıllık. 9- Sağdıç: Düğün zamanında damattan sorumlu olan kişi.

8. ÇÖMBEKİR DERESİ

Büyük Söbeçimen, Sarız’ın en büyük köylerinden biri. Söbeçimen Toros dağlarının Binboğa dağcıklarında, iç içe ufak dağlar arasında, verimsiz topraklar ve kayalıkların üstüne kurulmuş bir Avşar köyüdür. Bu köye kervan konmaz yol geçmezdi. Burada köyler birbirilerine patika yollarla bağlanır.
Söbeçimen köyünde çeşitli sebeplerden dolayı göz yaşı dökmeyen aile hemen, hemen yok gibidir.
Mehmet, Kafkas harbinden gelmiş, genç bir delikanlıdır. Hoş muhabbet eder, Kafkas harbini ballandıra ballandıra köy odasında, her gittiği yerde anlatır, herkes onu soluksuz dinlerdi. Bunun için ona Kafkas lakabını takmışlardı.
Kafkas Mehmet her genç gibi evlendi. Birkaç yıl ara ile üç çocuğu oldu. Şerife on yaşına geldiği zaman, Hamet beş, Selver üç yaşındaydı. Annelerini kaybettiler. Üç kardeş kucaklaşıp, göz yaşlarıyla annelerinin mezar taşlarını ıslattılar. Kafkas Mehmet çocuklarına analık yaptı. Bir daha da evlenmedi. Çocuklar baharın kır çiçekleri toplar, annelerinin mezar toprağının üzerine koyar, ruhuna dua okurlardı.
Seneler çabuk geçti. Şerife l8 yaşında genç kız, Hamet l3, Selver 11 yaşına girdiler. Kader annelerinin acısını dindirmeden ikinci büyük acıyı tattırdı. Kafkas Mehmet de bilinmeyen bir hastalıktan çocuklarına veda etti. Evde anasız babasız yapayalnız kaldılar. Hamet evin erkeği oldu. İki sene sonra Söbeçimen’in yakınında Topaktaş köyüne Şerife gelin gitti. Bir sene sonra Şerife’nin bir kızı oldu. Adını Refika koydular. Refika beşikten çıktı evlerinin eşiğinde oynamaya başladı. Yürüdü atıldı 3 yaşında sevimli konuşkan bir kız oldu. Hamet yirmi yaşına geldi askerden evvel evlenmeyecekti. Askere gitmeden Selver bacısını da evermesi gerekti. Kendi asker olunca Selver ne yapardı yapayalnız koca evin içinde. Selver’in de bir nasibi çıktı hem de kendi köylerinden. Hamet Allah’a şükretti. Anasının babasının mezarına gittiler. Selver ile birlikte mezarların başına oturup, her zamanki gibi dua ettiler.
Hamet: Ah anamız babamızda sağ olsalardı da görseydiler senin nişanlandığını?
Selver: Sana da bir kız bulurlardı, değil mi?
Hamet: Bulurlardı ya.
Selver: İçini çekti,” elbette bulurlardı.” Şimdiye kadar çocukların da olurdu değil mi?
Hamet: Neyse sen nasıl olsa bu köye gelin olacaksın. Gelecek sene senin çocuğunu severim. Hem de düğün okuntunu da dağıttık. On beş gün sonra bayrağın kalkacak. Beline kuşağını ben bağlayacağım. Şerife bacımda fesini süsleyecek.
Selver’in düğün hazırlıkları hızlandı. Bin boğa dağlarına kış, zamanından çok evvel gelir. Dağları sis bürüdü yağan kar diz boyuna çıktı.
Hamet: Selver bacı, düğününe üç gün kaldı. Ben gidip Şerife ablamı getireyim. Onun kocası asker de, yalnız gelemez ki Refika’yı da getireyim. Onu çok özledim şimdi konuşuyordur herhalde.
Sabahın erken saatin de Hamet kar üzerinde iz yaparak patika yollardan dereleri tepeleri aşıp, birkaç saat sonra Topaktaş köyüne vardı. Ayni gün öğlenden sonra Şerife ve Refika’yı aldı, ellerinde bir bohça ile yola düştüler. Ayaklarında çarık diz boyuna kadar çekilmiş yün çorap, Hamet’in başında bir papak ellerinde tiftik yününden yapılmış eldivenler. Refika eski bir çula sarılı başı bağlı yalnız gözleri görünüyor. Şerife
de sıkı giyinmiş, Refika sırtında yola yürümeye başladılar. Bohçanın içinde Kutnu kumaş çiçekli pazen entarilik birde ibrişimden poşu vardı. Şerife poşuyu bacısı Selver’in başına bağlayacak, onu elleriyle süsleyecek, Annesinin yokluğunu Selver’e belli ettirmeyecek. İki kardeş yolda giderken hep Selver’i konuştular. Arada Refika da anlaşılmayan sözler söylüyordu dayısına annesine.
Topaktaş köyü uzak, çok uzaklarda kaldı. Birden dağların başındaki bulutlar aşağı inmeye başladı. Ufak bir vadi olan dumanlar çayırlığına geldiler. Burada hava iyiden iyiye bozuldu. Kar yağmaya başladı bulutlar yere indi. Sis içinde kaldılar. Güneş batmıştı sanki, karanlık zindan gibi olmuştu her taraf. İçlerinde bir sıkıntı oldu. Bu sıkıntıyı birbirilerine anlatmaya ikisi de çekiniyorlardı. Kulakları uğulduyor beyinleri zonkluyordu. Refika annesinin sırtında kafasını daha da çekmiş çulun içine. Çöm Bekir deresine doğru inmeye başladılar. Yalnız gözlerinin önünü görebiliyorlardı. Refika’yı dayısı sırtına aldı. Çöm Bekir deresine birbirilerine tutunarak indiler. Yağan kar fırtınaya dönüştü. Birbirilerinin sesini duyamıyorlardı. İki metre önlerini dahi göremiyorlar. Dereyi geçip yukarı doğru tırmandılar. Ayakları yerden kesiliyor, adımlarını zor atıyor, fırtınanın estiği tarafa bükülüyorlar. Karlara bata çıka yamacı ortaladılar. Fırtınanın getirdiği kar göbek hizalarına kadar çıkıyor. Bazen ayakları yere değiyor bir kayaya bir taşa basıyorlar. Düşüyorlar kara gömülüp, gömülüp çıkıyorlar yineden yollarına devam ediyorlar. Fırtına şiddetini devam ettiriyor. Şimdiye dek köylerine varmış olmaları gerekirdi. İlerilerini göremiyorlardı ki. Şerife arkada kaldı. Yorgunluktan bitti. Rüzgarın yerden alıp suratına serptiği kardan nefes alamıyordu. Hamet’ e çağırsamıydı! Çağırsa da duymazdı. Yine de çağırdı. Hamet.. Hameeet, Hameeet. Sesini rüzgar kılıç gibi kesiyor, yana alıp götürüyor. Rüzgarın ıslıkları arasında boğuk bir ses kaybolup gidiyordu. Hamet. Hameeet bire kardeşim dönüp bir arkana bak Hamet, Hamet kız Refika yavrum sen duy bari? Hamet, Refika diyerek ayağı kaydı karın içine yuvarlandı. Hamet uzaklaşarak bir zaman gitti. Çömbekir deresinden yukarı çıktı. Şerife aşağı da kaldı. Hamet yukarı çıkınca hangi tarafa gideceğini kestiremedi. Geri dönüp Şerife’ye sorayım diye düşündü. Arkasına baktı ki Şerife görünmüyor. Sırtında ki Refika’yı kucağına aldı. Afalladı Şerife’yi göremeyince... Gökte bir şakırtı bir gürültü uğuldadı beyninde. Fan oldu kulakları. Şerife. Şerifeee, Şerifeee. Refika’yı yere indirerek iki bacağının arasına aldı. İki elini yanaklarına tutarak, tekrar Şerifeee, Şerife, Şerife yok görünürlerde. Refika’yı kucağına alarak geri döndü Çömbekir deresine aşağı doğru her iki adımda Şerifeee diye bağırarak. Annesini yakınında göremeyen Refika ağlaya, ağlaya yorulmuştu dayısının kucağında ağlamıyordu artık. Hamet Çömbekir deresine kadar indi. Bir adım atsa önceki adımının izlerini tipi kayıp ettiriyordu. Şerife’den eser yoktu. Suyun çağlayıp giden tarafına bir daha bağırdı. Şerifeee. Yok . Şerife buradan ileri gidemezdi. Suyu görürdü. Ben aşağı inerken belki de o yukarı çıkıyordu. “Ey bire bacım bari olduğun yerde dursaydın” Nasıl dururdu ki dedi kendi kendine. Refika’yı kucağından tekrar sırtına aldı. Refika da o kadar ağırlaşmıştı ki tartsan belki yüz kilo gelirdi. Dizinin üzerine alarak çömeldi biraz dinlendi artık sesi de çıkmıyordu. O kadar susadı ki boğazı kurudu. Gırtlağı acı ,acı yanıyor Çömbekir deresine inmişken su içseydim bari diyerek geri dönüp akan dereye baktı. İçinden gidip su içmek geldi. Bir hayli yukarı çıkmıştı, eğilip yerden biraz kar aldı ağzına attı. Kar kum gibi, birkaç avuç daha yedi, susuzluğunu gidermedi. Refika’yı dizlerinin üzerinden zor kaldırarak ayağa kalktı. Tipi azdıkça, azıyor durmak bilmiyordu. Çömbekir deresini yukarı çıktığı zaman takatı kesilmişti. Tipi tozutuyor yere çöküp Refika’yı duldasına oturttu. Biraz daha dinlenerek soluğunu topladı.
Refika’ya: Refika sen burada otur. Ben sağa sola bakayım ananı bulayım. Sakın olduğun yerden ayrılma ben şuracıklara bakacağım buradan çok uzaklaşmam. Dayısının söylediklerini Refika duymadı bile. “Üç yaşında bir yavru, başı sıkıca bağlanmıştı zati” Hamet ayağa kalktı ben dört adımdan fazla uzaklaşmam tamam mı canım? Bu sözler Hamet’in ağzından çıkınca Karla karışık tipi kılıç gibi kesti sesi savurdu yana . Hamet biraz ileri gitti geri geldi. Sağa sola dört tarafa gitti gitti geldi. Refika olduğu yerde oturuyordu. Biraz daha uzaklara bakayım diye Refikadan uzaklaştı. Geri döndü Refika’nın olduğu yere. Refika olduğu yerde yok... Buraya koymadım, az ileriye koymuştum dedi kendi kendine. İleriye koştu Refika yok... Geri döndü yok. Parmak kadar çocuk nereye giderdi. Buralarda olmalı. Refikaaa. Refikaaa. Refika yok. Yere kapandı, yumruklarıyla kara vurarak ağlamaya başladı. Ağladı ağladı. Kalktı oturdu. Refikaa, Şerifeee, Şerife ne ettin neden ayrıldın? Bak seni bulayım derken Refika’yı da kaybettim. Beğendin mi kız ettiğini? Ben ne ederim şimdi. Ayağa kalktı kız Refika sen nereye gittin kayıp oldun? Yoksa seni bir canavar mı kaptı sürükledi. Refika Refika diye dolandı durdu. Refikayı kayıp ettiği yerde gökler bir daha şakırdadı. Uzun bir demir sesi kulaklarında uğuldadı. Ciğerlerin de bir ateş alev gibi ağzından dışarı çıktı. Burun deliği yandı. Yerler yarıldı uçurumlardan yuvarlandı. İçinden duyduğu boşluğun sonu bitmedi. Yüreği hızlı, hızlı vurarak çarpmaya başladı. Başındaki saçlar papağını deldi üstüne çıktı. Refika, Refika yavrum nereye gittin? Refika Tekrar aramaya başladı. Refika’nın kayıp olduğu yerden ayrılmadı. Dizlerinde derman, gözlerinde fer, dudaklarında yaş kalmadı. Diz çöktü yere kafasını karların üzerine koydu. Refika, Refika diye ağlamaya başladı. Ağlamanın faydası yoktu ki kalktı tekrar aramaya başladı. Hava ağır. Ağır sakinleşiyordu yapmıştı yapacağını. Şerife’yi minicik Refikayı alıp, savurmuş taştan, taşa vurmuş, obur hava yutuvermişti. Rüzgar tamamen dindi. Hamet o kadar yorgun düştü ki sürünerek Refika’yı aradı, aradı bulamadı. Santim, santim ilerliyor yerde sürünüyordu. Yorgunluktan bitti. Karın üzerine ağzı yukarı yattı. Beyninden ateşler saçılıyordu. Bir tatlı uyku bastırdı. Ayaklarını uzattı uyumak istemiyordu ama göz kapakları düşüyordu. Bütün gücünü sarf ediyor bir gramlık göz kapağını tartamıyor, gözünü açık tutamıyordu. Gözünün açık kalması için, göz kapağını delip, bir iple saçlarına bağlamalıydı ki gözleri kapanmasın. Göz kapaklarına gücü yetmedi. Az kapatırım ama uyumam dedi. Zihnimi açık tutar az sonra da kalkar Refika’yı ararım bulurum, Şerifeyi de bulurum. Zihnimi açık tutmalıyım, uyumamalıyım... Gözleri kapandı. Hayali olarak köye gitti. Selver ile annesinin babasının mezarına kırlardan çiçek topladı. Çelik çomak oynadı arkadaşları ile Selver’in düğünü başladı. Eli ile Selverin kuşağını bağladı düğünde... Şerife de öyle hoş gülüyordu ki.
Şerife ne kadar bağırdı ise de sesini duyuramadı Hamet e, Refika’ya... Bir kayanın üzerinden yuvarlandı gömüldü karların içine, çapalayarak çıktı karın içinden. Karın içinden çıktıktan sonra yönünü kayıp etti. Hamet’i daha evvel kayıp etmişti. Yürüdü Hamet Hamet diye bağırarak. Karşısına çıkan kayalar yüce dağlar gibi görülüyor, ufacık çalılar orman oluyor, bulut oluyor, duvar gibi üstüne kepiyor. Böyle dağları ormanları Şerife buralar da hiç görmemişti. Durdu acep burası neresi ola? Yürüdü büyük bir ormana yaklaştı. Yaklaştıkça orman büyüyor boy atıyor. Yüce kavaklar gibi göklere yükseliyor. Tökezledi kavakların birini tutmak istedi. Eline beş kavak birden geldi. Koca kavak gibi bu orman ağacı nasıl sığdı elime dedi. Öbür elini attı beş altı ağaç da o eline geldi. Rüya gördüğünü sandı. Karamuk çalılarının dikeni elinin birine battı acıdı eli çalıları bıraktı. Aklı başına gelir gibi oldu. Gözlerini kapattı açtı. Baktı ki orman sandığı önündeki küçük bir karamuk çalısı. Geldiği tarafa baktı. Buraları hiç tanımıyor, ömründe görmediği yerlerdi. Kendi kendine kız Şerife senin beynin dönmüş anam dedi. Buralar nere? Nere olursa olsun. Karar verdi bu karamuk çalısının yanından ayrılmayacaktı. Çalının yanına oturdu. Dizlerini çenesinin altına çekti. Ellerini dizlerinin içinden yüzüne yapıştırdı. Ne olup bittiğini buraya nasıl geldiğini, Hamet’i ve Refikayı nasıl kayıp ettiğini düşündü. Buradan ayrılmamalıyım, beklerim sabaha kadar. Nasıl olsa Hamet beni arar bulamaz. Refika’yı da köye götürür. Yanına köyümüzden adamlar alır, gelip beni burada bulurlar. Onlar beni bulmadan canavarlar gelip beni yemezlerse... Korkudan ürperdi. Kim bilir sabah olmadan da gelirler. Çöm Bekir deresi ne kadar yer ki çağırsan köyden duyulur. Belki Hamet köye varmıştır diye düşünerek, yarın neler yapacağını hayal etti. İki gün sonra düğün kuruldu. Kendisi de oynadı Selverle karşı karşıya, ona gelinlik elbisesini giydirdi, fesini süsledi, kendi getirdiği ipekten yapılmış poşuyu da omzuna attı. Kardeşinin gözlerinin içine baktı, dünyada senden daha güzel gelin mi olur dedi. Gecenin geç saatın da kına yaktılar. Genç kız arkadaşları,”Kız anası, kız babası/ hanı bunun öz anası( İşte geldim, gidiyorum/ Buralar size kalası” diye kına türküsünü söyleyince Selver ile sarılıp ağlaştılar. Analarının babalarının yokluğundan. Sabahleyin gelin alıcıları geldi. Selver’i ata bindirdiler. Mezarlığı dolaştıktan sonra gelin olduğu eve götürdüler. Kızı Refikayı düşünürken o da uykuya dalıp gitti..
Hamet Şerife yi aramak için Refikadan uzaklaşınca , Refika etrafına baktı dayısı yok, korkudan ayağa kalkarak dayısını bulmak için onu aramaya başladı. Otuz metre kadar gittikten sonra üzerinde sarılı olan çul yere düştü. Başında sarılı olan bezleri de kendi çıkarıp attı. Kısa bir zamanda çul ve çaputlar, üzerine yağan karın altında kaldı Refika bilmediği bir istikamette ağlayarak gitti. Düz bir kayanın üstünden dört metre kalınlığında karın içine düştü Tutunup çıkacak bir şey aradı elleri ile karın altında. eline saçları geldi. Saçlarına tutunup oradan çıkacağını sanarak var gücü ile saçlarını yoldu. Saçlarının dibinden çıkan kan damlacıkları parmağına sıvandı kar sabaha kadar aralıklarla yağdı.
Selver hamet ağası ve Şerife’yi dört gözle bekledi sabaha kadar. Horozlar ötmeye başlayınca evden çıktı, bütün köyün kapılarını çaldı. Ağam gelmedi, ablam gelmedi, onlar tipiye tutuldular ne olur kurtarın onları diye gezmediği kapı kalmadı. Her kapıyı açan, sakin ol kızım belki köyden çıkmamışlar. Bu gün öğleye kalmaz gelirler. Şurası kaç saatlik yol, acele etme. Hava ağarsın iki atlı gönderir Topaktaş köyünden çıkıp çıkmadıklarını öğreniriz. İnşallah senin düşündüğün gibi olmaz diye Selver’i avutmaya çalıştılar. Hava aydınlanır aydınlanmaz, köyden iki atlı Topaktaş köyüne gitti. Öğle olmadan geri döndüler. Acı gerçek ortaya çıktı. Komşu köylüler dahil herkes, tipide kayıp olanları aramaya başladı. İlk önce Şerefeyi buldular. Kar denizinin içinde yüzüyormuş gibi karın üstünde kafasını gördüler karamuk çalısının yanında.
Dört gün sonra da Hamet’i buldular. Köye gelen çerçinin Atı basmıştı Hamet’in çarıklı ayağına, bir çocuk gördü at izinde ağzı yukarı yatmış gözleri açık, gök yüzünü seyreder gibi. Tahmin yürüttüler Refika’nın nerede olabileceğine. Hamet’in bulunduğu yerlerde bir yerde olması gerektiğine karar verdiler. Yüzden fazla insan kar üstünde, ellerinde değnekler karlara batırıp batırıp çıkartıyorlar. Biri değneğin yumuşak bir şeye değdiğini fark etti . elleriyle karı temizledi. Refika’nın sarıldığı çulu buldu. Az sonra da başına sarılan bezi buldular. Refika’nın bu kayalardan birinin üstünden aşağı düştüğüne karar vererek kayaların diplerini açtılar ve Refika’yı da buldular.
Bahar ayı gelince Aziziye’den doktor geldi Şerife ve Hamet’i mezardan çıkartarak karınlarını yardı, kafa taslarını testere ile kesip beyinlerinden parçalar aldılar. Şerife oturduğu yerde donmuştu onun kol ve bacaklarını açamayınca oturur şekilde elbiseleri ile mezara koymuşlardı. üç saat boyunca üzerine sıcak su döktüler, kollarını ve bacaklarını çözdüler. Doktor Şerife’nin dört aylık hamile olduğunu söyledi.
Olaydan iki ay sonra Selver’i bir akşam düğünsüz derneksiz gelin ettiler. Selver bu acıya ancak beş ay dayanabildi. O da anası babası ve kardeşlerinin yanına gelinlik elbisesiyle gömüldü. Kafkas Mehmet’in ocağı söndü. Doğmadılar yaşamadılar.
Selver ölmeden kardeşlerine aşağıdaki ağıdı yaktı.


Nettim hey Allah'ım nettim
Bal yaladım, ağı yuttum
Benim gibi olmuş var mı
Bacıyı gardaştan (1) ettim

Şimdi dayıların gelir
Kimi Atlı, kimi yayan
Öksüz kız gelin mi olur
Uyan ağa Hamet im uyan

Dünde bir gün de ağdı (2
Yüreğime düştü sızı
Hamet’im tipide kalmış
Hem de bacı, hem kuzu

Nenni körpe kuzu nenni (3)
Parmağının ucu kanlı
Ben bacımı nidicim (4)
Daha Hamet delikanlı

Gadanı (5)alim Şerife bibi
Hamet’im gelirdi size
Açtık baktık mezarına
Kurtlar düşmüş ela göze

Kara belik ışıl ışıl
Şerife karamukta üşür
Öksüz kız gelin mi olur
Aklını başına devşir


1- Gardaş: Kardeş. 2- Deağdi: Güneş doğdu. 3- Nenni: Bölgede ninniye nenni derler. 4- Nidicim: Ne yapacağım.5- Gadanı: Gelecek her türlü belanı.


9. TÜRKMEN ALİ’NİN UŞAKLARI.

Olayın 18. asrın sonlarında geçtiği tahmin ediliyor.
Cerit oğulları, Tecilli, Karalar, Doğan Türkmen Aşiretleri ile Oğuz Avşar obaları, çukur ovada yaşarlardı. Bu Aşiretlerden ünlü devlet adamları çıkar, Sivas, Maraş paşalıklarına atanırlardı. Paşa çıkartan aşiret, Paşa babalarına güvenerek, yandaş aşiretlere ve Avşar obalarına saldırır, Çukurova ve Ala dağlar da hükümranlıklarını sürdürürlerdi.
Tecilliler, Karalar aşiretini dağıttıktan sonra, Avşar obalarına saldırmaya başladılar. Yarisufat (Ceyhan) dolaylarında Türkmen Ali Avşar obası ile yaptıkları çarpışmada Tecilliler Türkmen Ali Avşar obasına çok zaiyat verdiler. Kendileri de bey ailesinden dört kişi kaybetti. Ceyhan’ı merkez olarak kullanırlardı. Türkmen Ali obası da Hınzır ve Bin boğa dağlarında yazı geçirir kışın da Kadirli Kozan arasında mallarını otlatır, belli bir yeri merkez olarak kullanmazlardı. Kavgalar önce çobanlar arasında başlar, sonra sürüler çevrilir, büyük çatışma hazırlıkları başlamış olurdu. Bu tür çatışmaların önü arkası bitmezdi. Yandaş oba beyleri toplanarak Türkmen Ali Avşar obası ile Tecilli yürük obasını barıştırmak istediler. Kardeş kanının dökülmemesi için aracı oldular. Uzun gidip gelmelerden sonra, barışın devamlı olması için Türkmen Alinin kızı İnci’yi Tecilli beylerinden Açacak Ömer’in oğlu Necibe bitirdiler.
İnci Torosun binboğa dağlarından, Adana Bozantı yakınlarında Ala dağlarda hüküm süren Tecilli Aşiretine gelin gitti.
Türkmen Alinin kızı İnci, onbeş yıl gelin olarak hizmet gördü. Bu on beş yıl içinde İnci’nin çocuğu olmadı. Tecillilerin sabrı tükendi. Bu kısır karı yüzünden intikamımızı alamadık bir çocuk bile olmadı intikamımız yerde kalmamalı diye tekrar Türkmen Ali obasına çatmaya başladılar. İsterseniz gelin kısır avradı alın götürün dediler. İncinin kocası Necip de usanmıştı İnci’den. Necip her İnci ile beraber oluşunda amcalarının ölüleri gelip dikiliyordu karşısına “Bir avrat için bizim kanımız, töremiz de yerde kalır mı? Sen Tecilli oğlu kanı taşıyorsun der gibi oluyor. Gaipten bir ses duyuyordu sanki. Kış geliyordu nasıl olsa onlarda Bin boğalardan düze inerlerdi. Tutarım kolundan alın kızınızı, kana kan isterim, derim de bari şerefimizle yaşarız diye hayal kurdu” Bu fikrini kardeşlerine amca hala oğullarına açıkladı. Onlar biz dünden hazırız ancak sen İnci ile evli olduğun için, biz bir şey düşünmüyorduk dediler. Hep birlik de Açacak Ömer e gidip, Necip in fikrini söylediler.
Açacak Ömer, İnci burada oldukça bu iş olmaz dedi.
Necip, düze indiğimiz zaman İncinin kolundan tutup onlara teslim edeceğim dedi. Açacak Ömer o zaman bir diyeceğim kalmaz. “Türkmen Ali obası çukur ovaya inmeden kendileri inecek, harp hazırlıkları yapacaklardı.” Tecilliler altı yüz çadır, Türkmen Ali obası iki yüz çadırdılar. Tecilliler Türkmen Ali’den her bakımdan üstün ve kuvvetli idi. Türkmen Ali obası ovaya konmadan, Tecilliler bu hazırlıkları yapıyorlardı.
Türkmen Ali’nin kızı İnci, karnında bir şeyin tepindiğini fark etti. Diz çöküp Allah’a şükretti. Gözleri pırıl pırıl oldu. Çadırdan çıkıp, var gücüyle bağırdı.
Ey obalar duyduk duymadık demeyin Açacak Ömer’in bir torunu daha oluyor. İşte karnımda tepinip duruyor diyerek kendi etrafında döndü durdu. Akşam kocası davardan gelmeden kendi ona gitti.
Necip bak karnımda çocuk var oynuyor elini tuttu karnına dokun dokun fark ettin mi? Yoksa sevinmedin mi? dedi.
Necip, elini İncinin karnından çekerek, İnci’ye bir küfür savurduktan sonra, babanı kardeşlerini öldürmememiz için bu yalanı uydurdun değil mi? dedi. Senin gibi bir katırdan çocuk olmaz diyerek, kolundan tutup babasının oturduğu çadıra kadar getirip, İnci’yi babasının üstüne itti. Al düşmanının kızını, karnında bir çocuğu olduğunu söylüyor. Kırk çocuğu da olsa, amcalarımın intikamları alınacaktır. Bu olay üzerine tekrar toplandılar. Açacak Ömer çocuğun doğmasını beklemelerini söyledi oğullarına ve diğerlerine.
İncinin altı ay sonra bir oğlu oldu. On altıncı yılda. Tecillilerin ileri gelenleri tekrar toplandılar çocuğun doğumu üzerine. Türkmen Ali obasından intikam alınmalı mı? alınmamalı mı? Uzun uzun tartıştılar. İçlerinden biri söz aldı:
Onlar Tecillilerin ileri gelenlerinden dört kişi öldürdüler. Biz de onlardan dört kişi öldürürüz. Böylece de hadise kapanır gider. Bu çocuğun da doğması işimizi kolaylaştırdı. İncinin bir çocuğu olduğunu aramızda hiç bir düşmanlık kalmadığını, bundan sonra kimse birbirinden çekinmesin, buyursun Ali beyler misafirimiz olsun diye haber salarız. Onların ileri gelenleri çocuk doğduğu için göz aydınlığına bize gelirler Kaç kişi gelirse bu çadırın içinde hepsini öldürürüz. İsterse İnci de varıp gitsin dedi. Çadır da hazır bulunanlar bu fikri beğendiler. İnciden ve oba sakinlerinden bu kararı sakladılar.
Bir yıl sonra Ala dağlar ve bin boğa dağları soğumaya başladı. Her iki taraf da koyunları kuzuları ve develeriyle çukur ovaya indiler. Çukur ovada içleri donduran, soğuklar ardı arkası kesilmeyen yağışlar başladı. Tecilliler iki kişi ile doğan çocuğun müjde haberini Türkmen Ali’ye götürdüler.
Ömer beyin selamı var. Sizleri davet ediyor, akrabalığımızı kutlayalım diye buyurun ediyorlar. En kısa zamanda sizleri beklediğini söyledi deyip, bir gün sonra geri döndüler. Aradan iki ay daha geçti. Türkmen Ali oğullarını başına topladı. Üç oğluna hazırlıkları yapın, yeni doğan torunuma hediyeler alın, gidip bacınız İnci’yi görün, bendende selam söyleyin diyerek üç oğlunu hediyelerle birlikte yola çıkardı. Önceden de göz aydınlığı için üç oğlunun geleceğini haber gönderdi Tecilliler obasına.

İncinin üç kardeşinin geleceğini haber alan Açacak Ömer sordu ne diyorsunuz çocuklar diye büyük oğlu İncinin kocası Necip cevap verdi.
Diyecek bir şey yok, kavilleştirdiğimiz gibi geberteceğiz üçünü de. Benim bir oğlum oldu diye amcalarımın kanı yerde mi kalsın, böyle mi istiyorsun?
Açacak Ömer: Ben böyle bir şey demedim. Onları bu çadırda öldürmek olmaz. Bizim oba Açacak ailesinden nefret eder de dağılırlar.
Necip, Ölümün mekanı olmaz baba, burada öldürmesek yolda öldürürüz dedi. Gelecek olan üç kardeşi yolda öldürmeye karar verdiler. Açacak Ömer’in üç oğlu bellerine keskin üç kama takarak Türkmen Ali’nin oğullarının gelecekleri yola çıktılar. Ceyhan yakınlarında, onların geleceği istikamette bir höyük var. “Adı kara höyüktü. Bu olaydan sonra kader höyüğü olarak anıldı.” Höyüğün başına çıkıp, gelenleri uzaktan gördüler. “Yola çıkmadan evvel İnci’ye ava gideceklerini söylemişler.”
Üç kardeş üç atın üstünde konuşarak, akıllarından hiç kötü bir niyet geçirmeden geliyorlardı. Necip kardeşlerini tekrar karşısına alarak, gelenleri nasıl öldüreceklerini bir daha tekrar etti. Bakın çocuklar, karşıdan üç kişi geliyor bunlar benim kayınlarım, oğlumun da dayıları, hiç önemli değil. Bunları öldüreceğiz, ama nasıl? Bu gelen üç kişi arka arkaya değil de yan yana geliyorlar. Biz de onlara karşı yan yana gideceğiz atlarımızla karşı karşıya geldiğimizde kollarımızı açıp, aman beyler hoş geldiniz diyerek onların boynuna sarılıp öpeceğiz. Bir taraflarını öptüğümüz de ikinci taraflarını öperken hançerlerimizi çıkartıp, karınlarına sokup, sokup çıkartacağız, daha sonra geri çekileceğiz, onlar atlarından aşağı düşecek, bizden böyle bir şey beklemediklerinden kendileri de boş bulunacak. Sakın hata yapayım demeyin ve cesaretli olun hançeri her saplayışınızda, öldürdükleri amcalarımızı düşünün tamam mı? Diğer iki kardeş tamam dediler. Höyükden inerek atlarına binip gelenlere doğru yavaş yavaş ilerlediler. Az sonra karşılaştılar aralarında bir metre yer kaldı. Türkmen Ali’nin oğullarından Osman selam verdi. Necip Selamı alıp atı ona yaklaştırdı. Diğerleri de öyle yaptılar. Üçer kardeş at ütünde birbirilerine sarıldılar. Yanaklarından öpüşürken, feryatlar koptu anam yandım diye.
Osman, yapmayın bire kahpeler biz Tanrı misafiriyiz dedi. Diğerlerinden ancak ıh, ah, of kelimeleri çıktı ağızlarından. Atlarından yere düştüler. Yere düşenlerin üzerine diğerleri de atlarından inerek çullanıp, kamalarını bağırlarına batırıp batırıp çıkardılar. Üç kardeş, üç kardeşi üç dakika içinde öldürdüler. Ölülerin başına dinelip uzun uzun seyrettiler onları.
Necip’in küçük kardeşi: Ne yapacağız bunları ağam dedi?
Necip, keselim kafalarını, bedenlerini de yolun kenarında ki çukura atalım. Herkes öldürdüğü kişinin başını kesti. Kesik başları heybelerinin gözlerine koydular. Bedenleri de yoldan uzak bir çukura attılar. Öldürdüklerinin atlarını da yedeklerine alarak, büyük bir zafer kazanmışlar gibi, kelleleri getirip, Açacak Ömer’in önüne yuvarladılar. İntikamımız kutlu olsun baba diyerek elini öptüler. Daha sonra kafaları tekrar heybeye koyarak, kendi çadırında, çocuğunun beşiği yanında İnci’ye Necip götürerek, heybeyi çadırın orta direğine dayadı.
İnci avımız rast geldi. Elinde hamur yoğurma işi bitince bu üç tavşanı pişir de akşam iştahla yiyelim diyerek çadırdan geri çıktı. Arkasından İnci hamurlu elleriyle ayağa kalkarak ey Necip baksana biraz.
Necip geri dönüp, ne var dedi?
Şu üstünün başının kanı ne öyle?
Tavşanlar çok büyüktü mundar olmasınlar diye onları keserken üstüme sıçradı kanları. İnci tekrar hamur yoğurmaya başladı. “Kendi kendine heybeye bakarak tavşanda bu kadar kan mı olurmuş dedi. ”Hamur yoğuracağım ekmek açacağım da akşama da tavşan pişirecekmişim. Başka gelin mi yok? Götür tavşanları onlar yemek yapsın diye söylenirken bebek ağlamaya başladı, beşiğinin içinde. İnci çocuğu biraz salladıktan sonra, hamuru yoğurup bitirdi. Bu saatten sonra tavşanlı pilav mı yapılır? Gece yarısına ancak biter. Yüzülecek temizlenecek ne bileyim ben... Biter mi üç tavşan? Kıl heybeye sızan kanlar yerleri ala bula yapmıştı. Ne kanlı tavşanlarmış diyerek elini soktu heybenin içine, tavşanın kıllarından tutup çıkardı. Baktı bu bir insan kafası. Biraz daha yukarı kaldırdı, baktı kardeşi Mehmet. Nasıl olduğunu bilmedi, nutku durdu, bir zaman öyle baka kaldı kesik kelleye, aklı başına geldi. Sarıldı kelleye kardeşinin kesik başı İncinin göksünü kana boyadı. Oturdu diğer kafayı da çıkardı. O da kardeşi Osman, üçüncü kafayı çıkardı o da kardeşi Ömer, kardeşlerinin üç kafası önüne seriliverdi. İnci öyle bir feryat etti ki duyanlar İnci’nin öldürüldüğünü sandılar. Kimseler çadırına girmek cesaretini gösteremediler. İnci kardeşlerinin kafalarını önüne diziyor, bakıyor tekrar kucaklıyor, inanamıyor. Tekrar tekrar önüne diziyordu. İnci ahu figan ederken, bey çadırında toplananlara, kayınlarını kocası nasıl avladıklarını anlatıyordu. İnci ağlamayı yüksek sesle bağırmayı kesti. Kardeşlerinin kellelerini tekrar önüne dizdi. Kalktı bir mutfak bıçağı aldı. Geldi beşikte yatan, on altı senede bir bulduğu oğlunun başına baktı baktı oğluna mışıl mışıl uyuyor. Öptü yavruyu beşiğinin içinde, biraz daha seyrettikten sonra, yavrum ben senin ananım, şu yerde dizili toprak üzerinde duran kafalar da senin dayıların, bak hiç acıdılar mı? Bana, sana bu kan davası bitmeyecek, sen de büyüyecek nice ocaklar yıkacaksın. Kardeşlerimin oğullarını da sen öldürteceksin. Onun için Açacak oğulları sülalesi, onların kanlarının karıştığı herkes
benim düşmanım gayri, sende düşmanımsın yavrum. Senin hiç günahın yok, yok ama kardeşlerimin ne günahları vardı? Öldürdüler kellelerini kucağıma attılar. Benden ve Türkmen Ali obasından intikam aldılar.
Çocuğu beşikten çıkarttı, kundağını çözdü, yere yatırdı besmele çekti, körpe yavrusunu kurban keser gibi kesti. Kafasını gövdesinden ayırdı. Kafayı havaya kaldırdı. Bir çığlık attı. Çocuğun kafasından akan kanlar, İncinin gözyaşlarıyla karışarak, dudaklarından ağzına aktı. İnci’nin her yeri kanla boyandı. Bir kan deryasına girip, çıkmış gibi, o hali ile çocuğun kanlı kellesi elinde bey çadırına koştu. Herkes bağdaş kurmuş oturuyorlar, zaferlerini kutluyorlardı. Birden İnci çadırın içinde peydah oldu. Her tarafı kanlar içinde, saçları darmadağın kanlı gözleri, çukurundan dışarı fırlamış, gittin Ömer’in oğlu Necip, avladın avını, avın rast geldi tosun gibi tavşanlar avladın. Benim de avım rast geldi. Bir köpek dölü de ben avladım. Al avımı diyerek, çocuğun kellesini Necip’in önüne attı. Çocuğunun kellesini dizlerinin dibinde gören Necip, çılgına döndü. Kalktı İnci’nin kanlı boğazına sarıldı. Çadırda bulunanlar İnci’yi Necip’in elinden zor kurtardılar. İnci bayılmış olarak yere düştü. İnci’yi dört ayak ederek çadıra, kardeşlerinin kelleleri bulunan yere götürdüler. Biraz sonra da çocuğun kellesini getirip, kanlı göksüne bıraktılar. Çadırda bulunan herkes bu dehşet karşısın da korktu. Bir zaman sonra kendilerine geldiler. İlk sözü Açacak Ömer konuştu.
Arkadaşlarım, evlatlarım, bu gibi hallerde sakin olmak gerekli. Olan oldu. Bundan sonra olacakları düşünüp, çareler aramalıyız.
Necip, Ben gidip İncinin kafasını koparacağım dedi. Hazırda bulunanlar, olmaz şimdi. Yarın sabahleyin herkesin gözü önünde, o küçücük yavruya süt verdiği memeleri keselim, sonra da taşlayarak öldürelim dediler. Elimizi vurmayalım onun pis kanına, onun çadırına iki nöbetçi dikelim dedile. Açacak Ömer sözüne devam etti.
Türkmen Ali bu hadiseyi duyunca, muhakkak üstümüze yürüyecektir. Hem de diğer Avşar obaları da birleşecek. Biz de tezinden Yörük obalarına haber verelim. Ceritler, (1) Karalar ve Doğan Aşiretlerine, bize yardım etmeliler dedi.
İnci bir müddet sonra uyandı. Ne olduğunu ne yaptığını düşündü. Göksü üzerindeki çocuğunun başını, yerde dizili kardeşlerinin başlarının yanına koydu. İnci’nin çadırına nöbetçi gelenler kafalarını çadırdan içeri sokup, İnci bacı biz seni bekleyeceğiz korkma dediler. İnci söylenenleri duymadı bile. Sadece oturduğu yerden kardeşlerinin yavrusunun, kesik başlarına bakıyor, göksü sızlıyordu.
Gece bir hayli ilerlemiş tan yeri ağarmak üzere. İnci oturduğu yerden kalktı. Çadırdan dışarı baktı. Nöbetçiler sırt sırta vermiş uyuya kalmışlar. İnci acelece kafasını çadırın içine sokarak, çocuğunu kestiği bıçağı alarak çadırın arkasından kendinin çıkacağı kadar yeri yavaş yavaş kesti. İki kardeşinin kafasını heybenin bir gözüne, çocuğun gövdesini ve kafasını diğer kardeşinin kafası ile birlikte diğer göze koydu. Heybeyi dengeledi. Önce heybeyi çadırdan çıkardı sonra da kendisi çıktı. Sürünerek bey çadırının arkasında bağlı atların yanına vardı. atlardan birinin yularını çözdü. Kafasındaki yem torbasını çıkardı. Yuları atın burnundan bir defa doladı bağladı. Heybeyi de atın sırtına yerleştirdi. atı biraz çadıra yaklaştırarak, çadır kazıklarından birinin üstüne basarak ata atladı. Yerler ıslaktı. Ağır ağır çadırların arasından çıktı. Yulardan fazla kalan ucu ile ata vurdu. At yıldırım gibi Kadirli istikametine uçtu.
Öğleden sonra babasının çadırının bulunduğu yere vardı. Çadırların içinden ağır ağır ilerledi. Babasının çadırına doğru, görenler İnci geldi İnci geldi diye sesle bir birlerini haberdar ediyorlardı. Her çadırdan üç beş insan kalabalığı, İnci’yi takip ederek, Türkmen Ali’nin çadırının önünde toplandılar. İnci’nin kanlı üstü başı, dağınık saçlarını görenler durumunun vahim olduğunu anladılar. Hiç kimseler ses çıkarmıyor. İnci sessiz kalabalığın üstünde göz gezdiriyor. Herkesin gelmesini at üstünde bekliyor. Gelen kalabalık arasında ve önünde durduğu çadırda, babası görünmüyor. Sabredemedi kalabalığa bir daha göz gezdirdikten sonra nerde babam, babam nerde? İşte geliyor dediler. Türkmen Ali gelip kızının karşısında durdu.
Ne olmuş bu kıza diye aval aval bakarken İnci attan aşağıya sıyrıldı. Koştular İnci attan düşmeden yakaladılar. İnci’yi attan aşağı indirirken, sarkan heybeden kardeşlerinin kafaları yere düştü. Düşen kafanın biri yuvarlanarak babası Ali’nin ayak ucuna kadar geldi durdu. Türkmen Ali yerdeki kelleyi alıp kaldırdı baktı oğlu Osman. Öbürlerini de heybeden çıkardılar. Küçük kafa daha fazla yuvarlandı. Herkes bir kafa aldı eline, ağlamaktan feryat etmekten, çukur ova inim inim inledi. Gök gürler gibi feryatlar birbirine karıştı. Bayılanlar yere kapananlar, saçlarını yolanlar ortalık karma karışık oldu. Kimse kimsenin yardımına koşmadı. Kelleler elden ele dolaşıyordu. Bir tanesi bağırdı. Bu kafalara neden eziyet ediyorsunuz? Getirin onları buraya? Kafaları toplayıp. Türkmen Ali’nin çadırında döşeğin üzerine sıraladı. Üstlerine bir bez örttü.
Açacak Ömer’in yardım için yandaş obalara gönderdiği adamlar elleri boş geldiler.
Eğer ki Türkmen Ali’nin çocuklarını tuzağa düşürerek kalleşçe değil de er meydanında öldürse idiniz? Size arka çıkardık, onları öldürürken bize danışmadınız. Şimdi neden ola ayaklarımıza kadar adamlar gönderirsiniz? Açacak Ömer kendi başının çaresine baksın diye gidenler buna benzer sözlerle geri döndüler. Açacak Ömer çok pişman oldu ama “tavşan yamaca geçmişti” Yapacak tek şey kendi obasını, kendi imkanları ile müdafaa edip korumalıydı.
Bu olaydan sonra. Açacak Ömer’in obasından bir gecede iki yüz çadır ayrıldı. İskenderun tarafına gittiler. Diğer kalanlar Türkmen Ali’den gelecek tehlikeye karşı hazırlık yaptılar.
Avşar oba beyleri, Türkmen Ali’nin uşaklarının başına gelenleri duydular. Türkmen Ali’nin yanına kadar gelip, başsağlığı dilediler. Bir ay sonra daha uzaklardaki beylere de haber göndererek toplanmaya karar verdiler. Toplantı günü geldi çattı. Yirmiden fazla Avşar oba beyleri, Türkmen Ali’nin çadırında toplandılar. Yörük Tecilli oğullarından bu intikamı almak için hep birden yemin ettiler. Hücum edecekleri günü de kavilleşerek hazırlıklarına başladılar. Her oba ikişer yüz, üçer yüz askerle atlı olarak, Türkmen Ali kuvvetlerine katıldılar. Kısa zamanda Türkmen Ali’nin etrafında beş bini aşkın asker toplandı. Tecillilere haber gönderdiler üstlerine geleceklerini, kendileri gibi kalleşlik yapmayacaklarını bilmenizi istiyoruz diye. Harekete geçerek, Yarisufat (2) yakınlarında Mutlu köyü civarında karşılaştılar. Avşarların kat kat fazla kuvvetleri karşısında Tecilli oğulları fazla dayanamadı. Bu çarpışmada Tecilli oğlu Aşiretinin, Açacak Ömer sülalesinden ihtiyar bir kadın ve gelinlerinden hariç hiç kimse canlı olarak kurtulamadı. Türkmen Alinin obasından olan adamlar ön saflarda çarpıştıklarından o taraftan da sayısız ölü verildi. Savaştan sonra da yaylaya göçtüler. Açacak Ömer’in oğullarının karılarını da beraberlerinde getirdiler yaylaya. Bin boğa dağlarına. Onları gören İnci Aşağıdaki uzun ağıdı yaktı.
İki yüz seneyi aşkın bir zamandan beri bu ağıt günümüz de çok insanın
ezberindedir.
( Türkmen Ali obası: Türkmen adı ile anılan Sarız’a yerleşmiş bir Avşar obasıdır. )

Koyun indirir yalıya (3) Bucak(l3) da taban kılıcı
Mesirek (4) bağlar çalıya Ciğerime battı bir ucu
Baktım babam Ali’ye İki elimde iki efe. (l4)
Aslanlarım derde gelir Ne zaman sabah olucu. (l5)

Türkmen Ali’nin uşağı Bucak da taban halısı
Kuşanın gayret kuşağı İnmez kır Atın sağrısı
Hani arkam çok diyordun Üç kardeşim birden ölük (l6)
Gelmedi Avşar uşağı Dayanamıyorum doğrusu

Leş yatar düzüm, düzüm Ömer, Osman gardaşlarım
Osman alayından uzun Gitmem ben, burda kışlarım
Gınamayın (5) komşular Eller bana deli diyor
Şu da bizim, şu da bizim Deli mi oldum gardaşlarım

Bu gece, ne şaal (6) gece Şu Murtlunun kedileri
Ay da doğdu ülger inen Oynaşıyor sürüleri
Üç kardeşin bacısıyım Ni deyim arada kaldı
Ağlarım fırgatınan. (7) Açacağın gelinleri

Boza (8) boz Ömer’im boza Şu Murtlunun (l2) örenleri
Boğazında heril (9) hoza. (10) Oynaşıyor cerenleri
Şimdi kardeşlerin gelir Ni deyim orada kaldı
Gıratınan toza toza Osman’ımın yarenleri


Yumam elimin kanını
Düşmana dönmüş yönünü
Soygun vermiş, anam oğlu
Üç günlük özne donunu

Ömer Osman gardaşlarım
Gitmem burada gışlarım
Ömer ağamın gelinini
Osman ağama bağışlarım

Ömer’in tuttuğu hular. (ll)
Otu bir hoş yana çağlar
Var kardeşin gelinleri
Kalbi yıkık, bir hoş ağlar

Bu olayda ihtiyar bir kadın kalmıştı ya, ona sormuşlar seneler sonra. Nasıl oldu bu iş, Avşarlarla diye? O da şöyle söylemiş.

Oturanlar, oturanlar
Ağaca işlik getirenler
Göçtümü ola, Avşar eli
Ocağımı batıranlar

l- Ceritler: Ceyhan bölgesinde kalabalık Türkmen boyu. 2- Yarisufat: Ceyhanın ilk kurulduğu yerin adı. Yalıya: Koyunların sağıldığı yer. 5- Mesirek: damızlık deve. 6- Gınamayın: Kınamayın. 7- Fırğatınan: Ayrılık, tipi gibi hızlı. 8- Boza: Boz. 9- Heril: Çiçekli kumaş. 10- Hoza: Boyun atkısı. 11- Hular: Kamış, çalı ve ottan yapılmış ev. 12- Murtlu: Ceyhan yakınlarında köy. 13: Bucak: Ekinin sararmadan önceki hali. 14- İki elimde iki efe: Kardeşleri için yiğitler diyor. 15- Olucu: Olacak. 16: Ölük: Ölmüş.

10. ANAN DA ÖLE BACIN DA ÖLE.

Mart ayı geldi, ama Söbe çimen köyünün, dağlarının, bayırlarının üzerinden kar kalkmadı. Kar eriyerek yeni yeni yerler alacalaşıyordu. Karın eridiği karalarda, koyunlar keçiler güzden kalma yaprakları yiyorlardı. Büyük baş hayvanların ağzına gelecek bir tutam ot yoktu. Bütün köyde hayvanların yiyeceği bitmişti. Öküzlere iyi bakmak gerek. Bir ay sonra, boyunduruk takılacak boyunlarına. Yırtacak taşlı tarlaların yüzünü. Sap çekecek harmana. Üzeri sap yüklenmiş kağnı ile Sürecek döveni döne döne.
Mehmet ağa sabahın alaca karanlığında oğlu Çıtak’ı uyandırdı, sıcak yorganın altında.
Kalk oğlum nerde ise gün kuşluk olacak. Kütüklüğe git de bir merkep yükü keven topla, yoksa hayvanlar acından ölecek. Bir avuç saman bile kalmadı. Hayvanların musuluna dökecek. Haydi haydi kalk bende merkebi dışarı çıkarayım. Çıtak yekinip yatağına oturdu.
Baba ben bu gün bir düş gördüm.
Hayırdır oğlum söyle bakalım düşünde ne gördün?
Baba, beni bu gün düşüm de Rüstem’in iti daladı. Çok korktum kızmazsan bu gün ben kevene gitmek istemiyorum. Başıma bir iş geleceğinden korkuyorum.
Hayırdır oğlum, düşler hep tersine yorumlanır. Besmele çek git bir şey olmaz.
Ben gitmek istemiyorum baba.
Oğlum sen bir düş gördü isen bu hayvanlar aç mı ölecek? Yoksa bana mı diyorsun, sen git diye? Ben ne kazma sallaya bilir ne de merkebe kevenleri yükleye bilirim. Şu ihtiyar halimle, haydi gidi ver de gel.
Peki baba gidiyorum diyerek, semeri vurulmuş merkebe kazmasını ve sekiz metrelik kendir ipini alarak bindi. Kütüklük yoluna düştü. Yolda kesik kesik kar parçalarının üzerinde giderek Kütüklüğe, güneş bir menzil yukarı çıkmadan vardı. Kazmasını aldı aşağıya indi merkepten. Merkebi serbest bıraktı. Kütüklüğün güney kısmında kardan arınmış büyük bir kara üzerinde Ali Kahyanın oğlu Ahmet davar güdüyordu. Ellerini kaldırarak bir birleriyle selamlaştılar. Kar olmayan bir yerden keven sökmeye başladı. Birkaç keven sökmüştü ki Rüstem’in oğlu Cemal de keven sökmek için oraya geldi. Cemal merkepten inmeden; ulan Çıtak sen delimi sin? Bak şu karşı da Karayörep de koca koca kevenler dururken, bu cılız kevenleri niye topluyon? Boş ver o topladıklarını da at da gel gidelim, oradan toplayalım. Oranın bir keveni buradakinden beş defa daha büyük haydi gidelim.
Çıtak cevap vermeden, kazmasını aldı merkebinin yanına gitti. Karayöreb iki yüz metre kadar ilerideydi. Merkebini çekerek, Cemal’in arkasından gitti. Cemal de merkep den aşağı indi. Bana bak aslanım şuralara sen dokunmayacaksın diyerek eli ile bir hudut çizdi. Buralardaki kevenleri ben sökeceğim. Sende git, parmağıyla uzak bir yer göstererek oralardan topla dedi.
Çıtak, Canım nereden isterse oradan toplarım. Burası babayın tapulu tarlası değil. Hem beni çağırdın, hem de buralardan toplama diyorsun.
Cemal, Ulan sende git dediğim yerden topla.
Çıtak, Buradaki kevenler sana da yeter bana da yeter tabi biterse yukarılara da gider oradan toplarız. İkisi de kevenlerin köklerini eşmeye başladılar. Keven toplarlarken topladıkları kevenlerin birbirilerine karışmaması için, istemeyerek yöreyi paylaştılar. İkisi de yeterince keven topladılar. Önce Cemal, eski orman kalıntılarından yeri eşerek bir kütük den odun parçaları çıkardı. Çıkardığı odunları kucaklayarak aldı getirdi topladığı kevenlerin yanına. Cebinden kibriti çıkardı getirdiği odunları kibritin ateşiyle yaktı. Yanan ateşin üzerine dikenli kevenleri atarak, kevenler tütsüme ye başladı. Yanan ateşin üstüne atılan kevenin yaprakları ve dikenleri yanarken çatır, çatır ses çıkardı. Çevreyi bir keven kokusu sardı. Çıtak de yeterince yerdeki kütüklerden odun parçaları koparıp getirdi. Cemal’in yanına geldi, hiçbir şey söylemeden, yanan kevenlerin altından bir parça ateş aldı. Kendi odunlarının yanına götürdü.
Cemal, Ulan Çıtak danışmadan benim ateşimden niye aldın? Eşek oğlu eşek. Çıtak Cemal in söylediklerini duymadı bile. Başını eğmiş üfleyerek ateşini yakmaya
çalışıyordu.
Ulan çıtak sana söylüyorum it oğlu it benim ateşimden niye aldın diye?
Çıtak’ ın odunları da az bir şey ateşe tutuşmuştu. Elinde ucu yanan, bir odun parçası ile ayağa kalktı. Cemal’in yanına geldi. Elindekini Cemal’in yanan ateşinin üstüne attı ve ne olmuş yani bir parça ateş almışsak? Kibrit almayı unutmuşum.
Ben sana demedim mi, buralardan keven toplamayacaksın diye?
Aslanım sen dellendin mi? Burası Allah’ın yazısı, herkes istediği kadar istediği yerden toplar.
Ben anlamam senin topladığın kevenlerin yarısı benim, hem de sen getirip, benim kevenlerimin üstüne atacaksın. Haydi al getir kevenleri.
Sen değil ya, senin ferişdahın (l) gelse, kevenlerimden bir tanesini dahi getirmem diyerek yeni tüten odunlarının başına gitti. Yaktığı odunlar sönmek üzere idi. Ellerini yere koyarak çömeldi. Sönmek üzere olan ateşine, başını yere eğerek üflemeye başladı. Cemal belinde ki uzun iki yanı keskin kamasını çıkarttı Çıtağın arkasına geçti kamasını iyice elinin içine yerleştirdi. Kamalı elini havaya kaldırdı, birden kamayı Çıtağın omzuna sapladı. Kamanın sivri ucu Çıtağın sol memesinin altından çıktı. O anda Çıtak öyle feryat etti ki sesi bütün dağlarda yankı yaptı. Çıtağın feryadını koyun güden Ali kahyanın oğlu Ahmet duydu. Çıtak ve Cemal’in bulunduğu tarafa koştu. Kamayı yiyen Çıtak, böğürerek göksü üstü toprağa yattı. Cemal kamasını çekip çıkartmak istedi. Kama bir türlü Çıtağın bedeninden çıkmıyordu. Yere uzanmış Çıtağın, Cemal kafasına bastı, çekti kama yine çıkmadı. Bu sefer bir ayağını kafasına, bir ayağını da beline bastı Önce kamayı kıvırdı, kıvırdı birden çekti, çıkan kamanın ucundan kanlar damladı. Kanlı kama Cemal’in eline geldi. Kamasını çeken Cemal merkebini kevenlerini orada bırakarak var kuvveti ile köye koştu babası Rüstem’in yanına vardı. Çıtağı kamalayarak öldürdüğünü söyledi. İki gün sonra da adalete teslim oldu. Olayı gören çoban Ahmet de koşarak gelip, Çıtağın babasına haber verdi. Çıtağın babası bu haberi duyunca bayılıp yere düştü. Biricik oğlu tek ümidi idi. Çıtağın ihtiyar anası Zeynep, bacısı Arife, Yolarak başlarında saç koymadılar. Koşarak kara yörebe gittiler. Bütün köyün erkeyi kadını. Çıtağı bir salın üstünde eve getirdiler. Çıtak konuşmadan bir gün yaşadı. Ölünce de cenazesini muhtar amcasının evine götürdüler. Jandarma geldi. Aziziye den, Savcı ve doktor gelinceye kadar, Jandarmalar Çıtağın başında nöbet tuttular. Savcı doktor geldikten sonra, Doktor Çıtağın karnını yardı. Balgam balgam kesek kesek karnından kan çıkardı. Açılan karnını çuvaldız ile melefe (2) diker gibi yeniden diktiler. Gözyaşları içinde toprağa verdiler. Bacısı Arife kardeşi Çıtağın arkasından şöyle söyledi ağıdını.

Hele ağa, Çıtağım hele. Gukgular ne hoş öter.
Anan da öle, bacın da öle. Göksünden mi geldin Yeter
Arkanda yok, bir gardeşın. Çatal odayı (7) koymuş da
Çıtağım hayfını (3) ala. Elin odasında yatar

Çıtağım yemedi yoğurt. Geliyor gardaşın göçü
Verseler de almam öğüt Al kana boyanmış saçı
Anası nasıl büyütmüş Kafir düşmanın kaması
Su üstünde selvi (4) söğüt. Ağciğere girmiş ucu

Kardeş yaralı dediler Beyaz işlik, (8) kara ceket
Emmisi evine kodular Dam başında geziyorlar
Hele görsen hallarını Döndüm baktım, gardeşımı.
Kanı silerek yudular Koyun gibi yüzüyorlar

Veysel’in avradı Yeter. Kara yöreb de düşeğe (9)
Muhtar atın, başını tutar Düşürmüşler ağız aşağı.
İğne getir, iplik getir Babam oğlu al yaralı
Doktor yarasını çatar Başına sarmış kuşağı

El alem, harap kala Şuracık da dövüş mü olur
Kütüklük de kara yöreb (5) On iki adım ara ile
Üç döşekden yer etmişler (6) Kardeşimi sal (l0) etmişler
Kanlar akmış gölek gölek Kuluncunda yara il


l- Feriştah: Krallar kralı. 2- Melefe: Yorğan yüzü. 3- Hayıf: İntikam. 4- Selvi: Söğüt cinsi. 5- Yöreb: Bayır. 6- Yer etmek: Burada yatak sermek anlamında. 7- Çatal oda: İki odalı. 8- İşlik: Yakasız gömlek. 9- Düşeğe: Öldürüldüğü yer.

11. SOLAK EŞKIYA

Cumhuriyetin ilk yıllarında Pınarbaşı, Tomarza ve Sarız kırsalında Solak adında ünlü bir eşkıya yaşardı. Bu eşkıyanın iki karısı yedi çocuğu vardı. Para ile adam öldürür herkesin istediğini tereddüt etmeden yerine getirirdi. Çoğu kimseler düşmanından değil Solak eşkıyadan korkarlardı. Her hangi bir olaya karıştığı zaman, izini kaybettirir uygun bulduğu bir zamanda köyüne gelirdi. Korkusundan onu kimse Jandarmaya ihbar edemezdi. Böyle bir zaman da köye geldi.
Gençliğin de sevipte evlenemediği Eşenin kocası ölmüştü. Eşe’ye başsağlığı dilemek için onun evine gitti. Tesadüf o anda eşenin evinde kendisinden başka kimse yoktu.
Eve girip sedire oturdu. Eşe ona hoş geldin dedikten sonra.
Solak: Çok üzüldüğümü söyleyemem, yine de başın sağ olsun. Nihayet kocan öldü. Ben seni istiyorum. Şimdi elime düştün. İki karım var sende gelirsen üç olur ne çıkar. Sende beni istiyorsun, bana geleceksin değil mi? Öyle değil mi kız, haydi söylesene?
Eşe: Şuraya terbiyenle geldin, terbiyenle git. Ben iki avrat üzerine varacak karı değilim. Hem de sen eşkıyanın birisin. Ben senin gibi eşkıya biri ile evlenmem. Bu gün değilse yarın, karıların çocukların ölü haberini alırlar. Benden vazgeç. Hiç de umutlanma.
Solak: Ciddi ciddi bakarak; Kız demek ben eşkıya olduğum için beni beğenmiyorsun, öyle mi? Şimdi sen görürsün diyerek Eşe’ye saldırdı. Boğuşma bir hayli zaman sürdü kaba kuvvete gücü yetmeyeceğine aklı kesen Eşe, dur Solak dur? Bilmiyordum beni bu kadar istediğini, hem de sevdiğini, şimdi inandım diyerek kendini Solağın kuvvetli kollarından kurtararak yana fırladı.
Solak iki kolları ve iki dizinin arasından fırlayıp çıkan Eşe’ye yorulmuş bir kurt gibi baktı kaldı. Eşe’nin konuşmasını bir şeyler söylemesini bekledi.
Eşe: Solağın canavar gibi bakışından ürktü. Konuşmasını yumuşatarak, uydurma şefkatli gözlerle baktı. Solağa yaklaştı yanına oturup, elinden tuttu. Bak Solağım senin yanına nasıl geldim hemen. Görüyorsun ki ben de sana tutkunum. Kocamı ben hiç sevmedim zati beni gönülsüz vermişlerdi. Onun öldüğüne öyle sevindim ki şimdi beraber olmak ne güzel. Seni denemek için böyle kızdım. Sana hangi kadın karşı koyabilmiş ki ben karşı geleyim.
Solağın ağır ağır hırsı indi kalkıp sedire oturdu. Eşe’yi dinliyor gözlerini ondan ayırmıyordu.
Eşe: Bu aşkımı sana ispat edeceğim, ama kocam öleli daha bir ay olmadı. Kırkı çıksın, kırk birinci günü akşam gel beni kaçır. Ben de seni karanlık kavuşunca mezarlıkta dikili büyük salın arkasında beklerim inan bana. Şu anda sen de beni el aleme rezil etme. Haydi şimdi git birileri gelmeden. Beni de mezarlıkta bekletme mutlaka gel, söz veriyorum sana...
Solak, yenilmiş acemi bir güreşçi gibi ayağa kalktı. İşaret parmağını eşeye uzatarak,
Bana bak, hiç bir kahbelik kabul etmem. Bu gün ile on beş gün say parmaklarınla, seni gelip mezarlıktan alacağım. Dağa götüreceğim, bir daha da düze inmeyeceğim. Sözünde durmaz, bana bir kahbelik yapacak olursan, bil ki sonun ölümdür.
Eşe: Solağım ben seni bilmez olur muyum. Dağlarda seninle diken üstünde yatsam, bana gül bahçesi olur. Sen de sözünde durmayıp, ellerin dilinde zil taktırıp oynatma beni. Bu günle on beş gün, seni mezarlıkta beklerim. Emi aslanım Solağım benim.
Solak sakinleşti, güler yüzle, kız bu sözlerini çok beğendim ve gidiyorum. Geri kalanı da sen düşün diyerek çıkıp gitti.
Eşe Pazara gidip kendisine entarilik pazen kumaş almayı bahane ederek Aziziye’ye gitti. Aziziye’ye varıp kumaş aldıktan sonra, beraber gittiği köylülerine, tepe mahallede bir tanıdığını görmeye gideceğini, bir saate kalmayıp geri geleceğini söyleyerek ayrıldı. Doğru Jandarma kara koluna gitti. Karakol kumandanına gözyaşları içinde Solakla aralarında geçen her detayı anlatarak onlardan yardım istedi. Yıllardır Jandarma Solağı takip ediyor bulamıyordu. Mahkemeden de vur emri çıkmıştı. Bir türlü ele geçiremiyorlardı. Bu ünlü eşkıyayı, yakalamak için bundan daha iyi fırsat ele geçmezdi. Eşe ile aralarında neyi nasıl yapacaklarını anlaştılar. Kumandan Eşe’nin omzundan tutarak, Bacım senin sayende, çok masum ve günahsız kişiler ölümden kurtulacak. Bundan sonra ne sıkıntın olursa olsun gel bu karakol sana daima açık olacak dedi. Eşe gözyaşı ile kumandanın elini öperek, hiç bir şey olmamış gibi köylülerinin yanına döndü. Daha sonra da köylerine geldiler.
Kararlaştırılan gün akşamı köy evlerinin lambaları sönerken, ay ışığında Solağın at üstünde geldiği görüldü. Eşe de evden çıktı mezarlığa doğru yürüdü. Solak da mezarlığa geldi. Mezar taşlarının arasında atını gezdirerek Eşe Eşe diye hafif sesle çağırmaya başladı. Solağa cevap olarak, bir Jandarma erinin sesi... Teslim ol Solak! Solak bu sesi duyar duymaz gerisine bakmadan karavana ya bir el silah sıktı. İkinci silah sesi, büyük bir mezar taşının arkasında pusu da bulunan Jandarmanın silahının sesi oldu. Tam göksünden Solak kurşunu yedi. Attan aşağıya düşerek kısa bir zamanda öldü. Sabaha kadar ölüsünün yanına kimseler varamadı. Sabahleyin daha fazla asker gelerek, bu namlı eşkıyanın ölüsünü halka göstermek için o zamanki adı ile Aziziye şimdi (Pınarbaşı) kazasına götürüp üç gün boyunca halka teşhir ettiler. Böylece çevre köylüler ve kasabalılar rahat bir nefes aldı. Eşe’nin sayesinde.
Eşkıya da olsa cani de olsa herkesin bir yananı seveni olur. Solağın da yanan bir bacısı vardı. Kardeşine aşağıdaki ağıtı yaktı.


Mezarın içine düşmüş
Otlar yolmuş tutam, tutam
Seni vuran bir Jandarma
Utan babam oğlu utan

Mor kefiye sallar elim
Duyunca kırıldı belim
Nasıl kıydın, itin oğlu
Yedi yetim, çifte gelin

Ayar babam oğlu ayar
At üstünde, tavşan kovar
Halı heybe, kara yamçı (1)
Korkuyorum nazar değer

Atların alır yarışı.
Söyler yılışı, yılışı
Aziziye ye elettiler
Düşman gülüşü, gülüşü


1- Yamçı: Filik yününden yapılmış aba (giysi).


12. SARI ÇİÇEK

Sarı çiçek, sapsarı çiçek, tomurcukları karnı bahar gibi. Bittiği yeri kemirir, düştüğü yeri kurutur ağaca düşse ağaç da biter. Ağacı yiye yiye yok eder. Kavakları dipten kurutur. İnsanların gözüne hoş görülmek için yalpalanıp boyun eğer. Nazlı nazlı sallanır, yer yüzü çiçeklerine leke sürmek için, ilk bahardan evvel çiçeklerini açar. Evlerin kenarlarında pislik olan yerlerde biter. Kükürtsü bir koku saçarak, esen ilkbahar rüzgarını lekeler.
Hüseyin Kahya, yeryüzünde dikili taşı olmayan, çoban babası ve anası ile Pınarbaşı’nın Kurttepe köyünden, dayısının yanına Alagazili köyüne göç ederek çocuk yaşta geldi.
Hüseyin, Topraklara belenerek, küllerin içinde oynayarak büyüdü. Sarışın güzel görünüşlü bir yiğit oldu. Koçağından, elma çatından, kuru çaydan kağnılar dolusu odun taşırdı. Satmak için Bünyan’a Kayseri’ye.
Evlendi odun satarak kazandığı para ile. İki yılda iki çocuğu oldu biri oğlan biri kız. Hüseyin çocuklarını kimseye muhtaç etmeyecek, çok çalışacak, daha çok odun kesecekti dağlardan. Hafta da iki defa gidecekti Koç dağına.
Kağnılar geldi Koç dağının koyağında ok kaldırdılar. Sicimleri ve baltalarını omuzlarına alarak Koç dağının yükseklerinde babalarından arta kalan meşeleri kesmek için. Koç dağı yüce bir dağdır. Herkes kestikleri meşelerin dallarını budadıktan sonra küme yaptı, sicimle bağlayıp, dağın üstünden aşağı yuvarladılar. Meşe kümeleri yuvarlanarak aşağı indi. Hüseyin’nin meşe kümelerinden biri, küçük bir çukura düştü dağın yörebinde. Çukurda kalan kümesini oradan çıkartıp, tekrar yuvarlamak için dağdan aşağı koştu. İniş çok düşüktü. Çarıklı ayağı taşa çarptı. Göksü üstüne toprağa düştü, kendisi de meşe kümesi gibi yuvarlandı. Yuvarlanırken bir çalıya takılıp kaldı. Çalı onu mutlak bir ölümden kurtardı. Eli yüzü çizilerek her yeri kan bere içinde kaldı. Arkadaşları yardımına koştular. Düştüğü yerden kaldırdılar.
Hüseyin Kahya: Niye geldiniz, benim hiçbir şeyim yok. Yalnız sağ ayağımın baş parmağı biraz ağrıyor. Başka ağrım sızım yok, beni bırakın ben kendim yürürüm.
Aksayarak yürüdü meşe kümesinin yanına vardı. Kümeyi çukurdan aldı tekrar aşağıya yuvarladı. Kestikleri meşeleri kağnı arabalarına yükleyip bağladıktan sonra, kuru çaydan aşağı Artmak boğazından geçerek Alagazili köyüne geldiler. Hüseyin Kahya’nın ayak parmağı şişti kurumuş çarığının içinde. Kağnıdaki meşeleri karısı yıktı evinin ağılına. Karısı yanına gelince, bana yatak yap, hemen yatacağım. Batasıca (1) ayağım taşa değdi acısı ciğerime vuruyor. Öyle acıyor ki dayanamıyorum. Of şu parmağıma bir şeyler yapsak. Tuzlu hamur mu sarsak yoksa ezilmiş soğan mı ne etsek? Çok ağrıyor.
Karısı: Sana hemen bir yatak edeyim de Elif bibime gideyim. O çok iyi bilir ne yapacağını. Doktor gibi maşallah, sana bir ilaç yaptırıp gelirim.
Elif, Hüseyin’in parmağının ağrıdığını, kızarıp yeşerdiğini duyunca koşarak Hüseyin’in karısı ile evine geldi. Aman Hüseyin ocağın bata. Gözün yok mu idi bire gadasını aldığım, ne ettin ayağına öyle? Ne edecek şimdi? Çok mu ağrıyor ulan batasıca?
“Hüseyin, parmağının acısından sıtma olmuş gibi titriyor, elinin içine aldığı parmağını, sıkar gibi tutup tutup bırakıyor, arada bir of çekiyor.”
Elif: Herhalde çok ağrıyordur batasıca ben sana bir ilaç yapayım bir solukta hemen keser acısını. “Acıdan of çeken Hüseyin’e” Aman bire ulan ne o ayağı kırılmış finolar gibi sinleyip duruyorsun öyle? Kele gız (2) gelin, haydi şu evin duluğundan bir tutam sarı çiçek topla da getir. Gelin dışarı çıkıp, evin kenarın da yeni açmış sarı çiçeklerden toplayıp getirdi.
Elif, çiçeklerin sapından tuttu kırptı kırptı bir tülbentin üzerine koydu. Kırptığı sarı çiçeği, dibeğin içine doldurdu, dibek havanı ile çiçeği dövdü dövdü biraz da tuz atarak maltçık yaptı. Tülbent den de biraz yırtarak, bir dua okudu Hüseyin’in yaralı parmağına sardı. Sarı çiçek balçığı sarılırken, Hüseyin, ah Elif bibi eline sağlık, buz gibi oldu, içerime serinlik geldi. Sakın ha sabaha kadar açma bu sardığımı, sabaha kadar ağrın sızın kalmaz. Bunları rahmetli anamdan öğrenmiştim diyerek çıkıp evine gitti.
Yorgun olan Hüseyin, sabaha kadar deliksiz uyudu. Sabahleyin acı bir sızı ile uyandı. Elif bibi’yi çağırdılar. Elif bibi gelip Hüseyin’e gadasını aldığım. Ben sana şimdi bir daha sarı çiçekten merhem yaparım.
Hüseyin: Elif bibi senin sarı çiçek, benim ayağımı daha da kötületti. Hamur sarsa idik bundan daha iyi olurdu. İstemem sarı çiçeği de senin merhemini de istemem Elif bibi.. Sarı çiçek senin olsun istemem. İki güne kalmaz geçer bu yaranın acısı dedi. Elif bibi yapacağı güzel sarı çiçek merhemini, Hüseyin’in bir daha istemem demesine çok üzüldü. Kendi kendine; “batasıca ben olmasam sabaha kadar acıdan yatamazdın. Bir de benim sarı çiçek merhemimi beğenmiyorsun” diye söylene, söylene evine gitti.
Hüseyin parmağının verdiği acılara on gün dayana bildi. Sabahlara kadar itler gibi uludu acı ve sızıdan. Daha fazla dayanamayıp, kağnı arabası ile iki gün de Kayseri’ye Doktora getirdiler.
Doktor Hüseyin’in ayak parmağını görünce, hayret etti. Parmak kendinden üç defa daha büyümüştü. Şiş parmağın derilerinin üzerin de Kızamık gibi sarı tomurcuklar vardı. Tomurcukların üzerinden su akıyor, yeni açmış çiçeklerdeki şebnem gibi.
Hüseyin, Doktora ayağım kangren mi olmuş, kurtulamayacak mıyım Doktor bey?
Doktor; Bu kangren falan değil, hiç böyle bir hastalık görmedim. Bildiğim bir şey varsa o da geç kalmışın gelmekte, parmağı kesersek belki de iyi olur.
Hüseyin: Benim parmağım kangren olmamış mı Doktor bey? Hayır dedik ya. Öyleyse desene sarı çiçek?
Ne sarı çiçeği?
Sebebim sarı çiçek diyerek, Elif bibinin balçıklı sarı çiçek merhemini anlattı.
Doktor cevap vermeyerek başını olumsuz olarak salladı. Neyse çaresiz parmağını keseceğiz dedi. Hüseyin’in parmağını ameliyat ederek kestiler. Köye döndü kesik parmağının yeri iyi olmadan, birkaç gün sonra kesik parmaklı ayağı dizine doğru şişmeye başladı. Yine sarı sulu tomurcuklar çıktı. Yeniden Doktora getirdiler. Doktor muayene ettikten sonra, diz kapağından kesmemiz gerekir dedi. Diz kapağımdan keserseniz kurtulacak mıyım Doktor bey?
Doktor: Boynunu büktü, belki dedi.
Hüseyin: Bir of çekti acı ile karışık. Sebebim sarı çiçek, sebebim sarı çiçek, diyerek ameliyat haneye götürdüler. Gözlerini açtığı zaman ayağının diz kapağından aşağısının yok olduğunu hissetti sebebim sarı çiçek diye diye inledi.
Köye döndü Hüseyin kötürüm oldu kağnısı ile Koç dağına odun kesmeye gidemeyecekti. Herkes ona zavallı gözü ile bakıyordu. Kapısında ne var ise ineği, koyunu hepsini sattı. Kayseri’de ki Doktor bilmiyor benim derdimi. Benim derdim sarı çiçek, sebebim de sarı çiçek. Şimdi de kalçama geçti bacağımı parça parça verdim sarı çiçeğe. Ya öleyim ya da sarı çiçeğin elinden kurtulayım. Ah bir iyi olsam şu topal ayağımla sarı çiçekleri kökünden sökerim. Nerede görsem üstüne basarım. Ah Yarabbi bir kurtula bilsem diyordu. Sattığı mallarından aldığı para ile Ankara’ya götürdüler. Ankara’da kalçasına kadar kesilmesini söylediler.
Hüseyin, razı oldu sarı çiçeğin pençesinden kurtulmak için. Kalçasının da kesilmesine bacağını parça parça hastahanede bıraktı. Dört yıl evin de güneş yüzü görmeden bekledi. Ama sarı çiçek onu bırakmadı. Bedenine dağıldı, gırtlağına, gözünün içine girdi, saçlarının dibinden sökün etti kafasında sarı çiçek bitti. Hüseyin Dünyayı, ayı, güneşi, rüzgarı, karı, yağmuru, otları hatta kendini alıp götüren sarı çiçeği dahi çok severdi. Aşıktı tabiata. Kahretti dünyaya. Beddua etti sarı çiçeğe. Artık yaşamaktan, bıkmıştı sarı çiçek ile kucak kucağa yatmaktan.
Köyde sevdiği herkesi çağırttı, yaralı gözü çiçekli yüzüyle seyretti sevdiklerini dünya gözüyle son defa. Aşağıdaki kahrını hazır olanlara söyledi. Ağladı ağlattı herkesi. Köylüler evden gittikten sonra çok sevdiği arkadaşı Sarı kelle lakabı ile anılan Durdu Çetin’e şunları nasihat etti.
Durdu beni sarı çiçek aldı götürüyor. Sana vasiyetim, benim küçük yavrularıma şaplak vurdurmayacaksın. Öbür dünyada elim yakanda olur. Ben ölünce avradımı sen alacaksın bu iki vasiyetimi yerine getir. Şimdi bana yemin et bunları yapacağına dair.
Durdu, kardeşim Allah sana uzun ömürler versin, vaki olursa söz veriyorum dedi. Öyleyse şimdi git evine.
Durdu evine gittikten sonra karısı ve çocuklarının uyumasını bekledi. Onlar uyuduktan sonra sürüne sürüne ahıra gitti ve kendisini asarak intihar etti.
Hüseyin Kahya Türk halk edebiyatına çok güzel mısralar katkıda bulunarak veda etti bu dünyaya.
Bu şiiri aldığım Durdu Çetin 99 yaşında idi.


Kuyucuğa çıktım, kışla görünür
Kırıldı mazım, teker sürünür
Eller göçtü gitti, gönül yerinir
Sebebim sarı çiçek, kime ne deyim

Çiçeği sorarsan, yüksekte biter
Güz gelince onun vadesi yeter
Mevla bir dert vermiş, ölümden beter
Sebebim sarı çiçek, kime ne deyim

Kuş kayası derler, güvercinler öter
Delik kaya derler. Sümbüller biter
Bana bir dert oldu, ölümden beter
Sebebim sarı çiçek, kime ne deyim

Hasanca gelmiş de merhem yazıyor
Baş hemşire, başucumda geziyor
Zalim doktor, dizlerimi kesiyor
Sebebim sarı çiçek kime ne deyim

Bir tepe var da koyunlar yatar
Koç dağ (5) derler de sümbüller biter
Mevlam bir dert verdi ölümden beter
Sebebim sarı çiçek, kime ne deyim

Elimden gelse de çiçek bitirmem
Dizlerim tutsa da böyle oturmam
Lokman hekim gelse ben kurtulmam
Sebebim sarı çiçek, kime ne deyim

Karşıda görülen gö, kuşak dağlar
Üstünde gezer bedeni sağlar
Oturmuş kapıya, bir garip ağlar
Sebebim sarı çiçek, kime ne deyim

Alma çatı (6) derler, meşe ocağım
Bir sürü doldurur, benim kucağım
Dizlerim kesildi, söndü ocağım
Sebebim sarı çiçek, kime ne deyim

Gö(3)kuşağa baktım.güvermiş (4)kalmış
Yağmamış yağmur, gülleri solmuş
Önde giden kağnı, arkada kalmış
Sebebim sarı çiçek, kime ne deyim

1- Batasıca: İflas edip ölesice. 2- Gız: Kız. 3- Gö: Açık gök mavisi. 4- Güvermiş: Yeşermiş. 5- Koç dağı: Pınarbaşı’nda dağ. 6- Alma çatı: Koç dağı yakınlarında yayla.

13. EMİŞ ANANIM BEN KUZUM.

Emiş’in babası asker iken, Sarıkamış harbinde şehit oldu. Anası Zöhre ve küçük kardeşi Bilal ile büyük evde yapa yalnız kaldılar. Babasının ölümünden sonra yıllar geçti. Genç yaşta dul kalan anası Pazarören köyünde Koca Osman ile evlenerek onun himayesine girdi. Emiş gelişti uzun boylu sırma saçlı, kırmızı yüzlü, çatık kaşlı, irice güzel bir kız oldu.
Her köyden delikanlılar Emiş ile evlenmek istiyorlardı. Emiş kendini isteyen erkeklerden hiç birini beğenmiyor, hayalinde bir gün kır atlı, mor perçemli, şahin bakışlı birinin geleceğini, onun terkisine binerek, kanatlanan atın üzerinde gökteki bulutların içine kaybolup gitmeyi düşünüyor ve onu bekliyordu. Şahin bakışlısı gelinceye denk bekleyecekti. Ama şahin bakışlı, mor perçemlisi ne zaman gelecekti kim bilir ?
Emişi isteyenler, yalnız ağlar beyler değil, dağlarda kaçak eşkıya, serden geçmiş berduşlar da Emişle evlenmenin hayalini kurarlardı. Her hareketi bir facia ile sonuçlanan, evler yıkan, ocaklar söndüren, dağ yollarından geçen herkesi çırılçıplak soyan, haklarında vur emri çıkan, Pazarörenli (1) katil Ahmet, çete reyisi Kılıçkışlalı (2) Deller (3) Çolak; Çolağın iki yeğeni Ahmet ve Hacı, Hınzır dağlarından ve Toros dağlarından kuş uçurmaz kervan geçirmezlerdi. Yıllar olmuştu bu dağlara hakim idiler.
Bir gün Katil Ahmet: Çolağa, bak bu dağlar bizim. Bu dağlarda bizim borumuz öter. Bir ordu gelse üzerimize, bu kartal yuvalarına hiç biri konamaz. Biz gayri bu dağların aslanıyız, ömrümüz de bu dağlarda geçeceğe benzer.
Ahmet ağzında bir şeyler geveleyip durma ne diyeceksen, çabuk söyle? Görmüyor musun halimizi? Hepimiz kirden pastan kokuyoruz. Üstümüz başımız kir içinde, bize birer kadın gerekli. Yemek pişirecek çamaşırlarımızı yıkayacak, icabında bize türkü de söyleyecekler şenlenecek dağlar. Ben derim ki aramızda kadınlar da olsa, bu dağlar, ormanlar hatta şu yarasa dolu mağaralar güzelleşir. Doğan çocuklar oynaşır. Bilirsin eşkıya çocukları da eşkıya olurlar.
Ahmet: Tabi canım yirmi sene sonra da toroslar da bir eşkıya ordusu kurarız. Doğan eşkıyalardan. O Zaman vallahi uçan kuşlardan dahi uçuş parası alırız. Sersem bizim karılarımız çocuklarımız ne olacak?
Çolak: Onları sen hiç düşünme onları bu işe katma? Elalem de karı kız mı yok? Böyle giderse ki gideceğe benzer, bizim hakkımız yağlı ip veya yağlı kurşun. Hiç belli olmaz bir anda hepimiz geberir gideriz. İyisi mi günümüzü gün edip, dünya nimetlerinden faydalanalım.
Ahmet: Fena fikir değil vallahi iyi düşünmüşün basak basak (4) güzel kızları çıkarak yuvalarından. Buralardaki ceylanlara eş olurlar. Önce kimden başlayalım?
Çolak: dur, dur bir fikir geldi aklıma; Bizim yeğen Ahmet daha bekar. Ölmeden o da görsün dünyayı Konya'yı şimdi bir kız kaldı bulmaya. “Biraz düşündü onu da buldum dedi.” Benim bildiğim şu anda sizin köyde Zöhrenin kızı Emiş, ne dersin? Neden kaşlarını çatıyorsun? Böylece de kız senin köyden olduğu için de seninle akraba olmuş oluruz. Seninle de birbirimize güvenimiz artar. Ne demişler, eşkıya arkadaşın, kardeşin de olsa güvenme, gözün açık yat dememişler mi? Bu işe evet dersen, bize bağlılığını ispat etmiş olursun. Katil Ahmet söylediklerine pişman olmuştu.
Çolak : Ahmet’in gözlerinin içine bakarak, bir şey söylesene?
Ahmet; Çok iyi akıl ettin Hacı ile Ahmet’e de söyleyelim de sevinsinler. Çolağın yeğeni Ahmet, Emişin kendisine kaçırılacağını duyunca, gözleri parladı. Hafifledi kuş gibi oldu. Yüksek dorukların başında dağdan dağa, uçtu uçtu havalandı bir bal denizine kondu. Kulaç atarak denizdeki baldan yedi doymadı. Sonra dayısı Çolağa ve Katil Ahmet’e baktı. Şefkat dolu gözlerle bıyıklarından ter tomurcukları çıktı.
Öbür gün Sabahleyin dört eşkıya, ellerinde tüfekleri, bellerinde, omuzların da sıra sıra dizili fişekleri ile yaya sarp yollardan geçerek iki gün sonra bir akşam Pazarörene geldiler. O gün tesadüfen Emiş’in babalığı ve kardeşi Bilal evde yoktular. Henüz evlerin ışıkları sönmemişti. Emiş’in iki katlı evlerinin yakınında bulunan evlere girdiler. Girdikleri evde bulunanları direklere bağlayarak, anahtarları alıp kapıları dışardan üstlerine kilitlediler. Kilitledikleri evdekilere, her kim ki biz köyden uzaklaşıncaya kadar, bağırır, çağırır ve imdat diye yardıma koşarsa bilsin ki o evin ocağını söndürür, yakar yıkar talan ederiz dediler. Eşkıyadan korkan köylü: Siz buralardan uzaklaşıncaya kadar imdat diye bağırmayacağız ve de kapılarımızı açmayacağız diye söz verdiler. Çar çabuk komşularının işini bitirerek, Emiş’in evine geldiler. Önce Katil Ahmet, dışardan merdivenle çıkılan kapıya vardı. Hafif hafif kapıyı vurdu. İçerden Zöhre’nin sesi, dur, dur şimdi geliyorum. Elin de bir idare ile dış kapıya gelen Zöhre, kim o gece yarısı kapıyı çalan? Benim ben zöhre bacı Ahmet. Aç aç ben Ahmet’im Zöhre bacı aç kapıyı? Ahmedi sesinden tanıyan Zöhre, kapıyı açarak idare yi ona doğru tutup baktı tanıdı. Ahmet sen misin ocağı batasıca bu saat de buyur gel dedi. Ahmet ayağını eşikten içeri atması ile üç silahlı arkadaşı da paldır küldür içeri dalarak Zöhre’yi yana ittiler. Zöhre’nin elindeki idare lambası yere düştü.
Zöhre: Ahmet Ahmet ne oluyor. Bunlar da kim, ne istiyorsunuz benden? Gürültüyü diğer odadan duyan Emiş Anasının yanına gelerek, kim bunlar Ana?
Zöhre, Ahmet’le konuşurken, diğer üç kişi Emişi tuttular. Emiş çığlıklar atmaya başladı. Emişin cığılığını duyan anası anladı, kızını süreceklerini. Kızının imdadına koşmaya atıldı karanlıkta. Katil Ahmet Zöhre’yi arkasından tutarak sarıldı. göğüslerinin altından kollarını sıkıştırdı. Zöhre Ahmet’in kuvvetli kollarından kurtulup, kızı Emiş’in imdadına varamadı. Emiş katillerin elinden kurtuluyor, küçük odanın içinde tekrar yakalıyorlardı. Emiş güçlü kuvvetli üç kişiye karşı koyuyor, elleri ile katillerin elini yüzünü tırmalıyor, rastgele yerlerini ısırıyor, ellerinden kurtuluyordu.
Çolak: Yatırın şu kahpeyi başındaki yaşmakla ağzını tıkayalım yoksa hepimizin ellerini ısırarak koparacak. Emiş’i ağzı yukarı yatırdılar. İki kişi iki elinden tuttu. Çolak da göksünün üzerine oturdu. Başından omzuna düşmüş olan yaşmağı alarak, Emiş’in ağzını tıkadı. Kaldırdılar iki kişi iki ellerini belinin arkasından kıvırdılar, kapıdan dışarı çıkarırken Çolak bir tekme vurdu arkasından. Merdivenden aşağıya indirdiler. Geri de kalan Çolak ve Katil Ahmet, Zöhre’yi ittiler aralığa. Kapının arkasında ki kilidi alıp, Zöhre’yi içeride bırakarak, kapıyı üzerinden kilitlediler. Gitmemeye direnen Emiş’i Köyden dışarı çıkardılar. Pazarören yakınlarında Zamantı çayından geçerek Sıradan köyünden, Kurt kulağı dağına doğru götürdüler. Emiş’in anası Zöhre, üzerine kilitlenen kapıyı çekti, çekti bir türlü açamadı. Arkalarından, Kıran gelesiceler, ağızlarından köpük köpük kanlar akasıcalar diye, beddua ederek kapıyı açmaya çalışıyordu. Birden aklına geldi evde bulunan baltayı aldı. Vurdu, vurdu kapıyı kıramadı. Vakit geçiyordu. Emiş’i çıkardıkları odaya girdi. Balta ile bir vuruşta camı çerçeveyi kırdı. Arka ayaklarını pencereden dışarı çıkarttı. Sıyrılarak aşağıya düştü yuvarlandı. Kalktı acıyan kırılan yerlerini düşünmedi bile. Komşu evlerinin kapısına vardı. Kele kırılasıcalar (5) öldünüz mü? Ey obalar eşkıyalar kızımı kaçırdı! Emiş’imi kaçırdılar! Hele Allah’ın kulları yardım edin diyerek komşu evlerinin kapılarını çaldı. Komşularının evleri hepsinin üzerlerine kilitlenmişti. İçeriden Zöhre bacı açtır şu kapıyı da imdadına gelelim. Zöhre koşarak uzaklardaki evlere gitti. Onlara haber verdi. Gelenler kısa bir zaman da kilitli evlerin kapılarını açtılar. Emiş’in kaçırıldığı bütün köyde duyuldu. Köyde ne kadar atlı varsa atlarına binerek, köye giren yollardan birkaç parçaya ayrılıp Emiş Emiş diye bağırarak aramaya başladılar. Zöhre de atlılardan birinin terkisine bindi. Atlarını Sıradan köyü istikametine sürdüler. Zöhre bağırıyor avazı çıktığı kadar. Yavrum Emiş’im geliyok (6) haa... neredesin ses ver? Emiş geliyok Emişşş... Zöhre’nin sesine diğerleri de katıldı. Emiş... Emiş, ses yok. Zöhre’nin sesi karanlıkları yırtarak ilerliyorlardı.
Emiş’i kaçıranlar Sıradan köyü yolunda yürüdüler. Yoldan ayrılmak akılarına bile gelmedi. Biraz ilerledikten sonra, Çolak çıkartın şu ceylanın ağzındaki yaşmağı? (7) Emişin yaşmağını ağzından çıkardılar. Emiş ellerinden kurtuldu. Çolağa saldırdı, yoldu çolağın saçlarını. Çolak Emiş’in elinden kendisini zor kurtardı. Emiş’in göksünün üzerine, elindeki tüfeğin dipçiği ile sıkıca vurdu. Emiş inledi, bu darbenin acısı ile yere yıkıldı.Çolak iki de belinin ortasına dipçikle vurdu. Eğer bir daha böyle bir halt edersen karnını deşerim. Seni kahpe... benim kim olduğumu bilmiyorsun sen? Kalk ayağa yürü bakalım. Ağzını açar gık dersen köpek gibi gebertirim seni haydi yürü. Zamantı çayına yaklaşmışlardı ki arkadan atların ayak sesleri, insanların bağırtışı duyuldu. Eşkıyalar Emiş’le birlikte koşmaya başladılar. Fakat atlılar gelip yetiştiler. Zöhre’nin sesi avaz avaz, yavrum yavrum geliyok ha! Anasının sesini duyan Emiş bağırdı.
Anaaa imdat! Çolak kapattı Emiş’in ağzını. Ama atlılar yaklaştı geldi. Çolak bırakalım bu keçiyi canımızı kurtaralım kaçalım dedi. Yoksa burada beş on ölü daha olur diyerek çaya doğru kaçtılar. Emiş bu arada Solağın yeğeni Ahmet’i yakaladı aldı altına. Ahmet’i bırakmıyordu. Ahmet Emiş’in altın da, çolak dayı beni nereye bırakıp gidiyorsun? Durun beni bırakmayın, gelenler beni öldürürler. Dayı imdat, beni bırakmıyor bu kız Dayı yetiş geliyorlar. Ahmet’in feryadını duyan Çolak geri döndü. Ahmet’in üzerindeki Emiş’e tüfeğinin dipçiği ile süratlice vurdu. Emiş aldığı acıdan yana düştü, İnledi. Ahmet ayağa kalktı. Bu arada yere düşen Ahmet’in tüfeğini Emiş eline aldı. Çolak daha hızlı davranarak Emiş’in bir beline bir de kafasına iki kurşun sıktı. Emiş çığlık kopardı anaaa diye. Bir iki dakika sonra, Emiş’in kafası anasının kollarında Mor perçemli şahin bakışlı yari ile buluşarak, bulutların içinde kanatlı beyaz atları ile kayıp olup gittiler.
Tüfek sesini duyan atlılar, birden durdular. Çolağın sesi atlılara;
Durun olduğunuz yerde. Eğer ölmek istemiyorsanız, kim ki bu çaydan öteye geçmeye cesaret ederse, kendini ölmüş bilsin? dedi ve yeğeni Ahmet’le zamantı çayını öbür tarafa geçti gittiler. Onlar gitti ama Allah Emiş’in ahını onlarda koymadı. Emiş’in anasının deyişinden sonra, akıbetlerini ileride yazacağım öykülerde göreceksiniz. Onların da anaları bacıları ağıt yakacak dizlerine vurup saçlarını yolacaklar.

Emiş’in Anası Zöhre hatun şöyle söyledi, Ergen kızı Emiş’in ardından .


Akşamın çal kaşığında (8)
Ben vurdurdum Emiş’imi
Gider babanı bulurum
Ararım Sarı kamışı

İrili ufaklı dağlar
Bilal’in anası ağlar
Emiş vurulmuş deyince
Hep ağlamış, iri beağler (9)

Alnında çalma kekili (10)
Bende koymadın akılı
Kıyma ne var, itin oğlu
Ağ konakların vekili

Vili kızcağızım vili( 11)
Şaşırmış gittiği yolu
Bilal ağan kına almış
Saçına vururum onu

Haftada başını yurum
Gül yağı, dökerim saçına
Hele görsen, kız bibisi (12)
Dikenler batmış kıçına

Ağ odası köşe köşe
Irafda (13) parlıyor şişe
Emmileri hep toplandı
Atı taştan düşe düşe

Emiş anan benim kızım
Ben ağlarım dizim dizim (14)
Ana beni sürdüler
Firezlere geldi yüzüm

Aman Emiş’im Emiş’im
Kazanıp da yememişim
Kurşun sıkmış, itin oğlu
Vay anam yandım demişin

1- Pazarören: Pınarbaşı’na bağlı kasaba. 2- Kılıçkışla: Pınarbaşı’nda köy. 3- Deller: Avşar boyu. 4- Basak: Zorla girmek. 5- Kırılasıcalar: Parçalanmak. 6- Geliyok: Geliyoruz. 7- Yaşmak: Başörtüsü. 8- Çal kaşığında: Akşamın erken vaktinde. 9- Beağler: Beyler. 10- Kekil: Perçem. 11- Vili: Ağdın akışında uydurma söz. 12- Bibisi: Halası. 13- Iraf: Raf. 14- Dizim, dizim: Burada diz bağının çözülmesi anlamında.


14. EMİŞ’İN AHI

Katil Ahmet, kardeşi Hacı ve Çolak eşkıya. Bu üç azılı katiller, sayısız cinayetlere, yol kesmelere, çalıp çırpmaya, para karşılığında adam öldürmeye kadar her türlü pisliğe bulaşan adını koyamadığım mahluklardandı. Bölgede adını duyuran eşkıya Gökçe de bunlara katılmıştı. Hangi sebepten olduğu bilinmez, araları açıldı. Adı geçen eşkıyalar Tomarza’nın Çanakpınar köyünde bir evde yazın gelmesini beklerlerken, Gökçe bir fırsatını bulup, giderek katillerin yerini Kayseri valisine haber verdi.
Vali beraberinde kalabalık jandarma ile aniden Çanakpınar köyüne gelerek katillerin bulunduğu evi bastılar. Katiller teslim olmayı reddedince, Vali evin yakılmasını emretti. Köyün dışında Kaçıp gidebilecekleri yollar üzerine jandarma yerleştirilmişti. Bu yangında Vali eşkıyaların kaçmasına göz yumdu. Onları vururken suçsuz insanların da yanlışlıkla vurulmaması için. Eşkıyalar kaçıp köyün dışına çıkınca pusuda bulunan jandarmalar tek tek onları vurarak öldürdüler. Bu eşkıyalar o kadar ünlü idiler ki beşikte çocuklar dahi korkardı. Halkı öldürüldüklerine inandırmak için ölülerini Pınarbaşı'na götürüp, yerlere yatırarak üç gün herkese gösterdiler.
Onların da anası babası ağladı karaları bağladı. Aşağıda ki ağıdı da adı bilinmeyenler söyledi. Emiş’in ve nice Emiş’lerin ahı (1) yerde kalmamıştı.


Sanki biz yangından kaçtık
Gece gez belini (12) aştık
Karaca belin doruğunda
Orda bir plana düştük

Karaca örenin başında
Çolağım kaldı taşında
Gökçek de ihanet etti
Yengeleri sağ peşinde

Çolağın kardeşi Ali
Sağ böğrüne geldi Vali
Ben tütünden bunalıyom
Kapıyı aç itin oğlu

Zor olur kardeş acısı
Yalım yakar bacıyı
Hepiniz uykuya yatın
Bekçi koyun, küçük Hacı’yı
Aziziye’ye varınca gaz
Tepe mahalleye koydular
Katil Ahmet’i bilerek
Çolak hangisi dediler

Katil Ahmet çete başı
Yukardan dereye bakar
Kimi tabancasını alır
Kimi saatını takar

Kağnı ilen getirdiler
Teker çaldı kollarını
Kuru yere yatırdılar
Anam görsen hallerini

Siz Çolağı bildiniz mi
Üç katar atar fişeği
Öldürmüşler sıra sıra
Üçü de Deler (3) Uşağı


1- Ahı: Bedduası. 2- Gezbeli, Pınarbaşı’nın Taf köyünün yaylası. 3- Deller: Avşar boyu.

15. TELLİ SENEM

Yolların yapılmadığı, otomobillerin olmadığı bir zamanda, Tahir’in de evlenme çağı gelip de geçiyordu bile. Evlenmek için de parası olmalı idi. Parayı da ancak Çukurova’da ırgatlık veya tutmalık yaparak kazanabilirdi.
Çalışmak ve para kazanmak için Maraş’ın Tanır köyünden Torosları yaya olarak aşarak bir gün, Çukurova’ya vardı. Kendi bildiği yapabileceği bir iş bulamadı. Irgatlığı (1) denedi. elinde bir çapa ile diğer insanlarla birlikde, bir ağanın pamuk tarlasında ot dövdü. Birkaç gün çalıştıktan sonra, bu iş bana göre değil diyip o işden ayrıldı.
Bir de tutmalığı (2) deneyim diyerek başka bir ağanın kapısında tutma olarak çalışmaya başladı. Bu tutmalık ırgatlıkdan da daha zor.
Her sabah erken kalkacaksın, atları öküzler tımar edecek karınlarını doyurup, altlarındaki dışkıları temizleyecek, bu iş bittikten sonra ağaya varıp, başka bir isteğiniz var mı? diye soracaksın. Hiç bir iş olmasa dahi ağa; Tahir oğlum çamurdan evin önü tümsekleşmiş, şuradan bir kazma kürek getir de düzeltiver diyerek bin türlü iş çıkartıyordu.
Tahir düşündü taşındı, bu işin de kendisi için olmadığına karar vererek, bir ayın sonuna kadar çalışıp oradan da ayrıldı.
En iyisi ben Kozan’a gideyim. Orada bir handa yatar hamallık yaparım. Kendi işimde kendim çalışırım diyerek Kozan’a gitti. Önce bir hana yerleşti. Orda çarşı da gezerken saz yapan bir adam gördü. Adamın yanına girip, ağam ben bir saz almak istiyorum ama çalmasını bilmiyorum. Bana belletir misin saz çalmayı?
Bende çok iyi bilmem ama bildiğim kadar belletirim. Kimsin? Ne iş yaparsın? gibi sualler den sonra, her gün gel akşam üzeri sana göstereyim, bu saz nasıl çalınır dedi.
Tahir arada bir hamallık yaparak, sazı tutmayı tezene nasıl kullanılır onları öğrendi. Ustası da sesini çok beğendi. Artık hamallık yapmana gerek yok köy köy dolaş çal söyle dedi. Ustasının elini öperek, sazı omzuna alıp köylerde çalıp söylemeye başladı. Kadirli’nin Tırmıl köyünde çalıp söylerken, kendini dinleyen bir ağa, Aşık çok güzel söylüyorsun, buradan sonra benim konağıma gel de benim çocuklarıma da söyle seni dinlesinler dedi. Tahir her davet edilen yere gidiyordu. Ona herkes aşık Tahir diyorlardı. Anası babası duysa inanmazdı. Artık aşıklık onun işi idi.
Tahir kendisini davet eden ağanın konağına geldi. Konağın geniş avlusunda yüksek bir çardağın ve dut ağacının gölgesinde, kadınların kimi yufka ekmek açıyor, kimi de yemek pişiriyor domates salatası yapıyorlardı. Tahir gelip binek taşının üstüne oturdu. kendine göre Dadaloğlundan, Köroğlundan, Karacaoğlandan, çalıp söylerken, onu dikkatle dinleyen kadınlardan biri; Bırak şu Dadaloğlu’nu, Karaca oğlanı da bize biraz Avşar öldür de (3) onların ağıtlarını söyle? Hikayesini anlat, sonra da ağıdı söyle demek istedi. Ağıtları söylemeye başlayınca, bir kız geldi karşısına dikilerek, iki elini göksünün altından birbirine bağladı. Kıpırdamadan. Tahir’e bakarak onu dinledi.
Tahir kızı görünce, sazın telleri bir daha güzel ötmeye başladı. Başkalarının türkülerini, ağıtlarını bırakarak kendi kendine farkında olmadan yakıştırıp, yakıştırıp çalıp söylemeye başladı. O anda karşısında duran Telli Senem’e aşık oldu. Tüttü yüreği her yeri yanmaya başladı. Daha fazla söyleyemedi. Binek taşından kalkıp gitmeye hazırlanırken, dur Aşık burada yemek yenmeden gidilmez dediler. Tahir’in karnını doyurup biraz da bahşiş verdiler.
Aşık buralara bir daha gelirsen seni yine bekleriz. Bizleri ağlattın duygulandırdın. Avlu kapısından çıkıp giderken, kız arkasından gelerek, senin adın ne dedi? Tahir. Benim adım da Telli Senem.
Tahir; Senem... Telli senem... diyerek arka arkaya giderek yere düştü. Kalktı sazını aldı. Giderken ağzından sadece Senem.. Telli Senem.. çıkıyordu. Yattığı yerde sabaha kadar uyuyamadı. Tahir’e göre Telli Senem yüce bir varlıktı. Adı şanı belli Haydar ağanın kızıydı. Kapısında çalışan sayısız Irgat, atlarına bakan tutmaları vardı. Telli senem kim, ben kimim? Telli Senem’i bana verirler miydi? Hayır vermezler. Tahir bunları aklına bile getirme dedi kendi kendine. Üç yıl içinde zaman zaman Telli Senem’in babasının konağına giderek ağıtlar türküler söyledi. Bir defa dahi Senem’e seni istiyorum, seviyorum diyemedi. Memleketine döndü. Bir daha da Çukurova’ya gitmedi. Unutamadığı aşkı, Telli Senem arşın arşın uzaklarda kaldı. Evlendi bir başkası ile çocukları oldu. Aradan elli yıldan fazla zaman geçti.
Maraş yöresinde kalaycılık yaparak geçimini sağlayan bir Ermeni vardı. Köy köy gezer kap kalaylar ayaklı gazete gibi ne olmuş ne bitmiş o bilirdi. Her köye gelişinde ona saygı gösterir evlerinde misafir ederlerdi. Ermeni, kış gelip yollar aşılmaz olunca da, Çukurovaya gider. Oradaki köylülerin kaplarını kalaylardı. Böyle bir günde Ermeni’nin yolu Çukurova’ da Tırmıl köyüne düştü. Telli Senem’in gelin olduğu konakta kap kalaylarken, Telli Senem, Kalaycıya sen nerelisin evladım? diye sordu.
Ermeni: Maraş’ın Tanır köyündenim. Telli senem, bir şey olmuş gibi Ermeni’ye bakarken donup kaldı.
Ermeni; Hayırdır abla öyle donup kalıverdin, bir şey mi oldu?
Yo hayır bir şey olmadı. Sen Aşık Tahir’i tanır mısın?
Onu tanımayan kimse yok ki.
Yaşıyor mu bari?
Evet üç ay evveline kadar yaşıyordu.
Eğer onu görürsen, Telli Senem’in selamı var de.
Olur abla söylerim selamını. Ermeni işini bitirip giderken Telli Senem, Ermeni’nin hak ettiğinin iki misli para vererek onu uğurladı.
Ermeni, Tahir’in köyüne gelince Tahir’i gördü, ona, sana bir şey söyleyeceğim. Kışın Çukurova’ya gitmiştim kap kalaylamak için orada bir köyde, adı Tırmıl mı ne olacak işte o köyde bir kadın seni sordu.
Bir kadın mı, ne dedi adı neymiş o kadının?
Adının Telli Senem olduğunu söyledi. Dedi ki yaşıyorsa Aşık Tahir’i görürsen Telli Senem’in sana selamı var de dedi.
Tahir, Senem adını duyunca doksan yaşındaki yorgun yüreği hopladı. Ömür boyu unutulmayan, kanayan aşk yarası sızladı. Bir defa dahi Telli Senem’e ben sana vurgunum diyemediği, bir gün dahi aklından çıkaramadığı Telli Senem’den selam gelmişti. Sazını alıp geçmişlere taa ötelere giderek şunları söyledi.


Aşkın tavası da ocakta kaynar
Coştu deli gönül, meydan da oynar
Ermeni dillerin, şekerler çiğner
Tatlı tatlı söz olmaya başladı

Bir selam geldi. Telli Senem’den
Deli gönlüm, şad(4) olmaya başladı
Akmaz iken kör (5) pınarın ayağı
Suyu gelip, çağlamaya başladı

Senemin giydiği, ipekli sarı
Yılda bir selamın, geleydi bari
Yıkık değirmenin, bozuk çark evi (6)
Suyu geldi, çağlamaya başladı

Hele bakın şu feleğin (7) işine
Neler geldi, genç yaşımda başıma
Senem değmiş, yetmiş seksen yaşına
Benim ki de yüz olmaya başladı

Şu görülen, Bin boğanın dağları
Kırcı (8) boran aşılmıyor belleri
Yazıcı oğlu, (9) Şereflinin (10) beyleri
Koca Tahir, yaz olmaya başladı

1- Irgat: Mevsimlik işçi. 2- Tutmalık: Aylık veya yıllık anlaşmalı işçi. 3- Avşar öldür: Ağdın önce öyküsünü anlat, sonrada söyle demek istiyor. 4- Şad: Mutlu. 5- Kör pınar: Ağlamayan gözler. 6- Bozuk çark evi: Kendisini suyu akmayan eski değirmene benzetmiş. 7- Feleğin: Göktekinin, yaratanın. 8- Kırcı: Dolunun, küçük tanecikler şeklinde yağışı. 9- Yazıcıoğlu: Maraş da tanınmış aile adı. 10- Şereflinin beyleri. Maraş da Köy adı.

16. NE DİYARDA BİTTİN, SARI SÜMBÜLÜM.

Hasan kahya Ceyhan’ın İmiruşağı köyündendi. İlkbaharın gelmesiyle Sariyecek yaylasına çıktılar. Tomarza’nın Hürü uşağı köyünde oturan Halil ağa da Zelfi’nin Berçine yaylasına göçtüler. Halil ağa oğlu Abdurhaman’a, Oğlum Sariyecek yaylasında oturan İmiruşağı köyünden İmiroğlu Hasan kahya, duydum ki cins Arap atını satacakmış. Yanına bir arkadaş al da git benden selam söyle, kaç para isterse ver. Atı da terkine tak bana getir dedi. Olur baba yarın arkadaşım Ali’yi alır, kır Atla Doru Ata biner gideriz dedi.
Sabahleyin arkadaşı Ali ile atlara binerek, dağları belleri aşıp, Sariyecek yaylasına vardılar. Hasan kahya’nın çadırının önünde atlardan indiler. Hoş beşten sonra, Hasan emmi babamın selamı var, sende satılık bir Arap atı varmış, onu almak istiyor dedi.
Hasan kahya : Olur vereyim diyerek pazarlığı bitirdiler.
Atı getirsinler de biz gidelim.
Hasan kahya; olmaz öyle şey akşamın karanlığında gidemezsiniz. Bu gün benim misafirim olun, yarın sabah gidersiniz dedi. Akşam büyük çadırın içinde diğer komşulardan da adamlar geldi. Gelin, kız karışık, konuşup muhabbet ettiler. Muhabbet bittikten sonra, aralarından biri: Bu akşam misafirimiz sayesinde bir araya geldik, böyle toplantılar az olur, toplanmışken haydin birer sıra türküsü söyleyelim diyerek başta bulunan birinden sıra türküsünü başlattılar. Sıra türküsü söylenirken Hasan Kahya’nın kızı bahar gelip, Abdurhaman’ın karşısına oturmuştu. Birbirilerine bakıyor, söylenen türküleri duymuyorlardı. Bilmedikleri duymadıkları bir dille konuşuyorlardı sessiz kendi aralarında göz işaretleriyle.
Kız sen ne güzel kızmışın böyle,
Sen de yakışıklısın hani ya,
Kız seni babandan istesem, bana verir mi?
Vermez, vermez öyle delilik yapma?
Ne yapacağım öyleyse?
Kaçır beni!
Nasıl, ne zaman?
Bu sabah horozlar ötmeden, kimse uyanmadan, ben yolun bükünde seni beklerim.
Sahi mi söylüyorsun?
Elbette sahi söylüyorum.
Tamam olur kaçırırım seni.
Oturanlardan biri: Abdurhaman sıra sende deyince Abdurhaman uyandı. Aklı başına gelip, etrafına baktıktan sonra, yüzünü Bahar’a çevirerek imayen gidecekleri yolları Bahar’a tarif etmeye başladı.


Kızıl göl yoğun oluk, Berçine yayla
Bu yıl da böyle olsun. Yar yürü, yürü
Ağ su da çam oluk, kurtların beli
Kokarkuyu kurubel yürü yürü

Çık Aslan taşa da soğanlı ovası
Yüksek kurt kulağı belli havası
Dumanlı da tor seyfiller yuvası
Yağ pınarına doğru yol yürü yürü

Soğanlı koç dağı da arası Handır
Elbizeli çarşak beli mekandır
Şol sarı çiçeğe, beraklı kondur
Eli deste güllüm, al yürü yürü

Hubların yatağı, şol kabaktepe
Varamam Sarecek, yolların sapa
Topukta hal halı kulakta küpe
Zülüfler gerdana, tel yürü,yürü


Nesin methedeyim de dağların başın
Biren biren gezdim de kayasın taşın
Sefil Abdurhaman yitirmiş eşin
Ara sevdiğini, bul yürü yürü

Abdurhaman sıra türküsünü bitirdikten sonra: Ağam, bizim şafakta yola çıkmamız gerekli atlarımız hazır olsun eyerleri de üstün de kimseleri uyandırmadan çekip gidelim dedi. Kalktılar eyerleri Atların üstüne vurup, palanlarını gevşek bağlayarak yatıp uyudular.
Uyumak kimin nesine, Abdurhaman sabaha kadar uyuyamadı. Baharı düşündü. Bir zaman sonra çadırın etrafında ayak sesleri geldi. Anladı ki bahar yola çıkıyor. Biraz daha yatakta bekledikten sonra, ayni yatakta yatan arkadaşı Ali’yi dürttü. Ali uyandı. Ne var dedi?
Abdurhaman susmasını kalkıp gitmeleri gerektiğini söyledi. Yavaşça birlikte kalkıp, atların palanlarını sıkarak, diğer satın aldıkları atı da yedeklerine takıp yola çıktılar. Biraz gittikten sonra, baktı ki gerçekten Bahar bükte bekliyor, elinde bir çıkınla. Ali’ye Sen eğersiz ata bin diyerek Baharı eyerli ata bindirdi. Hızla oradan uzaklaştılar.
Hasan kahya kızının kaçtığına çok üzüldü ve sinirlendi.
Allah’ın emri varken, babasına danışmadan kız kaçırmak ne demekmiş ben size gösteririm diyerek, yayla zamanının bitmesini bekledi.
Yayla zamanı bitip, güzle evlerine gelince, on kişi silahlı adamlarla bir gece Hürü uşağı köyünde Hamıza’nın evini basarak, kızını alıp geri getirdi.
Aradan yedi yıl geçti. Abdurhaman Bahar’ın hasretine dayanamadı. Bir de oğlu olmuştu Bahar’ın baba evinde. Kendi kendine karar verdi. Gideceğim karımı almaya. Ya orada ölürüm, ya da karımı alırım diyerek bindi atına, vardı Sariyecek yaylasına. Atından inerek, dışarıda oturmuş olan kayınbabasının karşısına geçip, ağam bir cahillik yaptık, sen büyüksün bir atalık yap affet bizi. Yedi yıl oldu dayanamıyorum bu hasrete, ver elini öpeyim diyerek eline sarıldı öptü. Hasan kahya elini öptürürken Abdurhamana bakmadı. Oradan kalkarak diğer çadırlara gitti. Bahar çadırın içinde Abdurhaman’ın gelmesine sevinmedi. Bu kadar zamandır nerde kalmıştı. Abdurhaman oturup şunları söyledi.




Leyla’nın bekçisi, var mı mecnunu
Benim çekticeğim, ahınan vahdır
Kömür gözlüm, gayri yüz döndü bana
Bilmem beni sınar, bilmem esahdır

Mecnun da derki Leyla nice oluk
Bizim işimiz de feleğe kalık
Kara kaşlar, kement olup ağılık(1)
Elma yüz üstünde, zülfün siyahtır

Karadır kaşların da göksünde aktır
Siyahtır saçların ne desem haktır
Gamzeli kirpiklerin, sinemde oktur
Parlar gümüşgerdan,
yüzlerin mahdır(2)
Abdurhaman’ım derde içelim bade
Kötü eşden adama hiç olmaz fayda
Verme sırrını da engele yada
Almayınan doyulmaz,
her dem damahtır(3)


Bahar’ı ve çocuğunu alıp, eve geldikten birkaç gün sonra, karısının gönlünü almak için şunları söyledi sevdicegine;


Hubların (4) serdarı, ol şirin şahin
Neden aşığına, böyle bakarsın
Sen böyle baktıkça, han olur bağrım
Hem de beni ataşına yakarsın.

Vakti gelmeyince ötmez bülbülüm
Yar elinden sitem çekme bir gülüm
Ne diyarda bittin sarı sümbülüm
Ne hoş ırahan var, ne hoş kokarsın

Şiirin birinci bölümündeki bilinmeyen kelimelerin hepsi yöreye ait yerlerin isimleri. 1- Ağılık: Kaşlarını göz üstüne yığarak küskünlüğünü belirtmek. 2- Mahtır: Yüzünü mahremmiş gibi benden saklıyorsun. 3 Tamah: Ekşimiş sirke gibi. 4- Hublar: Güzel manzara. 5- Kesp: Harap yıkıntı. 6- Epriği: Kulağın ön tarafına kıvrılarak kesilmiş saç telleri.

17. GALIN (BAŞLIK PARASI)

Leyli o kadar güzel kızdı ki, ünü Sarız köylerinde söylenir oldu. Yörede genellikle kadın ve erkekler esmer olmalarına karşın, Leyli sarışın uzun saçlı, çakır gözlü, kirpiklerinin çakır gözlerin üstünde kılları sayılacak gibi, dizi dizi görülür, hiçbir genç onun gözlerine bakıp da başını yere eğmeden, yüreğine bir sızı girerek yanıp tutuşmayan başı dönmeyen olmazdı. Gençler kendi kendilerine çeşitli sebepler bularak, Leyli’yi görmek için evlerinin önünden savuşur (1) su kuyusunun etrafında oyun oynarlardı. Herkes gönlünde Leyli’yi saklar, tatlı derin hayallere dalarlardı. Çimlerin üzerinde yatar, gök yüzünde küme küme bulutların çevresinde oluşan şekilleri Leyli ye benzetir of çekerlerdi. Köyde aracı kızlar tarafından Leyli’ye evlenme teklifinde bulunmayan genç ve yaşlısı kalmamıştı. Leyli’nin cevabı herkese ayni olurdu. Babam bilir.
Babası sarı Ali, kızının güzelliğinin farkındaydı. Bu kızı kim isterse ağırlığınca altın alırım diye düşünüyordu. Her gelen dünürcüye kısmetse olur inşallah der, ardından da ama ve lakin, yüz koyun, iki öküz, bir At, ayrıca da elli mecidiye isterim. Bunları verebilecek misin ağa derdi.
Gelen dünürcüler, hiç cevap vermeden giderlerdi. Giderken de dürzü, namussuz Sarı Ali, bu kadar mal para kimde var? Alda kızını başına çal, turşusunu kur da kokmasın derlerdi.
Aktepe köyünde Seyis Ali’nin oğlu Duran, Sarı Ali’nin köyünde davet edildiği bir düğüne geldi. Leyli’yi orada görüp, aşık oldu. Düğünün bitmesini, gelinin gelmesini sabırsızlıkla bekledi. Leyli’yi gördükten sonra, düğünde olup bitenlerden habersiz sadece Leyli’yi düşündü. Ağacın dalını, evlerinin örülü taşını, tavukları her gördüğü nesneyi, Leyli’ye benzetiyordu. Heyecandan hastalandı düğün bitmeden Aktepe köyüne geri döndü. Eve gelince anası Sultan:
Ne oldu oğlum, betin benzin solmuş, düğünde kavga mı ettin söyle bakalım, benim biricik oğlum, gözümün nuru nen var senin?
Ana hiç sorma halimi, düğünde Sarı Ali’nin kızı Leyli’yi gördüm...
Bak başıma gelenlere, sonra?
Sonrası var mı olan oldu işte, aşık oldum. Aşık oldum diyorum sana ana! Söyle babama, ya bu kızı bana alır ya da çeker giderim gurbet iline, bir daha da ölsem dönmem gurbetten... Hemen isteyin bu kızı. Sana ben bu kadar derim...
Baban köyün içine gitti akşam gelince münasip bir dille anlatırım ona. Sen hiç merak etme. Seyis Ali, kimi istersen onu alır sana. Başını okşayarak, benim biricik oğlum malımız mülkümüz feda olsun sana. Üzme canını ben hallederim.
Akşam yemeğinde Duran sofraya oturmadı.
Babası: Neyi var bu oğlanın?
Neyi olacak keyifsiz o kadar. Oğlum madem yemek yemiyorsun, bari ahırdaki mallara baksan diyerek Duranı gönderdi.
Sultan elindeki kaşığı sofraya koyarak, Neyi olacak, oğlum kara sevda olmuş.
Ne dedin sen, anlamadım kime sevda olmuş?
Kınalı kaya köyünde Sarı Ali’nin kızı Leyli’ye düğünde görmüş vurulmuş kıza cahil oğlan. Bu kızı bana almazsanız çeker giderim gurbet iline, bir daha da dönmem diyor.
Yahu karı sen bilir misin, Sarı Ali kim? O dürzüyü çok iyi tanırım ben, üç kızından galın (2) parası alarak Karun gibi zengin oldu. Bu adamdan kız mı istenir, diyelim ki kızı istedik, oda verdi, galın olarak isteyeceği para, bütün varlığımızı versek yetmez. Bacağımızdan donumuzu da alır, orta da çıplak bırakır. Rezil oluruz el aleme... Bu iş olmaz. Söyle oğlana, boşu boşuna heveslenmesin?
Sultan, kaşığı eline alıp, üç defa sofra tahtasına vurarak, bana bak Ali ağa, hiç bir şey oğlumdan kıymetli değil. Oğlum için her şeyimi verir de dilenirim bile bu işi uzatma.
Yarından tezi yok gidip, isteyelim şu kızı...
Birkaç gün aradan geçtikten sonra Seyis Ali, karısının dırdırına dayanamayarak, ister istemez razı oldu. Kınalı Kaya köyüne giderek, Sarı Ali’den kızı Leyli’yi istedi. Oğlu Duran’a.
Ali ağa benim oğlan, senin kızın Leyli’yi düğünde görmüş, oracıkta kara sevdaya tutulmuş, bize de bunları birbirlerine kavuşturmak düşer. Sen beni tanırsın bende seni. Bundan dolayı kızın Leyli’yi oğlum Duran’a istiyorum Allah’ın emri, Peygamberin kavli ile bu işe ne dersin?
Ne diyeyim, kısmetse olur inşallah. Ve lakin; kızıma karşılık, yüz koyun, bir At, bir çift öküz, ayrıca da elli mecidiye altın isterim. Bunları verebilecek misin Ali ağa?
Hepsini anladık ta bu elli Mecidiye altın da ne?
Benim kızım, yüzlerce altın değerindedir. Sırma saçlı, çakır gözlü, var mı bir tane daha eşi? Aha... kızım, aha... istediklerim, getir bunları götür kızımı, başka da diyeceğim yok diyerek kesti attı. Seyis Ali, kıpkırmızı oldu. Söyleyecek bir şey bulamadı. Sultan söze karışarak; Ali ağa istediklerin bunlar olsun. Bir ay içinde bunları getirir sana veririm gelinimi de alırım haberin olsun. Sen bunları getirirsen, ben de kızımı verdim gitti. Hayırlı olsun dedi.
Kız için istenilen ağırlık (3) verildi. Bir ay içinde düğün de yapılarak, Leyli Kınalıkaya köyünden, Aktepe köyüne Duran’a gelin geldi. On gün sonra:
Daha dün zengin iken bir ay içinde köyün en fakir adamı durumuna düşen , Seyis Ali düğün olmuşta evine gelin değil cenaze gelmiş gibi üzgün düşünüyor. Ofluyor, pufluyor ne yapacağını bilemeyerek evin ortasında dolanıp duruyor.
Ulan pezevenk daha dün At hırsızı idin. Dört kızını gelin ettin Karun gibi zengin oldun. Ulan senin bana yaptığını, Firavun Musa’ya yapmadı. Seyislik yaparak yıllarca At yetiştirip sattım. Sana verdiğim malları edindim. Senin şu sarı çıyan kızın için mi? Ben bu kadar çalıştım çabaladım kızını al başına çal pezevenk... Odanın ortasındaki direğin arkasında ayakta duran yeni gelin Leyli, fısıltı halinde kayın babasına:
Benim babama küfür etme? Beni oğluna zorla vermedi.
Sen, sen sarı çıyan, ne konuşuyorsun öyle diyerek, Duran’ın odada olmadığı bu sırada Leyli’nin uzun sarı saçlarından tuttu, tokatlayıp, tekmelemeye başladı. Sultan kocasının elinden Leyli’yi alamadı. Leyli’nin kafasını orta direğe vurdu. Leyli bu darbeden bayılıp yere düştü. İki saat sonra ayıldı, gözleri açık ama hiç bir şey göremiyordu. Üç gün sessiz sedasız ağzına bir lokma ekmek, bir yudum su almadan, kıpırdamadan yattı. Yeni doğan güneşe bakması gerekirken o gözlerini yumdu.
Leyli’nin babasının şikayeti üzerine Seyis Ali hapise Leyli mezara gitti. Duran deli oldu. Ömrünün sonuna kadar, Leyli’nin mezarı etrafında dolandı durdu.
Leyli’nin bir kız arkadaşı, kendisini Leyli gibi hissederek onun ağzı ile elime geçirebildiğim şu üç kıta ağıdı yaktı.


Oruç tuttum, bayramını etmedim
Gelin oldum, Muradıma yetmedim
Emrinizden başka bir iş tutmadım
Kıyma kayın babam, canıma kıyma

Baba senden çok mu aldık kalını
Kalın için öldürmezler gelini
Haber sal, tez göndersinler malını
Kıyma kayın baba, canıma kıyma

Aşağıdan gelen, bir kanlı melek (4)
Yolumu yolsuza, uğrattı felek (5)
Demek bu yolda hepimiz mi ölek
Kıyma kayın baba canıma kıyma

1- Savuşur: Gelir geçer. 2- Galın: Başlık parası. 3- Ağırlık: Başlık için konuşulan mal, para vs. 4- Kanlı melek: Kayın babayı Azrail’e benzetiyor. 5- Felek: Gökten gelen talih.

18. EMMİ OĞLU

Sarız’ın Söbeçimen köyünde Küçük Ali, kardeşi Mustafa çavuştan üç yıl evvel evlendi. Bir oğlu oldu. Adını kendi babasının adı ile birleştirerek, Hasan Ali koydu. Üç yıl sonra da Mustafa çavuş’un bir kızı oldu. Onun adını da analarının adı olan, Elif koydular.
Hasan Ali emmisi kızı Elif’i köyde oyun oynarken, dağda çiçek toplarken her yerde diğer çocuklardan korudu. Bazen aynı evde yatar aynı sofrada yemek yerlerdi diğer kardeşleri ile birlikte.
Zaman geldi büyüdüler. Hasan Ali yirmi yaşına, Elif de on altıdan on yedinci yaşına girdi. Birbirlerine sevdalandılar. Harman zamanı orakla ekin biçtiler. Mercimek, nohut, kışın samanla karıştırarak, koşu hayvanlarına yedirmek için Burçak yoldular tarlalarından. Ekin destelerini sap kağnısına yükleyip, harman yerine getirdiler. Elif öküzlerin getirdiği ekin saplarının üstünde, dövene binerek dolandı durdu. Hasan Ali de bir yandan diğer yana malama (1) aktarıyordu.
Elif: Ulan Hasan Ali,
Ne istiyon kız!
Diyorum ki ne zamana isteyeceksin beni babamdan?
Dur hele acelen ne? Harmandan kalkalım o zaman söylerim anama, gelip isterler seni emmimden.
Emmin beni sana verir mi ?
Verir verir. Emmim beni çok sever. Harmandan kalkalım, zahirelerimizi harallara, çuvallara doldurup, ev de duvarların kenarlarına dizelim, otları damın üstüne hayma
(2) yapıp, samanı da samanlığa doldurduk mu, o zaman seni istetirim.
Birde bulgur kaynatılacak tahrana yumulacak da ondan sonra desene?
Yok, yok o kadar da beklemem.
En iyisi sen beni hemen istet, bu günden tezi yok? Bulgur kaynatılıp, tahrana yumduğumuz zaman, hemen arkasından düğünümüz olsun.
Tamam ben anamla bu gün konuşurum.
İyi öyleyse, ben gidiyorum. Kendi dövenini (3) kendin sür diyerek yakın da bulunan babasının harmanlarına gitti.
Boş kalan düvene anası gelip bindi. Deh bire sakar öküz ikide bir malamadan dışarı çıkma diye meses (4) ile öküze vurdu. Öküzler malamanın üstüne çıktı. Hasan Ali gelerek anasının sürdüğü dövene bindi.
Anasına arkasından sarılarak, ana ana kız anaların gülü, güzel anam benim.
Ne var deli oğlan, ne istiyorsun, tütün istiyorsan o yok?
Ana ben tütün istemiyorum.
Boşa bana sarılmazsın, vardır bir istediğin.
Ben, Emmimin kızı Elifi istiyorum.
Dövenin üstünü mü buldun söyleyecek, e bire deli oğlum şimdi zamanı mı?
Zamanı zamanı ana, ha bu gün ha yarın, isteyiverin şu kızı ne olur ana emmim yabancı mı?
Tamam tamam bu gün ben babanla konuşurum, akşamda isteriz. Harmandan kalkınca da düğününüzü yaparız. Ama akşama kadar dövene sen bineceksin?
Vallaha ana sabaha kadar da binerim, yeter ki sen bu gün Elif’i iste.
İsterim, isterim diyerek, anası dövenden inip, yaba ile saman tığı (5) savuran babası Küçük Ali’nin yanına vardı. Hasan Ali’nin kendisine söylediklerini uzun, uzun birlik de konuşarak, akşam gidip, kızı istemeye karar verdiler.
Akşam dolunayın ışığında kardeş, kardeş sohbet ederken,
Küçük Ali: ulan Mustafa gördün mü ikimiz de büyüdük, seni de adam saydılar da koca köye Muhtar yaptılar.
Mustafa: Vallaha öyle oldu ne çabuk geçti zaman diyerek gülüştüler.
Küçük Ali: Maşallah çocuklarımız da büyüdü evlenme çağına geldiler. Babamız bizleri nasıl everdi ise biz de onları evermemiz lazım. Onun için diyom ki Allah’ın emri Peygamber’ in kavli ile kızın Elif’i oğlum Hasan Ali’ye istiyorum. Sen bu hayırlı işe ne dersin ?
Mustafa: Ne diyeyim ağam ikisi de bizim çocuklarımız, hayırlısı ise olsun derim. Verdim gitti. Allah onları mutlu etsin. Kalkıp birbirilerine sarılarak hayırlı olsun dediler. Haberi köye duyurarak, harman sonu düğün yapmaya karar verdiler.
Köyün hemen yakınında bulunan su akan derede buğdayı yıkayıp, bulgur kaynatarak, kuruması için savan çullarının üzerine serdiler. Gündüz kadınlar bekliyordu sergiyi. Gece de bir erkeğin beklemesi gerekti. Serginin başına bir yatak sererek Hasan Ali’nin beklemesine karar verdiler. Gece Hasan Ali bulgur sergisini beklerken Elif yanına geldi. Sabaha kadar, konuştular geleceklerini doğacak çocuklarını. İkinci gece Hasan Ali aniden hastalandı. Ateş gibi yanıyor, alnından ter damlaları çenesinde birikip, boynuna akıyordu. Elif mendille terini siliyor, Hasan Ali kötüleşdikçe kötüleşiyor, ayılıp ayılıp bayılıyor. Herkes Hasan Ali’nin başında bekliyor. Sabaha karşı daha da kötüleşti. Gözlerini açıp güneşin ilk çıkan son ışığına baktı ve gözlerini yumdu. Bir daha da açmadı. Cenazeyi dereye çok yakın olan amcasının evine getirdiler.
Amcasının kızı ayni zamanda nişanlısı Elif Hasan Ali’nin ardından aşağıda ki ağdı yaktı.


Aman emmim oğlu aman
Ergiyesi tuttu duman
Bana nişanlın diyorlar
Benim emmim oğlu taman (6)

İliğimi, İliğimi
Tükettim soluğumu
Senin için emmim oğlu
Ağ (7) ördürürüm beliğimi

Gadanı (8) alırım Aco. (9)
Dediğini ben tutmadım
Emmim oğlu dalgın yatar
Eline kına yakmadım

Emmim oğlu dalgın yatar
Kolunu dışına atar
Soluk derilirken (10) vardım
Elini elime tutar

Gadanı alım gız (11) bibi
Mezarını gördünüz mü
Ergenin bayrağı kalktı
Okuntuyu (12) aldınız mı

Şu çeket de şu fistan
Birbirine kavuşturun
Gelini ata bindirin
Mezer öte savuşturun

Anası da söyledi oğluna;

Damın direği yıkıldı
Taşı toprağı döküldü
Tez gel aslan oğlum
Babayın beli büküldü

1-Malama: Samanla karışık tahıl. 2- Hayma: Otları damın üstüne yığmak, kışın hayvanlara yedirmek için. 3- Döven: Ekin sapını saman yapan altı çakmak taşlarla saplı tahta 4-Meses: Öküzleri korkutmak için uzun ağaç değnek. 5- Tığ: Tahılla karışık saman yığması. 6- Taman: Bilirsin ya. 7- Ağ: Beyaz. 8-Gadanı: Belanı. 9- Aco: Uydurma söz. 10- Derilirken: Son nefesini verirken 11- Gız: Kız.(12) Okuntu: Düğün davetiyesi.

19. KAN BULAŞMIŞ, ÇATIK KAŞA.

Cumhuriyetden evvel ve ilk yıllarında Bin boğa dağlarında, Hınzır dağlarının sarp tepelerinde ve yörelerindeki mağaralarda yaşayan, Eşkıya eksik olmaz, ölenlerin ve yakalananların yerini daha da azılı katiller alırdı. Bunlardan biri de Sarız’ın Yalak köyünden adı ile özleşen Eşkıya Ömer ve arkadaşları türemişti. O Yörelerden geçen insanların ayaklarındaki ayak kabılar için dahi gözlerini kırpmadan öldürür, ölülerini bir kayanın arkasına atarlardı. Para karşılığında birinin hasmını öldürmekten hiç çekinmezlerdi. Köylerden güzel kız ve gelinleri dağa kaçırır heveslerini aldıktan sonra onları da öldürürlerdi. Böyle bir zamanda, Eşkıya Ömer, Sarız’ın Çörek dere köyünde bulunan. uzak dan da akrabası olan, çok sevdiği arkadaşı, Abdurhaman’ı bir kış günü ziyarete geldi. Ömer’e ikramda kusur etmediler. Üç gün aradan geçtiği halde Ömer gitmek bilmediği gibi içerden de dışarı çıkmadı. Abdurhaman’ın kız kardeşi Selvinaz’dan da gözlerini ayırmadı. Selvinaz, Ömer’in bakışlarından rahatsız olup, evden gidince de Ömer gitmek zorunda kaldı. Ömer kendisini yolcu etmeye gelen Abdurhaman’a köyden çıktıktan sonra, sana bir şey söylemek istiyorum dedi.
Buyur söyle?
Ben senin kız kardeşin Selvinaz’ı istiyorum. Buna anan baban ne derler acaba?
Abdurhaman: Ben bilemem dedi.
Ömer; Abdurhaman’a görüşürüz diyerek vedalaşarak oradan uzaklaşıp gitti.
Ömer dağa gidip arkadaşlarının yanına vardı. Selvinaz’ın hayali hiç gözünün önünden gitmedi. Gün geçtikçe dayanılmayan bir sevdaya dönüştü. Mutlaka Selvinaz’a sahip olmak istiyordu.
Ama nasıl? Düşündü danıştı karar verdi. Bir name yazıp, arkadaşlarının biri ile Selvinaz’ın babasına gönderdi.
Name de hal hatır sorulduktan sonra şöyle diyordu. “Kızınızı bana kendi gönül rızalığınızla vermezseniz...! Evinizi basar zorla çeker çıkarırım. Bu da size ar olur. İyisi mi bu teklifime evet diyin. Bu nameyi getiren arkadaşla cevabınızı bekliyorum. Baki selamlar.”
Nameyi getiren, eşkıya ile buyursun gelsin diye haber gönderdiler. Haberci gittikten sonra Selvinaz’ın babası amcaları, dayıları bir araya toplanıp ne yapabileceklerini, kızı verip vermeyecekleri, hakkında karara vardılar.
Varılan karar: Eşkıya Ömer’e kız vermektense, bu beladan kurtulmak için. Ömer’in öldürülmesi en uygun yol olduğudur.
Ömer cesur, atik ve güçlü biriydi. Onu öldürebilmek için hatasız çok iyi bir düzen kurulmalı faka (l) düşürülmeliydi.
Öldürme düzenini aynen şöyle hazırladılar. O devir de dağ köylerinde kahve, çay ve şeker her evde bulunmaz, her misafire de ikram edilmezdi. Bunun için de en kıymetli mal olarak, kilitli sandıklar da saklanırdı. Ömer gelecek, altına döşek serilecek, arkasına iki yastık konulacak, Ömer de yastıklara yaslanacak, Ömer’in yaslandığı yastığın arkasında süslü sandık, sandığın içinde ağzı yeni bilenmiş, bir balta bulunacak. Ömer’e kahve yapılması söylenecek. Kahve sandıkta olduğundan dolayı Abduhraman kahve çıkarmak için Ömer’in yaslandığı sandığı açacak kahve yerine baltayı çıkartıp. Ömer’in boynunu düşürecek. Böylece de Ömer hiç beklemediği kendi sonunu getirmiş olacak. Aynen böyle düşünüldü .
Ömer, bir eşkıya arkadaşıyla birlikte akşam üzeri geldi. Düzen eksiksiz uygulandı. Ömer öldürüldükten sonra Selvinaz’ın babası: Ömer’in arkadaşını göstererek, bu da Ömer’in arkadaşı bu adamı serbest bırakırsak dağda bulunan arkadaşları ile gelir Ömer’in intikamını bizden alırlar. Onun için bu katil eşkıyayı da öldürün dedi. Abdurhaman elinde bulunan kanlı baltayı eşkıyanın bir omzuna iki de boynuna vurarak bu olayda hiç kabahati olmayan suçsuz birini öldürdüler. Bu cinayetten sadece iki ay hapis yatıp çıktılar. Ömer’in naaşını Jandarma Pınarbaşı'na götürdü halka göstermek için. Ömer şimdi eşkıya idi ama çocukluktan büyük adam oluncaya kadar anasının babasının yiğit oğulları idi. Anası oğlunun ölümüne dayanamayıp ardından aşağıdaki uzun ağdı yaktı.

Aman Ömer’im, Ömer’im Takaklıdan işlik diktim
Seni Mevla’dan umarım Enli döşe dar geliyor
Kapıyı açık koyar da Balta ile öldürmüşler
Sabahaça ben önerim Namusuma ar geliyor

Kele Eşe, kele Eşe Burada eşkıya eğlenmez
Tekerim dayandı taşa İn yaylanın dolağına
Ömer’imi öldürürlerken Namusuma ar geliyor
Sende mi ettin temaşa Balta oturmuş kürağına (4)

Deli Ömer’im ölünce giz Gadanı (5) alayım Eşe
Şu öfkeyi (2) yaslamışlar Tekerim dayandı taşa
Bu yiğit burada yoktur Balta ile öldürmüşler
Bin boğada beslemişler Kan bulaşmış, çatık kaşa

Çadırdan dışarı atmışlar Ömer’i gören, olsun hayran
Üstüne palaz örtmüşler Çık yüceye, eyle seyran
Anası geliyor diye Ömer’im benim olursa
Aziziye’ye sevk etmişler Ellerden içerim ayran


Çok sevdiğim Abdurhaman Ömer’im avdan geliyor
Yedirir ballı böreği Boğazında olta ilen
Yaran keşifler söylemiş Gitme diye çok yalvardım
Çatal oğlumun yüreği Öldürürler balta ilen


Ne toprağa yatırmışsın
Ne beşiğe belemişsin
Ömer eşkıya olsun diye
Haktan dilek dilemişsin

Kapıda tüfek sıkıldı
Oğlum içeri dıkıldı (3)
Balta ile vurulunca
Ömer dağ gibi yıkıldı

1- Fak: Kapan tuzak. 2- Öfkeyi: Bulunulan yerler. 3- Dıkıldı: Girdi.
4- Kürağına: Kürek kemiğine 5- Gadanı: Belanı.

20. KEÇİ DERİSİ

İsmail Emmisi Molla Mehmet’in kızını istedi. Molla Mehmet zengindi. Kızını başlık parası almadan kardeşinin oğluna vermeyeceğini söyledi. Adam değil mi gitsin kazansın dedi. Kızım onu gelinceye kadar bekler.
İsmail, omzuna bir yogan, bir bel, bir kürek alarak Çukur ovaya ameliyelik, ırgatlık yapmak üzere gitti. Çukur ovaya götürdüğü bel ve kürekle, hendekler eşti, kanallar yardı. Kabala çalıştı. Sevdiği emmisi kızını para biriktirip almak için. Samanlıklarda ahır köşelerin de yattı. Kendine bakamadı, ağır hasta oldu. Köyünden gidip de beraber çalıştığı arkadaşları, İsmail’i köyüne geri getirdiler. İsmail’in ağır hasta olduğunu duyan emmileri başına biriktiler. Vezir ismindeki emmisi elindeki kehribar sarı tespihini tıkırdatarak, ben şimdi sana bir ilaç yapacağım ki yarın sabahleyin şıp (1) diye ayağa kalkacaksın. Oğullarından birini çağırdı. Haydi alın getirin büyük alakeçiyi yanında bulunanlara da siz de çabuk iki keskin bıçak bulun? Kısa zamanda ceylan büyüklüğünde alakeçiyi getirdiler. Ellerinde bıçakla bekleyenlere çabuk kesin bu keçiyi. Keser kesmez, öyle çabuk derisini yüzeceksiniz ki deri soğumadan getirip, bu zavallı İsmail’e saracaksınız. Sobayı da bol bol yakalım. Güzel bir terletelim. Vezir ağanın sözleri hemen yerine getirildi. Keçi dışarıda yüzülürken, Vezir ağa da içeride İsmail’i soydu. Sobaya bol odun atın, içeri alev gibi, fırın gibi olsun. Sıcak çok iyi gelir. Bu oğlan terlemeli sırılsıklam olmalı, yoksa oğlanın vücudun da musallat olan illet kolay, kolay çıkmaz. Kadınlar siz de dışarı çıkın bakalım. Kadınlar derhal odadan dışarı çıktılar. Yüzülen keçi derisi getirildi. İsmail’i çırıl çıplak soyup, keçi derisinin içine sardılar. Keçi’nin işkembesini de delmeden getirip, ayaklarını içine soktular. Üzerine de iki kalın yün yorgan örttüler. Başını da bir peşkir (2) ile bağladılar. İsmail’in tek görülen yeri dudakları, burnu içine gitmiş iki gözü görülüyor. Bu derdin mükemmel devasını bulan Vezir ağa kadınlar da içeri girsinler dedi. Vezir ağa İsmail’in bir yanına, diğer yanına da anası oturdu. Bir çok kişi ayakta, sağda solda oturanlarla oda doldu. Deriye çekilmiş İsmail’in, nasıl iyi olacağını merak ederek bekliyorlardı. İsmail ısınmaya başladı. Emmisi Vezir’e gülen gözlerle bakarak, iyi olacağım değil mi emmi dedi.
Vezir ağa büyük bir iş başardığına inanmış edası ile hafif gülerek yarı alay edercesine, tabi iyi olacaksın. Hem de ömründe bir daha hasta olmayacaksın. İsmail’i hararet bastı. Gözleri daldı. Emmisine bakarak, Emmi o kadar sıcak oldu ki yanıyorum.
Vezir ağa: Aha işte şimdi illetin çıkmaya başladı. Sabırlı ol bakalım, aslan gibi deli kanlısın, çocuk değilsin dayan bakalım? Anası İsmail’in yanaklarını, göz çukuruna dolan terlerini silerken sabret yavrum. Hemen şimdi koyduk deriye seni. İsmail anasına imdat çığlıkları saçan gözlerle bakarak, Ana, ana ben yanıyorum ana çıkartın beni bu deriden.
Dur bakalım kurbanı olduğum İsmail’im azıcık sabret bire ulan Vezir emmin bilir ne zaman seni çıkaracağını.
İsmail, Vezir emmisine döndü, emmi kurbanın oluyum, ne olur beni çıkart, yanıyorum emmi yanıyorum! Sabret sabret dedi Vezir emmisi. Anası durmadan terleyen İsmail’in yüzünü siliyor. İsmail bayılıp, bayılıp ayılıyor. Su, su diyor.
Vezir emmisi: Sabret İsmail sıcakla soğuk bir arada olmaz. İsmail’e bir yudum su veren de olmuyor. Herkes İsmail’i seyrediyor.
İsmail: Beni öldürüyorlar...! Beni yakıyorlar...! diye feryat ederek etrafında bulunanlardan imdat bekliyor. Yanıyorum, yanıyorum diyor. Kimse sesini duymak istemiyor. Feryatları cevapsız kalıyor. Herkes ona acıyarak bakıyor ama ellerinden bir şey de gelmiyor. Yatakta terlerse iyi olacağına inanıyorlar. Bütün feryadı cevapsız kalıyor. Bayıldı bir zaman baygın kaldı. Amcası Vezir: Yılışarak güldü elindeki tespihi, bir daha aktardı. Şak şak ettirerek. Bakın kendine geliyor. Biraz sonra gözlerini açacak. Sakin, sakin oh... kurtuldum diyecek. “Az kaldı diye seyredenlerin merakını giderdi. ”İsmail bir daha açtı gözlerini dudakları kıpırdadı, söyledikleri anlaşılmadı. Gözleri tekrar yavaş yavaş kapandı. Bir hayli zaman geçtiği halde, gözlerini açamadı. Vezir emmisi elini İsmail’in alnına değdirdi. Ayağa fırladı. Odada bulunanlara baktı. Aman uşak ocağınız batsın, oğlanı öldürdük.
Açın, açın çabuk deriden çıkartın. İsmail’in anası, bir kaplan kesildi. Çarçabuk İsmail’i deriden çıkardılar. İsmail İsmail...! İsmail de ses yok. Yanan bedeni buz gibi olmuş. Odanın içinde feryat koptu. Ağlayanlar, saçını başını yolanlar birbirine karıştı. Vezir emmisi bilginlik taslıyarak, İsmail’i yakmış oldu.
Yas bittikten sonra, İsmail’in sözlüsü ile diğer bir kardeşi evlendi. Olay Tomarza’nın Kaman köyünde geçti.
Bibisi Anşalı hatun ölen ergenine şöyle söyledi.


Babam oğlu düğün kurmuş
Hanı düdük, hanı davul
Zahmerinin (3) kış gününe
Seğmenler (4) oynamaz havul (5)

İsmail nerde kaldı
Sağmenleri örtmeye (6) daldı
Uşaklar özneyi (7) saklayın
Gelin döşemeye (8) geldi

İsmail’den aldım izin
Dizli yom dizim, dizim
Gelin yük dibi devşirir (9)
Ne ardımda pusan kızım

Evimi de unuttum da
Düştüm yeğenimin derdine
Damın başına çıkar da
Elini verir ardına

Evim ıssız gidicim
Oğlan bulsun anasını
Gelin almış yarasını
Ben ezerim kınasını

1-Şıp: Su damlasının düştüğü gibi. 2- Peşkir: Havlu. 3- Zahmeri: Kışın en şiddetli olduğu zaman. 4- Seğmenler: Gelin alıcıları. 5- Havul: Bir nevi cirit oyunu. 6- Örtme: Kapıdan ilk girilen oda. 7- Özne: Damat. 8- Döşeme: Döşeli oda. 9- Devşirir: Ufak tefek şeyleri toplar.

21. ZİYA BEY

Pazarören’in Sıradan köyünde Nuri beyin oğlu Ziya bey, amcası Rıza beyin kızı Gül hanıma aşık oldu. Nuri bey Gül hanımı babasından, oğlu Ziya beye istedi. Rıza bey, kattiyen kızını Ziya beye vermeyeceğini söyledi. Avşar da ne kadar ünlü şanlı bey hatırı sayılır kişiler varsa, Rıza beye giderek kızını yeğeni Ziya beye vermesini rica minnet istediler. Rıza bey Nuh dedi Peygamber demedi. Kızımı kendi rızamla güneş tersten doğsa vermem dedi. Aradan iki yıl geçtiği halde, Rıza bey yumuşamadı. İki genç, aralarında anlaşarak kaçtılar. İki ay başka köylerde kalarak, kendi evlerine geldiler.
Rıza beye, tekrar aracılar gitti barışıp Zıya beyi veGül hanımı affetmesi için. Rıza bey, barışmadığı gibi gidip Jandarmaya şikayet etti. Yaşı küçük kızımı Ziya bey kaçırdı diye. Pazarören karakolundan Dört Jandarma geldi. Ziya beyi ve Gül hanımı alıp kasabaya götürmek için. Kapıya gelerek, Ziya beyin teslim olmasını söylediler. Ziya bey, kapıyı arkasından kilitleyerek, ölmedikten sonra Jandarmaya teslim olmayacağını söyledi. Akşam olup karanlık kavuşunca, Ziya bey ahırlarının penceresinden çıkarak kaçmak istedi. Jandarmalar evin etrafında nöbet bekliyorlardı. Jandarma erlerinden biri: Dur Ziya bey teslim ol diye bağırdı. Ziya bey teslim olmayarak kaçmaya devam etti. Jandarma arkasından ateş etti. Kurşun varıp Ziya beyin kafasına saplandı. Kışın çok şiddetli olduğu bir zamandı. Karın üstüne düştü kar kana bulandı. Ziya bey, oracıkta öldü. Ziya beyi, mezara koyup, mezarın yanına bir düşüt yaptılar. (Ziya beyin öldüğü yere dört köşeli taş örme yaptılar.) Olaydan altı ay sonra, Hükümet tabibi geldi. Ziya beyi Mezardan çıkardılar. Kafasını ikiye keserek kurşun aradılar, beynin içinde elle kurşunu bulamadılar. Kafayı boynundan ayırıp, kara bir kazanda kaynattılar. O zaman kurşun bulundu. Kafayı da bedeni ile tekrar toprağa verdiler. Bu aile gerçek Avşar beylerindendir. Ziya beyin arkadaşı, Dersin harbinden Üst teğmen rütbesi ile yeni gelen Paşalı köyünden, daha sonra Pazar ören’in ilk Nahiye müdürü olacak Hüseyin Kavraal Ziya beye aşağıdaki ağdı yakarak, Ziya beyi ölümsüzleştirdi. Bu öyküleri yazan ben Kadılı köyünden,Yılmaz Ilık, ağdı söyleyen, Hüseyin Kavraal’ın anadan torunuyum.

Dudu bacı, ne oldu size Ava gider, elde doğan
Kara haber, geldi bize Odaları çifte tavan
Ziya beyim, can veriyor Ayan olsun, Zıya beyim
Kar üstünde yüze yüze Yeni dağılacak yuvan

Bölük, bölük tarlaların Değen kurşun ok mu idi
İçi naneli bucağım (1) Bir kız sana çok mu idi
Bir kız için bey mi ölür Kar üstünde can veriyor
Yandı da battı ocağın Sanki odan yok mu idi

Tahtadan tabut çatmışlar Kafasından kurşun değmiş
Onu içine atmışlar Kaçarken boynunu eğmiş
Yatağın da kara toprak Ünü büyük Zıya beyim
Beyim seni aldatmışlar Keşifler ölüsünü beğenmiş

Cumhuriyet ferman salmış Aşıt bizim eller aşıt
Jandarmalar teslim almış Takım giyer çeşit, çeşit
Ziya beyim vurulunca Hangisine ben yanayım
Müdür bey başına gelmiş Arka mezar, önü düşüt

Sen Nuri beyin oğlusun Atı nalbantta nallanır
Elde hatırın sayılır Kendi çarşıda sallanır
Şu Saçlının çayırında Ünü büyük Zıya beyim
Sekili Atın yayılır Avşar elinde dillenir




Kavraaloğlumun sözleri Kavraal’ın bu sözleri
Acındırdı mı ola sizleri Hayran etmesin sizleri
Bir ocağa sebep oldu Yalnız köyünü değil
Rıza beyin kızları Ziya yaktı, hep bizleri

Ayni öykünün devamı kız kardeşi tarafından söylenen bölüm.

Gaal, gaal (2) öten gazlar Öle öle bacın öle
Ilıyarak gelen yazlar Ölmeye de ne gün göre
Toplanın ırmağa gidek Öle gardaşın bacısı
Zıya’nın emsali kızlar İçinden çıkmaz acısı


Kır atın alır yarışı
Gelir yılışı, yılışı
Kellesini kaynatmışlar
Düşman gülüşü, gülüşü

İnce Zıya babamoğlu
Yediği kurşunlar yağlı
Beni yoklamaya gelir
Kır atının kuyruğu bağlı

Evlerinin önü ekin
Yekin sarı aslanım yekin
Ağlamaya ar ediyorum
Düşmanların evi yakın

Yoncalığa girdi koyun
Emmilerim etti oyun
Kalk gardaşım eve gidek
Kanlı elbiseni soyun

Güvercinler çıkar burca
Zıya mı komuşlar uca
Su selası (3) verdimi ola
Zıya beyi yuyan hoca

Bacısının adı Emiş
Saatının kordonu gümüş
Oğlu ölesice Müdür
İp dakın da sürün demiş

Yoncalığın boz dumanı
Hükümet bilmez amanı
Gardaş göçünü yükletti
Ot biçimi, ekin zamanı

1- Bucak: Ekinin sararmadan önceki hali. 2- Gaal. Gaal: Gazların ötüşerek yürüyüş şekli. 3- Su selası: Ölü yıkanırken okunan sela.

22. DOKUZ TENEŞİR KURULDU.

Sarız’ın Türkmenler köyünde 1930 yılında öksüz olarak dokuz kardeş yetişip geldiler. Ölen babaları bu köye sonradan gelip yerleşmişti. Köylüleri bu kardeşlerin gelişmesinden korktular. Köylü damlarından birinin kenarında oturup, sohbet ederlerken, babaları dokuz oğlan sahibi oldu da öldü gitti.. Bu oğlanların beşi evlendi, gün dediğin ne ki birkaç yıla kadar en küçükleri de evlenir. Düşünün bir defa köylülerim diye köyün nifakçısı diğerlerinin aklına kötü kötü şeyler getirdi. Dokuzar oğlan da bunların olsa halimiz ne olur? “Dağdan gelip de bağdakini kovar” hesabı Vallahi Allah bilsin hepimizi bu köyden kovarlar da tek başına bu köyün arazisine sahip olurlar. Daha fazla vakit geçirmeden bunun bir çaresine bakmalıyız. Bir diğeri bu adam doğru söylüyor. Yirmi sene sonra ne olur bizim halimiz? Onlar bizi sürmeden biz onları sürelim. Onlar bizi öldürmeden biz onları öldürelim diye bu gibi fesatlıklar çıkardı. Bu dokuz kardeşin hepsini birden öldürelim diye kararlaştırdılar. İçlerinden en baba yiğit on bir kişi seçtiler. Dokuz kardeş bu olacak olayı sezinlemişlerdi onun için, birbirilerinden ayrılmadılar. Biri nereye giderse, dokuzu da beraber gittiler. Darboğaz da çukur bir yerde tarlalarında dokuzu birden ekin biçerlerken, daha önce pusu kuran on bir kişi dokuz kardeşi ayni zamanda birer birer vurarak öldürdüler. Hadise yerine gelen anaları, dokuz oğlunun kanlı bedenlerine dokuzar defa sarıldı. Ayağa kalkıp bağırarak ağlamayacağım yas tutmayacağım. Ne zaman oğullarımın intikamını alırsam o zaman, canı yanan saçını yolanlarla beraber ağlayacağım diyerek. Ekin tarlasını kana boyayan oğullarını defin ettirdi. Gelinlerini başına toplayıp, sizin kocalarınız, benim oğullarım öldüler. Sizler genç kadınlarsınız. Onun için babalarınızın evine gidin. Bundan başka da bana ar yapmayın. Diyerek gelinlerini babaları evine gönderdi. Kız ve erkek torunlarını intikam ateşi ile büyüttü. Aradan on yıl geçtikten sonra, kağnı arabası ile tek başına kazaya gitti. Altı teneke dolusu gaz yağı satın aldı. Gece yarısı köye döndü. Herkes uyuyordu gaz yağı aldığını kimseler görmedi. Birkaç gün sonra, torunlarını başına topladı. Yavrularım bu gün babalarınızın intikam alma günüdür. Cesur olun korkmayın, ben arkanızdayım. Herkes yarım teneke gaz yağı alacak. Babanızı öldürenlerin pınara (1) bacalarından, sabaha yakın bir zamanda dökeceksiniz. Bu gazyağına batırılmış çaputları da yakıp, pınara bacalarından aşağı atacaksınız. Hiç vakit geçirmeden damların üstünden inip, kapılarının önüne geçeceksiniz. Kim kapıdan çıkarsa değil çocukları, tavukları bile çıksa hiç acımadan vuracaksınız. Onlar size acıdı mı? Sizin birer babanız amcalarınız, benim dokuz oğlumu öldürdüler. Onlarsa yanacak, yanmayanlar sizin yağlı kurşunlarınızla ölecekler. Benim tattığım acıyı onların da anaları, babaları, çocukları tadacak. Anladınız mı diye teker, teker torunlarına sordu. Çocuklar anladık dediler. Öyleyse biraz daha bekleyelim. Sabahın derin uykusunda tutuşsunlar ateşe... Gaz yağ tenekeleri ve tencerelerde taksim edilmiş gazları alarak on bir evin damına çıkıp. İşaretleşerek hepsi bir anda gaz yağını bacadan aşağıya döküp. Yaktıkları çaput paçavralarını içeri attılar. Koşarak aşağı inip kapılarının karşısına geçtiler. Evleri yananlar can havli ile dışarı fırladılar. Çocuklar da çıkanı vurdular. Çıkanı vurdular. Köy mahşer yerine döndü. Her yer alev, alev kapıdan pencereden çıkan alevler diğer evlerin üstünde bulunan ot haymalarını da tutuşturdu. Olayda ne var ne oluyor diye telaşlanıp. İnsanların aklı başına gelinceye kadar. Dokuz kardeşlerin anası, torunlarını alarak derenin içinde kayıp olmuş gitmişlerdi bile. Bu yangında ve vurularak öldürülen insan sayısı yirmi iki kişi idi. Dokuz kardeşin anası intikamını aldıktan sonra oğullarına ağlamaya başladı ve aşağıdaki ağdı yaktı. Aşağıdaki ağıda daha sonra ilave yaptılar, onları yazmıyorum.

Dokuz teneşir kuruldu Akşam oldu gün aşıyor
Dokuz kazan vuruldu Gınaman aklım şaşıyor
Kul olana hiç vermesin Dar boğaza vardım idi
Dokuz oğlum bir vuruldu Dereler kanlar taşıyor

Beşi evli dördü ergen Boz Ömer’im, Sarı Musa’m
Dokuz örtü ipek yorgan Uzandım kuzum uzandım
Boz Ömer im sağ olaydı Dokuz oğlan anasıyım
İnekten keserdim kurban Düşman elinde kaldım

Halil oğlum, Mulla, Musa’m Bir sandık da almaz oldu
Ünlü boz Ömar im ünlü Dokuz oğlumun donunu
Buradan yele yele (2) vardım Gavir imiş, gavir (7) düşman
Dokuz oğlum ala kanlı Aleme verdin ününü


Hekili gönlüm hekili (3)
Boz Ömer’im evin vekili
Anan ölsün Ömer’im
Yunurken kestim kekili (4)
dım mendilinen sildim
Dokuz oğlumun kanını
İbrahim yernik(5) gitti.
Soymam ki özne(6) donunu

1- Pınara: Şömine. 2- Yel yele: Koşa koşa. 3- hekili: gamlı üzgün. 4-Kekil: perçem zülüf. 5 Yernik: Arzularına kavuşamayan. 6- Özne: Damat.
7- Gavir: Kafir.

23. BİNİPDE ILGARA YETEN.

Avşarlar göçebe halinde iken, diğer aşiretlerle barışık olduğu zamanlarda Topuz bey, Avşar olduğu söylenen Kadirli de Bozdoğan Kerim oğulları aşiret köylerinde yaşamını sürdüren “Gerçek bir Avşar beyidir.” Hikayesi uzundur. Rivayete göre; Sebebi bilinmeyen bir nedenden Kerim oğulları tarafından öldürülür. Kız kardeşi Şerife hatun ağıt yakar.
Yaşar Kemal’in ağıtlar kitabında bulunan 18 kıtalık ağıttan 10 kıta aşağıya alıyorum. Bu ağıtları derleyip, Yaşar Kemal’e veren Kemal Sadık Göcelinin dediği gibi; “Biri çıkarda Kayseri bölgesinde söylenen ağıtları derleyip yayınlarsa eksiklikler giderilmiş olur” Bundan hareket ederek, Bu ağıtların ne kadarını derledim bilemem. Benim derlediğim ağıtların hiç biri Yaşar Kemal’in ağıt kitabında geçmemektedir. Terkeşli oğlu Hasan ağanın bir bölüm ağdı hariç. Bu ağdın bende yaklaşık tamamı var. Mesela İnce Hacı aynı kişi olduğu halde ağıtın bir bölümü Ceyhan’ın Tatarlı köyünden derlenmiş, daha sonra aynı kişi tarafından başka bir zamanda söylenmiş bölümünü ben Sarız’da derledim. Aynı durum Topuz bey için de geçerli. Birçok ağıtlar birbirlerine benzemekle birlikte ağıtları aynı kişilerin söylediğini var sayarsak, aynı kişiye ayrı zamanlarda söyledikleri ortaya çıkıyor. Misal; Halburun ağıtı, Terkeşlioğlunun ağıtı, İnce Hacının ağıtı, Yemen ve Sarıkamış ağıtları gibi, bu listeyi daha çok uzatabiliriz.
Topuz bey de bunlardan biri. Topuz beyin bende bulunan ağıtını kendi babam Musa (Kolusa lakabıyla) Ilık’tan aldım. Önce öyküsünü anlatır sonra çok güzel sesi ile duygusal bir şekilde
söyler dinleyenleri ağlatırdı. Ben Topuz bey’in Ağıtını çok önemli buluyorum.
1865 yılından evvel Dadaloğlu Topuz bey için oğlu Çerkez bey’e 5 kıt’a şiir söylemiştir. Ceritlerle yapılan bir savaşta, bu şiirin son kıtasını alıyorum.

Der Dadalım der de hileye gitme
Gözünle gördüğünü hak inkar etme
Baban koca Topuz’un hakkını unutma
Doldurup, doldurup veriyor Çerkez

Topuz beyin 17 yaşlarında Çerkez isminde bir oğlu olduğunu Çerkez’in babasından evvel genç yaşta öldüğünü bibisi Şerife benim derlediğim bölümde şöyle söylüyor:

Biner atın tavlısına
Kaput bağlar sayrısına
Dayanamaz babam oğlu
Gözü büyük yavrusuna.

Kemal Sadık Göceli’ye göre de şöyle söylüyor:

İki gardaşım olsa
Biri ölse biri kalsa
Topuz sana ağlamazdım
Sarılacak dalım olsa

Bu ailenin ocağı sönmese idi şimdi aramızda olurlarda Topuz soy ismini taşırlardı.
Alemdar Ünlü’ nün; Oğuz Türkmenlerinden Avşarlar adlı eseri sayfa 136 da belirttiğine göre, Topuz beyin ailesi Toklar Nahiyesinin Taf kasabasına yerleşmiştir. Yıl 1761. Asıl adı Abdullah olup, Ceritler, Tecirliler ve diğer Türkmen, Yörük aşiretleri ile sık sık savaştığından gösterdiği kahramanlıklardan dolayı Topuz lakabını vermiş olmalılar. Bunun böyle olduğunu da ispatlamış. Her şey tamamda, bacısı Şerife hatun söylediği ağıtlarda adı geçen yörelerin Pınarbaşı’nın Demircili ve Kadılı köyü yöresi ve yaylalarının bulunduğu yerler. Bu ağıtların yaklaşık tamamını bilenler de bu yöreler de ikamet edenler, eğer ki Topuz bey Taf kasabasındansa Şerife hatun neden bu yöredeki dağları ve adı belli olan yerleri söylesin ki? Pınarbaşı’nın Büyük Karamanlı köyünde Halloların Kara bey kolundan Topuz soy adını taşıyan kalabalık bir aile var. Dadaloğlu da yukarıdaki şiirinin devamında Halloğlundan bahsetmektedir. Avşar Köylerinin isimlerinin belirtildiği tarihleriyse 1800 yıllarının ortası ve sonuna doğrudur.
Şerife hatunun ağdında adı geçen yörelerin adını şöyle tarif ediyor. Demircili büyük ören/ Kabaktepe karlı buzlu/ Kabaktepe tablak, tablak/ Kabaktepe uğru köklü/ Aşılık ondan aşağı/ Öşekcinin güneyine/ Sariyecek gül biteği/ Öşekcinin günden yüzü/ Sariyecek kar yatağı/ Demircili düşek, düşek. Ayrıca da Adana’da Akmaşat ve Taşköprü adları geçmekte. Hani nerde Taf ve çevresinden bir isim? Geriye tek seçenek kalıyor: Önce Büyük Karamanlı veya Demircili köylerinde ikamet ettikleri daha sonra da Taf’a göçtükleri. Başka türlü Taf’da ikamet ettiğini ispat etmek mümkün görünmüyor.

Babam oğlu var idi Elinde un eleği
Anamın oğlu bir idi Gelin eliyor eliyor
Topuz gardeşim var iken Kutnu(4) yastık sandal döşek
Öksüzce başım şar (1) idi Anam Topuzu beliyor

Gel gardeşim, inek dedim Açılan güllerim sola
Gö kırata binek dedim Topuz ola gardaş ola
Akmaşat (2) dedem kışlağı Hasiretin olam gardaş
Saçılak da konak dedim Yaz baharda güle, güle

Devenin ardı köşeli Kabaktepe (5) karlı buzlu
Yükünün dibi döşekli Havanın yüzü yıldızlı
Böyle gezer beyin kızı Yurtlara konalım gardeş
Sultani (3) nevruz kuşaklı Gölleri angıtlı (6) kazlı


Sayın önü sağır kaya
Yolları yukarı bakar
Ben orayı bilmez miyim
Karı burcu burcu kokar

İki gardeşciğim olsa
Biri ölse biri kalsa
Topuz sana ağlamazdım
Sarılacak dalım olsa

Göçecek Avşarın özü
Göçmem demiş beyin kızı
Sabah çok erken göçerler
Üşür çocukların yüzü

Dündar çanı (7) dumulardı (8)
Tokat çanı çinilerdi
Topuzun göçün görenin
Dini imanı yenilerdi

Biricik kardeşi Topuz beyin ölümüne çok üzülen Şerife hatun: Bundan böyle kutnu kumaş giymeyeceğim, hiç gülmeyeceğim, üstüme telhis şilte giyip, kuru ekmek yiyeceğim diyerek karalar bağladı. Ömür boyunca kardeşinin yasını tuttu. Aradan yıllar geçti, Şerife hatun yaşlanmış tanınmayacak bir halde çukur ovadan doğduğu köyüne geldi. O gün tesadüfen köyde bir ölü var idi. Baba evine gitmeden doğruca ölü evine vardı. Onu görenler sandılar ki her hangi bir köyden baş sağlığına gelen biridir. Ölünün bulunduğu oda da kadınlar toplanmışlar sırasıyla ağıt yakıp ağlaşıyorlar. Odanın en uç köşesine geçti oturdu başını duvara dayayarak ağlamaya başladı. Ölü sahiplerinden bir kadın, eve kimler gelmiş, kimler gelmemişler diye etrafta bulunanlara bakınırken. Köşeye çekilmiş bir çocuk kadar küçülmüş hırpıt hırpıt (9) yamalıklı şilteden yapılmış elbiseli ihtiyar bir kadın, kendi halinde ağlayıp duruyor. Kadının yanına vardı.

Kele bacım sen kimsin? Bir bak da yüzünü göreyim dedi. Sende dertlisin ki bize
gelip başsağlığı verir ağlar durursun. Şöyle aramıza yaklaş diyerek ölünün yanına getirdi. Kimseler onu tanımadı. Şerife hatuna ölününgiysisini verdiler. Şerife hatun elindeki giysiye bakarak bu giysinin topuz beyin, ölen de Topuz beymişçesine o da bu gün ölmüş gibi yüreğinin en acı köşesinden şöyle söyleyerek kendisini tanıttı.

Demircili büyük ören Hotam babam olu hotam(20)
Var mı gardaşı mı gören Kim yetmiş ki bende yetem
Salını, salını gelen Kara sakal, bel bir tutam
Ben topuzun bacısıyım Ben Topuzun bacısıyım

Gelinin giydiği peten (10) Öznenin giydiği keten
Üstü atlas, altı seten (11) Altı seten, üstü peten
Binip de ılgara yeten Ulaşıp da ılgra (21)yeten
Ben Topuz un bacısıyım Ben topuzun bacısıyım

Topuz benim allı başım Biner atın taylağına
Sarı altınım, gö (12) kuruşum Sürer yolun saylağına
Kıyma felek kul oluyum Şöhret için çandöğdürür
Bundan gayri yok gardaşım Dizi büyük daylağına (22)


Topuz beni yaslandırdı (13) Akmaşat dedem kışlağı
Altınımı paslandırdı Aşılık (23) ondan aşağı
Üstüme şilte giydim de Yazdırırdı (24) beyin gızı
Kardeş beni seslendirdi (14) Atlas (25) dan dört döşeği

Topuz benim, ağam kendi. Kesme surun önü kısık (26)
Arkadan yıkıldı bendi Altında bağ, yeri esik 27)
Azıycacık tehem(15) verin Gardaşa gonalım dedim
Amanın ciğerim yandı Taş köprü’yü gölge basık

Heril (16) donumu atarım Öşekçinin (28) günden yüzü
Çıkla (17) karaya batarım Hep oralar ceren izi
Ölürüm, Topuz ölürüm Geceyi sabah etmiyor
İnşallah arkandan yeterim Benden beter beyin kızı

Kabaktepe tablak, tablak Öşekçinin güneyine
Kara sakal yüzü apak Seyfi (29) tüner dünağına
Topuz benim babam olu Üç tuğlu vezir inerdi
Yüzbaşıya vururdu şaplak Gardaşımın gonağına

Kabak tepe uğru köklü Bizim yayla kar yatağı
Kervan gelir şerit yüklü Sariyecek (30) gül bitağı
Gardaşın göçü geliyor Topuz benim bir gardaşım
Girgin yöklü (18) tor dayaklı Sırmalı zubun etağı.

Biner atın tavlısına (19) Keklik kekliğe takılar
Kaput bağlar sayrısına Kuran okuyor fakılar (31)
Dayanamaz babam olu Gardaş kondu yurt eyledi
Gözü büyük yavrusuna Sarı sümbüllü sekiler.


Öşekçinin günden yüzü
Belli olur kekliğin izi
Atlas yüzlü dört döşeği
Yazdırırdı (32) beyin kızı

Ağamaşat'ın kelileri (33)
Av ediyor delileri
Yükü kumaş, dengi haral (34)
Yorgun gelmiş tülüleri


Sariyecek kar yatağı
Kabaktepe (35) gül biteği
Topuz benim bir gardaşım
Sırmalı zubun (36) eteği

Demirçili düşek (37) düşek
Belinde ibrişim kuşak
Galan (38) Topuz gelmedi
Beklemesin bizim uşak

Bu Ağıda ilaveten yazmadığım bir çok kıta daha var hepsini de zaman içinde ayni kişi söylemiştir. Bir de Topuz ağanın ağdı vardır. Tomarza’nın Taf köyünde birbirine karıştırmamak lazım.Topuz bey tek başına araştırma konusu. En azından bu kıymetli kişiyi gündemde tutmak. Eğer ki genç biri olsam ve önümde zamanım olsa idi bir on yılımı Topuz beye adar onu araştırır, çok az kişi tarafından bilinen bu kahraman avşar beyini yazar, halk kahramanı olarak Türk milletine armağan ederdim. İnşallah biri ilgilenir de benim yapamadığımı yapar. Bu yiğit kişiyi karanlıktan aydınlığa çıkartır. İrecepli Avşarlarından Çerkez bey ve oğlu Mehmet bey de araştırılmalı. Bu kişiler yazılarak Avşar tarihinin bir bölümü aydınlanmış olur. Bütün öykülerimin içinde beni en çok etkileyen kişi Topuz beydir.

1- Şar: Mutlu. 2- Akmaşat: Kadirliye bağlı köy. 3- Sultani: Sultanlara has. 4- Kutnu: Kumaş cinsi. 5- Kabaktepe: Sariyecek yaylasının kuzeyinde. Köy ve yayla adı. 6- Anğıt: Kaz büyüklüğünde bir kuş. 7- Dündar çanı: Öncü çanı. 8- Dumulardı: Öterdi. 9- Hırpıt, hırpıt: Deik deşik. 10- Peten: Kumaş türü. 11- Seten: Kumaş türü. 12- Gö: Açık gökyüzü mavisi. 13- Yaslandırdı: Yasa boğdu 14- Seslendirdi: Ünlendirdi. 15- Tehem: Ara. 16- Heril: Kumaş cinsi. 17- Çıkla: Gerçek. 18- Yöklü: Ağır yüklü. 19- Tavlısına : Besili. 20- Hotam: Gösterişli. 21- Ilgara: Hızlı. 22- Daylağ: Deve türü. 23- Aşılık: Pınarbaşı’nın Kadılı köyünde dağ. 24- Yazdırırdı: Serdirirdi minder döşek vs gibi şeyler. 25- Atlas: kumaş türü. 26- Kısık: Küçük geçit. 27- Esik: Çukur. 28- Öşekci: Pınarbaşı’nın Demircili köyünde adını soyu tükenmiş bir hayvandan alan dağ. 29- Seyfi: Güzel bir kuş. 30- Sariyecek: Kadılı köyünün yaylası. 31- Fakılar. Din adamı. 32- Keli: Ufak tepeler.33- Haral: Büyük ve geniş çuval. 34- Tülüleri: Develeri. 35- Zubun: Giyeck.36- Düşek: Evin dışında ölünen yer. 37- Galan: Gayri.

24. ÇUL VERİN, ÇADIR TUTARIM.

Olayın nerede geçtiği tam olarak bilinmemekle beraber, ancak bilinen, Bostan’ın Pınarbaşının Küçük Kömarmut Köyünden olduğu, Anasının Sarız’ın Yalak köyünden gelin geldiği, Bostan’ın da bilinmeyen bir yerde telefon direği dikme işinde çalışırken direğin tepesinden düşüp öldüğüdür. Anası, Bostan’ın mezarına giderek gece gündüz mezarın başında yattığı. Kar yağmaya başlayınca da zorla mezardan alıp eve getirdikleri, söylediği beyitlerden anlaşılanlar:


Şurda (1) bir gelin ağlıyor
O da benden, dertli imiş
Canım kurban dedim bostan
Canım senden tatlı im iş

Esef in oğlu dayısı
Buyur eylemiş bibisi
Daha bostan oğlum ergen
Açılsın cennet kapısı

Kapıya bayrak dikerler
Ucuna soğan sokarlar
Canım kurban. Bostan oğlum
Nişana altın takarlar

Çul verin çadır tutarım
Gitmem burada yatarım
Benim analığım batsın
Bostan ım la bir yatarım

Hepiler gönlüm hepiler
Yağar yağmur kar sepiler
Kalma orda oğlum bostan
Ellerin naharı (2) depeler

Aman oğlancığım aman
İçerime attın közü
Bacısına sırrın verir
Kurtçu dan istiyor kızı

Aman oğlancığım aman
Dağlar bürüdü duman
Benim gibi yanan var mı
Yüreğinde alev düren

1- Şurda: Şurada. 2- Nahar: Başı boş hayvan sürüsü.

25. ALDIK GİDİYOK KIZINIZI.

Tomarza’nın Şıkbarak ve Keprin köyleri: Keprin Avşar Köyü, Şıkbarak Köylü, köyü. (9) Buralar da insanlar birbirilerini tanımak için, Sen nerelisin? Diye sordukların da eğer kişi Avşar değilse, köylüyüm diye cevaplar. Avşar ve köylü, köyleri iç içe kız alır, kız verirler, düğünleri de dillere destan olur. Paranın, herkesin elinde cebinde bulunmadığı bir zamanda, oğlan evi ve kız evi düğünleri için okuntu dağıtılırdı. Okuntular da genellikle istikan olurdu. İstikan şimdiki beli ince küçük çay bardağına denirdi. Okuntu bardaklarının dış yüzleri de kırmızı ve sarı renkli boya ile süslü olurdu. Bu renkler genç kızlara çok cazibeli gelirdi. Ayrıca kızın baba evinde dokuduğu yün çoraplar ve mendiller de okuntu olarak gönderilirdi. Bu okuntuya karşılık oğlan evine düğün için gelen davetliler, ya tek başına ya da birleşerek, koyun, keçi veya sığır alır getirirlerdi. O kadar çok mal gelirdi ki düğün sahibinin sahip olduğu mal sayısından fazla olurdu. Bunun bir kısmı kız evine gönderilirdi. Gelen gelincilere yemek yapılması için. Kalanlar da köydeki evlere dağıtılır. Akşam yemeğinde misafirlere yedirilsin diye. O gece yemekler yendikten sonra çok güzel eğlenceler yapılırdı ki. Yukarda belirttiğim gibi dillere destan olurdu. Düğünlerde eğlencenin adı gülüp oynamak, muhabbet edip, unutulmayacak şakalar yapmak, daha sonra da bu hatıraları yad edip, bir daha ki düğüne hazırlanmaktı. İşte bu düğünlerin birinden küçük bir öykü:

Şıkbarak, köylü köyünden, Keprin’e, Avşar köyüne gelin almak için gelinciler geldiler. Gelenleri kız evi köyün dışında karşıladılar. Bu gece hangi evde misafir olacaklarını önceden bilmeleri için, herkes misafir edeceği kadar kişileri orada ayırıp, kendi evlerinin önüne kadar götürerek bu gece bu ev senin sayılır, düğün evinden ne zaman gelmek istersen misafirimsin diyip, birlikte düğün evine geldiler. Akşam davul zurna eşliğinde herkesin katıldığı oyunlar oynanıp, halaylar çekildikten sonra, hızını alamayanlar, bir evin büyük odasında toplanarak, kahve fincanı ile yüzük oynamaya başladılar. Yüzük oyununda hazır bulunanlar ikiye ayrılır. Tek bir kişi tarafsız kalır. O kişi de yedili, beşli veya üçlü fincanların altına, bir tepsinin üstünde bir yüzük saklar. Kimsenin görmediği bir yerde.Tepsi ortaya gelir. Taraflardan biri, bir fincan kaldırır, o fincanın altında yüzük yoksa, sıra diğer tarafa geçer. Hangi taraf yüzüğü bulursa o taraf bir sayı kazanmış olur. Bu oyun beş defa tekrar edilir her kazanılan sayının kendisine has beyitleri var o beyitleri kazanan taraflar söyleyerek gülüşürler ve sayı kayıp eden tarafa küçük bir ceza verilir. En büyük ceza da oyunun bitiminde vardır.
Bu oyunu oynamak için, oğlan evi bir taraf, kız evi bir taraf oldular. İçinde bulunulduğu ortamdan dolayı, genellikle oyunu kız evi kazanır. Ne demişler? “kız evi naz evi” Böylece oyunu kız evi olan Avşarlar kazandı.
Nasıl bir ceza verelim bu oğlan evine diye birbirilerine danıştılar. İçlerinden biri dedi ki ben gidip ahırdan taze inek dışkısı getireyim. Bir kap içinde. Bu yüzüğü dışkının içine koyalım bunlardan biri yüzüğü dışkının içinden dili ile dışarı çıkartsın dedi. Aferin ulan sana, iyi buldun cezayı dediler. Bir kabın içinde dışkıyı getirip, ortada bulunan yuvarlak ekmek açma tahtasının üstüne koydular.
Kim çıkarsın bu yüzüğü diye düşündüler. Oğlan evinden Hasan kahyanın çıkartmasına karar verdiler. Hasan Kahya, hatırı sayılır zamanın ileri gelenlerinden şair sesi çok güzel, Avşar ağıtlarını kafiyesine göre söyleyenlerden biri idi. Haydi Hasan ağa çıkart bu yüzüğü ..... içinden dediler.
Hasan Kahya: Çocuklar bu bana verdiğiniz ceza çok kötü..! Gelin bu cezayı değiştirin?
Gençler; Olmaz ceza, cezadır çıkartacaksın ..... içinden dediler.
Hasan Kahya: Peki ille de yapmamı istiyorsunuz? Hatırınız için, çıkartıyormuş gibi başımı kabın üstüne kadar eğeyim. Sizin de gönlünüz olsun dedi. Başını kabın üstüne eğdi. Bu arada orada yakının da bulunan yaramaz biri, Hasan Kahyanın başını üstten aşağıya bastırdı, yüzü dışkıya bulaştı.
Hasan Kahya, çok kızdı. Yüzünü yıkayıp, geldikten sonra yerine oturdu. Ulan Avşarlar, ben size öyle bir iş yapacağım ki dünya durdukça söylenecek, sizin bu ağıtlar gibi dilden dile dolaşacak.
Herkes sessiz Hasan Kahyanın söyleyeceklerini anında ezberlemek için pür dikkat dinlemeye başladılar.
Hasan Kahya, oturduğu yere iyice yerleşti. Şimdi beni dinleyin diyerek başladı
söylemeye.


Nalçasız olur çizmesi
Hoş olur yenge gezmesi
Seğmene (1) serinlik verir
Önden karamuk (2) ezmesi

Süpürgesi çam dalından
Dolandık beyler kolundan
Tütünü yok, kahvesi yok
Usandık tatlı dilinden

Neler yazılı hatıra da
Köçekler döner ortada
Seğmene piliç pişecek
Daha cücük (3) yumurtada

Bulut gelişir havada
Beyler oturmuş sofa da
Boş keseyi meydana atmış
Tütünleri koz ovada

Gelir Taşoluk (4) yolundan
Örmesi (5) düşmüş belinden
Postala deri hamlamış
Bağları keçi kılından

At inmez mi sandın taşta
Kıl bitmez mi sandın başta
Bayraktar bir postal giymiş
Altı yok. Gönü Maraş ta

Köşkerler de döver muşta (6)
Kıl örme bağlı başta
Düzgün atının takımı
Kaltak (7) ta öte Marş ta

Hacılar hacı olur Minede
Gelinler oynar kınada
Davul tutmayın beylere
Hazır harçlık zampara da

Keşkek kaynıyor kazan da
Sulu zırtlak, (8) sol yanın da
Nuh ağa tömbeki içer
Tömbekisi İsfahan da

Avcular bilir alacağın
Tavşanlar bilir yolağın
Avşar ın çıktı üzümü
Sinekli derenin çileği


Gürler ağacın kabası
Keçi kılından abası
Beylerin adını, batırdı da
Kırılsın keprin obası

Dinleyenler yahu Hasan ağa biz sana bu kadar etmedik. Bari bir dörtlük de şanımıza yakışır bir şey söyle dediler. Hasan kahya: Peki söyleyeyim.

El bize ne kırık hanlar.
Ha şöyle, ne güzel.
Hasan ağa devamla.
Kısrağı katır kunnar.

Ayıp ediyorsun vallaha Hasan ağa. Biz de seni adam belledik düzgün söyle dediler.

Çan öter kuzu meleşir.
Ne şöhretli göçer bunlar.

Daha da söyleyim diyerek misafir olduğu eve gitti.
Öbür gün öğleye doğru gelini alıp giderken dereden geçtikten sonra. Onları yolcu eden kız evine dönerek, Ulan Avşarlar:

Çok çektik nazınızı
Hep dinledik sözünüzü
Aldık gidiyok kızınızı
İt dalasın yüzünüzü dedi.

1- Seğmen: Gelin alıcıları. 2- Karamuk: Meyvesi olan dikenli bir çalı. 3- Cücük: Yeni palazlanmış kuş. 4- Taşoluk: Yayla adı. 5- Örme: Elde dokunan kuşak. 6- Muşta: Kösele. 7- Kaltak: kamilen, tamamı. 8- Zırtlak: Beğenilmeyen bir yemek çeşidi. 9- Köylü köyü: Tomarza bölgesine Selçuklular devrinde gelip yerleşen bir Türk boyu.

26. KİBAR’IN AĞIDI.

Kibar mı kim? Bahçede bağlarda oynayan, dağlarda keklik avlayan, her gördüğüne havlayan sevimli köpeğimiz. Yattığı yerden kalktı. Bu da ne? Hiç duymadığı bir ses. Köyün karşı yamacından, köye doğru geliyor. Kocaman bir şey. Ben bu gelen her ne ise bu yoldan öbür tarafa geçirmem diye düşündü. Yolun ortasına çıkıp gelene havlamaya başladı. O şey neyse, kibarın yanına yaklaştı, Kibar önüne geçti. Hav, hav geçemezsin buradan dermiş gibi. Tabi dolmuşun sürücüsü Kibarı anlayamadı. Önümden kaçar diye durmadı. Bizim Kibar da dolmuşun tekeri altında can verdi.Kibar’ın öldüğünü duyan gençler toplanıp, bir yer eşerek ona mezar yaptılar. İçlerinden biri : Arkadaşlar, bu kibarı hepimiz severdik değil mi?
Evet dediler. Öyleyse buna bir ağıt yakak da unutulmasın.
Tamam dediler, başladılar ağıt yakmağa.


Şevki gibi, tüy sarı
Mehmet gibi, çok carı
Baktın dolmuş geliyor
Sağ tarafa, çekil bari

Teker ezmiş dizini
Karga oymuş gözünü
Ağıt etsin diye getirdiler
Hacı kağanın kızını
Dağların karı erir
Başını duman bürür
Kuyruğunu kıvırmış
Köy muhtarı gibi yürür

Döndü ablan büker erişi (1)
Farsaklar (2) yapar çirişi (3)
Abdullah Tez Can a benzer
Çömeldiği yerden ürüşü

Ekmeği yemez zehirli
Zıya gibi de kekilli
Vardım ki düşünüyor.
Tamer gibi, ince fikirli

Eksilmez Erciylesin kışı
Öter kayanın baykuşu
Hasan onbaşıya benzer
Sola dönüp bakışı

Zengin değil, gönlüm fakir
Allah a ederim şükür
Döndüm geri baktımdı
Mahzur gibi gözü çakır

Unuttuk arkadaşın birisini
Sen söyle hacı gerisini
Sabri ye haber salın da
Keşfe getirsin Kayseri valisini

1- Erişi: Erişte demek istiyor, elle yapılan makarna. 2- Farsaklar: Oğuz Avşar boyu. 3- Çiriş: Dağların yükseklerinde yetişen, zambağa benzer sebze.

27. DÖNGELEN

Ağaçlar yaprak döküyor, güçlü esen güz rüzgarı, yerden kopardığı kurumuş otları, firezleri havaya kaldırıyor, bir yerden diğer yere savuruyor. Üzerlerinde kalmış tohumları başka yerlere taşıyor.
Çocuklar, rüzgara karşı göksü açık gömlekleri ile uçuyorlarmış gibi kanat açarak koşuyorlar. Oluşan küçük rüzgar hortumlarının içine girip, kendilerini göklere çıkarmasını istiyorlar. İşte hortum geliyor diyerek birbirilerini haberdar ediyorlar. Hortum kendilerine yaklaştıkça çocuklar da hortuma doğru koşuyor.
Hortum, deve dikeni denilen, çalı gibi büyümüş otsu, kuru döngeleni kökünden söktü merkezine alarak havaya çıkardı. havada dolandı, dolandı bir zaman sonra rüzgar onu yere bıraktı. Çocuklar döngelene doğru koştular. Onu yakalayıp, ayaklarının altında ezerken, çıtır, çıtır ses çıkarmasını duymak için. Onu nerde ise yakalayacaklardı ki bir rüzgar akımı onlardan evvel gelerek döngeleni sektire, sektire açık bir şemsiyeyi rüzgarın savurduğu gibi aldı götürdü. Arkasından koştular ama yakalayamadılar. Döngelen çok uzaklara giderek, bir karamuk çalısına takıldı kaldı.
Gün görmez köyünde ayrı ayrı evlerde iki oğlan bir kız dünyaya geldi. İlk doğan çocuğu anası kucağına aldığında ona muhabbetle baktı, çocuğun göz kapaklarının üstü siyahtı. Yanındakilere ve çocuğun babasına; bakın bakın bu çocuk sürmeli dedi. Ne ad koyalım diyince, kocası adını, sen koydun bile.
Ne koydum ki?
Sürmeli dedin ya, onun adı, Sürmeli olsun.
Adı Sürmeli oldu.
İkinci doğan çocuğa, anası baktı, tam sağ yanağının ortasında bir ben var çocuğun. Dedi ki kocasına, bu çocuk benli, adını ne koyacaksın?
Kocası: adını sen koydun bile.
Neymiş koyduğum ad?
Benli dedin ya,
Öyle ad mı olurmuş, benli diye? Hiç olmazsa benli bey diyelim dedi.
Adı Benli bey oldu.
Üçüncü doğan çocuğu anasının kollarına verdiler. Oda baktı yavrusuna uzun uzun. Kocasına; Bak görüyor musun? İki yanağında iki gamze var.
Ne koyalım çocuğun adını:
Kocası: Ne koyacağız ki sen koydun bile adını.
Ne koymuşum adını?
Gamze dedin ya, ona Gamze diyelim.
Adı Gamze oldu.
Günler çabuk geçti. Beşikten çıkıp eşiğe, eşikten köyün sokaklarına, saklambaç oyunundan met oyununa, daha da büyüyerek, köyde olan güreşlerde birbiriyle yıkıştılar.
Sürmeli, yaşıtları ile hangi oyunu oynasa kazanıyor, kazanamadığı oyunlarda da mızıkçılık yapıyor. Kendini yenenleri takip ederek, yalnız yakaladığı bir yerde döverek gözlerini korkutuyor. Kimsenin kendine rakip olmasını ondan daha iyi oynamasını istemiyor.
Bir keresinde met oynarken, karşı guruba düşen Benli bey engelli oyun da, gür yapraklı söğüt dalını başının üstüne kaldırdı. Sürmeli’nin fırlattığı çelik, havada kendi etrafında dolanarak, gelip Sürmeli bey’in tuttuğu söğüt dalına takıldı. Dalların arasında kaldı. Dolayısı ile Sürmeli’nin bulunduğu grup bir sayı kaybetmiş oldu. Sürmeli Benli beye çok kızdı ama belli etmedi. Oyundan birkaç gün sonra; Benli beyi köyün deresinde, kimsenin olmadığı bir zamanda tek başına yakaladı. Yanına vararak; Ulan Benli bey, neden benim çomağımı yakaladın?
Benli bey: Elimde tuttuğum söğüt çalısına geldi takıldı. Sen de başka istikamete veya yüksekten vursaydın, çomakla çeliğe? Benim elimdeki çalıya çelik takılıp kalmazdı. Sonra o bir oyundu.
Oyunda olsa, sen benim çomağımı tutamazsın, çalına takamazsın ulan, diyerek Benli Beyin yakasından tuttu. İki tokat vurduktan sonra da yere yatırarak tekmeledi. Benli bey, Sürmeli’ye göre zayıf ve nazik bir insandı. Sürmeli ise çocukluğundan beri güçlü kuvvetli bir azman olmuştu. Her yıl anasının doğduğu köy olan Kayıp Kaya köyüne gider iki ay orada kaldıktan sonra geri dönerdi. Gamze de büyüdü delikanlıların yüreğini hoplatacak kadar güzel bir kız oldu. Köyde evlenecek çağa gelen herkesin gözü Gamze’nin üzerinde idi. Benli bey herkesten evvel davranarak, Gamze’yi kendisine istetti. On beş gün içinde de nişanı düğünü beraber yapılarak evlendi. Sürmeli, anasının köyünden döndükten sonra Gamze’nin Benli beyle düğünü olduğunu duyunca, Benli beye çok içerledi.
Sen kimseye haber vermeden, acelece benim sevdiğim kızı al öyle mi? Ulan onu sana yar eder miyim ben? İt oğlu it, bak sen göreceksin, Gamze’yi senin elinden nasıl alacağım. Kendi kendine; şimdilik onunla dostluk kurmalıyım. Gamze’yi de yakından görmeliyim diye doğruca Benli bey’in evine gitti. Açık kapıdan girerek, içeriye davet edilmeden varıp, Benli beyin boynuna sarıldı.
Vay benim canım arkadaşım ne iyi ettin Gamze ile evlendiğine. Duyunca çok sevindim. Keşke düğününde ben de olsaydım, vallahi kalburla su taşırdım. İyi ki Gamze’yi sen aldın. Yoksa başka bir köye gidebilirdi. Öyle değil mi Gamze dedi.
Gamze cevap vermeden sadece gülümsedi. Yanaklarındaki gamzeleri çukurlaştı.
Bir gün, Benli bey’in babası; oğlum sen evleneli altı aydan fazla oldu. Biliyorsun, otuz koyun başlık parası ödedik. Diyorum ki çukur ovaya git sen? On beş koyun parası kazanıp gelsen? İki senede otuzdan da fazla koyunumuz olur da yine eskisi gibi evimiz de yoğurt, süt eksik olmaz. Karının hasretine dayanıp da gidebilecek misin? Sen öyle istiyorsan, giderim baba dedi. Birkaç gün sonra da sırtına bir yorgan alarak yola çıktı.
Benli beyin Çukurovaya gittiğini duyan Sürmeli de arkasından gitti. Benli beyi yolda bulamadı. İki ay boyunca çukur ovanın köylerinde Benli beyi aradı. Sonunda Kadirli’nin Gücük çınarlı köyünde buldu. Uzun zamandır ayrı kalmışlar da ona çok hasret çekmiş gibi Benli beyi görünce sarıldı. Hal hatır sordu. Göksüne hafif vurarak, bana niye söylemedin buralara geleceğini beraber gelirdik, bundan sonra senden ayrılmam. Çalışıp paramızı kazanalım birlikte dönelim sılaya. “Benli bey, köylerinin deresinde haksız olarak yediği dayağı unutmamıştı. O zaman çocuk sayılırdık diye düşündü. Olur, beraber çalışalım.
Sürmeli: Artık hiç ayrılmayalım, gurbet elde hastalansak birbirimize bakarız. Kazandığımız parayı da bizi çalıştıranlardan alırız. Bundan sonra korkma ardında ben varım. Birlikte su kuyusu eştiler metrelerce derinlikte, tuvalet çukuru kazdılar. bahçe belleyip, odun kestiler. İyi kötü demeyip ellerine hangi iş geçti ise birlikte yapıp, kazandıkları parayı paylaştılar. Çukur ovada sarı sıcaklar başlayınca da sılaya dönmeye karar verdiler. Benli bey yemedi, içmedi, babasının söylediği on beş koyun eden parayı kazandı cebine koydu. İki gün Toros dağlarında yürüdükten sonra, bir yere geldiler.
Benli bey: Şurada bir yerde otursak da yemeğimizi yesek ben acıktım. Sürmeli, başını yukarı kaldırarak, şu önümüzdeki dağı görüyor musun? Babamın bana tarif ettiğine göre bu dağ kösre dağı olması lazım. Dağın arkasında da bu suyun çıktığı pınar olmalı, pınarın az aşağısında da küçük bir göl varmış, yemeğimizi orada yiyelim yemekten sonra da buz gibi, göle girip çimelim.
Benli bey: Çok iyi olur diyerek iki saat sonra pınarın başına varıp, soğanı çökeleğin içine doğrayarak yufka ekmekle dürüm yapıp yediler. Karınlarını doyurduktan sonra. Sürmeli kalkıp, Benli beyin çok yakınına oturdu.
Sürmeli: Benli beye bana bak?
Baktım, ne var sende?
Sen artık buradan öte gitmiyorsun...
Neden?
Nedeni var mı, hayvan bana sormadan, danışmadan benim anamın köyüne gittiğimi fırsat bilerek, acelece Gamze’yi istetip, on beş gün içinde düğün yaptırarak evlendin onunla.
Sana niye sorup, danışacaktım ki?
Danışacaktın ulan, danışmadığın için şimdi seni burada öldüreceğim. Benli bey çok korktu. Dili dolaşarak: Beni öldürmene gerek yok. Gittiğimiz de boşarım onu, hala seviyorsan evlenirsin. Beni bunun için niye öldüreceksin?
Hayır olmaz. Öldürmeliyim seni. Sen yaşadıkça Gamze benimle evlenmez. Öldüreceğim seni... Paralarını da cebinden alıp on beş koyunu ben alacağım. Merak etme koyunların sütünü Gamze içecek. Bak bu dağlarda in yok cin yok. Seni öldürdüğümü kimseler görmeyecek.
Allah da mı görmeyecek?
O görür ama kimseye söylemez.
Sen öyle diyorsun ama bak; “deve dikenini göstererek” Bu döngelen kurur da göklere çıkar. Ta bizim köye gider de, beni öldürdüğünü söyler. Bu söze çok sinirlenen Sürmeli, yanında bulunan Benli beyi bir anda altına aldı, başladı tokatlamaya, demek döngelen gelir de haber verir ha... Şimdi sen de döngelen de görürsün. Seni nasıl öldürdüğümü diyerek. Benli beyin hem boğazını sıkıyor, hem de kafasını taşa vuruyordu. Kısa bir zamanda Benli bey hareketsiz kaldı. Sürmeli de yorulmuştu, Benli beyi öldürürken. Onun yanına uzandı, biraz dinlendikten sonra, Benli beyin cebindeki paraları alıp, kendi cebine koydu. Cansız cesedini soydu, gömleğini bükerek Benli beyi belinden sıkıca bağladı. Az ileriden orta boy bir taş getirdi. Şalvarının bol yerine koydu. Şalvarı da uçkuru ile bağladı. Şalvarın paçalarının birini bağladığı gömleğin içinden geçirerek, iki paçasını birbirine bağladı. Taşla birlikte
Benli beyi omzuna alarak gölün sazlıkları içinde yürüdü. Suyun derinliği omuz hizasına gelince, taşla birlikte Benli beyi suya bıraktı. Benli beyi bıraktığı yere bir zaman baktı. Suyun derinliğinden iki su kabarcığı pat pat diye patlayarak suyun yüzüne çıktı.
Sürmeli köyüne geldi. İlk işi kazandığı paralarla yirmi adet koyun aldı. Köyde herkesi şaşırttı. Şu adama bak maşallah altı ay içinde, çukur ovada yirmi koyun alacak para kazanmış. Vallahi bu her baba yiğidin yapacağı iş değil diye sürmeli’ye övgü yağdırdılar. Aradan bir yıl geçtiği halde Benli bey gelmedi. Bir haber de salmadı. Bir gün, Gamze Sürmeli gile gitti. Onu Sürmeli kapıda karşıladı. Aman sen bizim evin yolunu bilir misin? Buyur buyur Gamze içeri gir dedi. Hayır girmeyim... Şuradan geçerken uğrayım dedim. Sen altı ayda geldin çukur ovadan Benli bey gideli bir yılı geçti hala gelmedi. Sen oralarda Benli beyi görmüş müydün? Hayır ben onu görmedim. Sen merak etme gelir. Çok para kazanmak istediğinden gelmemiştir. Gelir merak etme dedi. Gamze boynunu bükerek evine gitti. Aradan iki yıl daha geçti. Gamze her gün güneşin battığı tarafa saatlerce baktı. Benli bey çıkar gelir diye. Ama gelmedi bir haber de salmadı. Kayın babası bir gün Gamze’yi karşısına alarak, kızım güzel gelinim, ben senden daha çok yanıyorum oğluma gelmedi. Allah’ın rahmetine kavuşmuş olacak ki gelmedi. Sen genç ve güzelsin seni baban evine götürmek istiyorum. Orada yeni bir kısmetin çıkar evlenirsin. Ölüm Allah’ın emri, Çaresiz bu acıya dayanacağız dedi.
Gamze babası evine gittikten, kısa bir sure sonra, Sürmeli dünürcü gönderdi. Gamze’yi Sürmeliye verdiler. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra. Sürmeli, Gamze’ye sordu; Nasıl kız beni beğendin mi? Seni beğenmez olur muyum. Senin eşin yok bu köylerde yiğidim. Bir de şu horlaman olmasa, kocaman ağzını açarak diye gülüştüler. Ardı ardına yedi çocukları oldu. İlk doğan oğullarını da everdiler.
Bir güz günü evlerinin güneyinde bellerini duvara yaslamış oturarak, kendi aralarında konuşuyorlardı. Havadan bir döngelen gelip, Sürmelinin iki bacağının arasında durdu. Döngeleni eline alarak uzun bir düşünceye daldı.
Gamze: Ne o herif daldın gittin, yoksa eski sevgilini mi düşünüyorsun öyle?
Yok canım ne sevgilisi, yıllar önce Benli beyle çukur ovadan gelirken bana demişti ki bir gün gelir, bu yerdeki döngelen kurur da havada ta... bizim köye kadar gider söyler demişti.
Neyi söyler demişti?
Yok canım bir şey dememişti.
Hani çukur ovada Benli beyi görmediğini söylemiştin bana?
Bak karı aradan yıllar geçti. Sen beni seviyorsun, yedi de çocuğumuz oldu. Onu ben öldürdüm, bundan ne çıkar konuşup duruyorsun öyle?
Sen dedin de, ben de laf olsun diye konuşuyorum öylesine. Gamze, oradan kalkıp eve girdi. Kendi kendine konuşarak, vay canavar vay, vay katil vay demek Benli beyimi sen öldürdün ha... Ben bunu senin yanında koyacağımı mı sanıyorsun? Geri dönerek Sürmeli’nin yanına vardı oturdu. Gülerek, amma da iyi yapmışın o cılız kokmuş oğlanı öldürdüğüne. Yoksa senin gibi güçlü kuvvetli biri ile ben evlenebilir miydim diyerek, ağzı dolusu güldü.
Haydi söyle Allah’ını seversen söyle diyerek, biraz daha yaklaştı.
Dur dur bire deli karı, üstüme çıkacaksın nerde ise diyerek, olayı en küçük ayrıntısına kadar nasıl öldürdüğünü Gamze ye anlattı. Gamze her zamankinden daha fazla ilgi gösterdi Sürmeliye, içinden de “Seni benim öldürmem gerek katil Sürmeli, ama nasıl? Öyle bir öldürmeliyim ki ölüm acısını yavaş, yavaş tatmalısın. Sana dememiş mi ? Benli beyim şu döngelen gider de haber verir diye. İşte geldi döngelenin ağzı ile sen konuştun. Hem de bana konuştun, öldürdüğün adamın sahibine konuştun. Seni Allah konuşturdu. Şimdi intikamımı almam mı ben? “
Akşamdan sonra her zamanki gibi, yatıp uyudular. Gamze, sabahleyin erken uyandı. Bütün çocuklar sabahın derin uykusun da idiler. Gidip baltayı getirdi. Baltayı kaldırıp, tam Sürmeli’nin kafasının ortasını istikamet aldı, indirirken vurmaktan aniden vaz geçti. Baltayı tekrar yerine koydu. Sürmeli ağzı yukarı uyuyordu. Açık ağzı ile aslan kükremesi gibi horluyordu. Tekrar Sürmeli’nin başına geldi. Ona bakarak “tamam buldum dedi.” Biraz odun biraz çıra alıp geldi hızlıca ocakta odunları yaktı. Tavada tere yağını iyice kaynattı. Kaynattığı yağı kahve cezvesine koydu. Hiç tereddüt etmeden getirip, açık ağzı ile uyuyan Sürmeli nin boğazına hepsini birden döktü. Sürmeli öyle bir feryat edip, sıçradı ki kafası tavana değip yatağın içine geri düştü. İki defa ööö diyebildi. Gamze, döktüğü yağın yakan acısı ile Sürmeli, tavana sıçrarken o koşup babası evine gitti. Sürmeli’nin yedi gün boyunca boğazından bir damla su dahi geçmedi. İşaretle kendisinin dışarı çıkarılmasını söyledi. İki oğlu iki koluna girerek onu dışarı çıkarttılar. Dışarı çıkınca kollarını bırakmalarını söyledi. O ayakta dururken bir döngelen gelip önünde durdu. Eğilip döngeleni tutayım derken, ağzı üzeri döngelenin üstüne düştü. Döngelen ezildi ama Sürmeli de onun üstünden sağ kalkamadı.
Mahkeme de, Gamze’yi dinleyen kadı: Bu dava görüldü ve kapandı diyerek Gamze’yi evine gönderdi.

28. PİRİNÇ PİLAVI

Seferberlikde iki kız kardeşin kocaları asker olurlar. Arkasından kıtlık gelir insanlar aç susuz. Kız kardeşlerden biri Emine Çocuklarının açlık çığlıklarına dayanamaz. Hali vakti kendisinden iyi olan bacısı Ayşe’ye gider. Belki bir iki ekmek alırım da şu çocukların sesi kesilir diye. Ayşe’nin evine yaklaşırken bulgur pilavı yediklerini görür. Ayşe bacısı Emine’nin geldiğini görünce leğende bulunan pilavı alıp, donunun içine boşaltır.
Emine: Ayşe bacım, benim çocuklarım açlıktan kıvrılıyor. Ne olur bir ekmek ver de Sesleri kesilsin, vallahi dayanamıyorum çığlıklarına.
Ayşe: Sen ne istiyon bacından, bacın ölüyor acından der. Emine boynunu bükerek gider.
Seferberlik biter, kocaları sağ salim geri dönerler. Zaman geçer Emine’nin maddi durumu Ayşe’den iyi olur. Bir gün pirinç pilavı pişirir. Yemeğin üzerine Ayşe gelir. Emine, Ayşe’ye der ki “Kara gün kararıp kalmaz. Bulgur pilavı, dona girmez”. Gel bacım, pirinç pilavı yiyelim der.

29. HİLMİ BEY.

Pınarbaşı’nın hangi köyünden gittiğini bilmediğim. Kara Müftüoğulları adı ile tanınan aile, Kadirli’ye yerleşir. Müftü efendinin torunu ve Murat beyin oğlu Hilmi, okur öğretmen olur. Aniden hastalanır ve hastahanede çok genç yaşta ölür.
Aileden biri aşağıdaki ağıtı yakarak, Hilmi beyi ölümsüzleştirir.


Kadrili’nin önü dölek (1)
Daha cahil kıyma felek
Hilmi beyim düğün kurmuş
Dolanacak ana gerek

Mektebi poyraza karşı
Irgalandı (2) koca çarşı
Yekin Hilmi beyim yekin
Talebelerin geldi karşı

Adana dan Doktor gelmiş
Cahil dayanamaz ilaca
Çifte bayrak donatmışlar
Yelgin (3) gidiyor salaca (4)

Kadirli de yatan hasta
Kara kekil (5) deste. deste
Yekin Hilmi beyim yekin
Emmilerin kara yasta

Adanalı toplanmışta
Maarife çekmişler teli
Kıyma felek kul oluyum
Murat beyin bir tek oğlu

Büyük doktor getirmişler
Kuru yere yatırmışlar
On makine (6) beş cipinen
Hilmi beyi götürmüşler

1- Dölek: Düz yer. 2- Irğalandı: Sallandı, ikiye ayrıldı. 3- Yelğin: Acele, hızla. 4- Salaca: Ölü taşınan gereç. 5- Kekil: Perçem. 6- Makine: Taşıt.

30. EŞKİYA GIR DURDU

Tomarza’nın Çanakpınar köyünden, Eşkıya Gır Durdu, Kolluk kuvvetlerince vurularak öldürülür. Anası tarafından söylenmiştir.


Müfrezeler çevirmişler
Davran sarı aslan davran
Bin atına şahan (1) oğlum
Gezbelini (2) aşıyor kervan

Al at nenni, doru at nenni (3)
Sizin sahibiniz ünlü
Böyle aslanınız var mı
Avşar da çok ünlü

Aziziye'ye vardımdı
Süvariler olmuş merkez (4)
Namusuma ar geliyor
Seni öldüren Çerkez (5)

Gadanı (6) alıyım Duran
İnmem konağına inmem
Hasan değil Battal değil
Vermem Mehmedim vermem

Atın gemin suya çektim
Üç bacısı kalmış yetim
Seni kağnıya vurmuşlar
Sol böğründe Şerif hatın

Gır at yemiyor yemini
Takamıyorlar gemini
Mehmedim olsa idi
Gümüş dövdürürdü nalını

1- Şahan: Şahin. 2- Gezbeli: Taf nahiyesinin yaylası. 3- Nenni: Ninni. 4- Merkez: Burada toplantı yeri anlamında. 5- Çerkez: Kendisi Çerkez olan jandarma eri vurmuş gır Durdu’yu. 6- Gadanı: Belanı.

31. TUTMAM PEYGAMBER GALVİNİ

Pınarbaşı’nın kadılı köyünde, genç yaşında ölen kardeşi Veli ve Velinin karısı Haça aynı zamanda bir hastalıktan öldükten bir yıl sonra Topal Ak kızı Sarız’ın İncemağara köyünde Hacı Bekirlerin Kır Kadir’e verirler. Yıl 1895. Düğün dernek kurulur sıra kına yakmaya gelince. Topal Ak kız; Ben kardeşim Veli öldükten sonra, altın ayaklı takmam, elime kına yakmam. Kadınlardan biri; Olur mu öyle şey bacım? Bu örf adettendir. Allah'ın emri ile gelin oldun. Olmaz dedi. Benim kardeşim öldükten sonra, Tutmam peygamber kavlini. Sırtında gelinlik elbisesi ile başladı kardeşine ve kardeşinin karısına ağıt yakmaya.
Bu aile yukarıdaki tarihlerde Kadılı köyünden Sarız’a göçtüler.


Çiçek babam oğlu çiçek
Atlılar içinde koçak
Bizim Veli atçı çıktı
Atlas minder sarı saçak

Yıkılası şu geçeği (1)
Kardeş güneyli çiçeği
Hacı özneyi donattı
Behice çekti bıçağı

Elif şo (3) ince derede
Biz figan ettik burada
Bizim gelin görülmüyor
Elif, Haç camız nerede

Elif bu gün yattı mı ola
Hüsnü ye bayram etti mi ola
Bizim gelin görülmüyor
Anasına gitti mi ola

Ağdır gelinin bürneği (4)
Gümüş Veli'nin tırnağı
Yalnız kardeş ölmeyi
Kız sen koydun bu örneği

Süpürge almam elime (5)
Bilezik takmam koluma
On kardeşim daha olsa
Dayanamam ben Velime

Tutmam peygamber kavlini
Kınaya sürmem elimi
Anam oğlu yalınızım
Ha bu günlük, sal gelini

1- Geçeği: Geçit. 2- Özneyi donattı: Damattı giydirdi süsledi. 3- Şo: Oradaki. 4-Bürneği: Bürnek, başa bağlanan şeyler. 5- Süpürge almam elime: Ölü sahipleri bir zaman evde temizlik yapmaz yemek pişirmezlerdi. 15 gün yemek komşular tarafından getirilirdi yas evine.

32. ONLAR İKİ KARDEŞTİLER

Pınarbaşı’nın kadılı köyünde Ben beş yaşında iken, 1945 de deli Ali diye bir adam vardı. Üçer yüzden üç sürüsü, sağman koyunlarının haricinde, ondan fazla da çobanı vardı. Aklının estiğini yaptığı için de deli Ali demişlerdi adına. 125 yaşında öldü. Beş oğlundan ikisi Hacı ve Bebek birer hafta ara ile ölmüşler. Ben doğmadan on yıl önce. Bir gün mezarlıkta dolaşırken benden çok yaşlı köyümüzden bir amcaya sordum, emmi bu başları kavuklu taşlar dikili iki mezar kimin diye. Amca bana hüzünlü bir bakışla, onları hiç sorma. Şimdi anlatsam da sen çocuksun anlayamazsın, onlar masun iki kardeştiler diyip, elemlenerek bir of çekti içinden. Sonra yürüyüp gitti. Daha sonra öğrendiğime göre, biri bilinmeyen hastalıkdan diğeri de fıtıktan ölmüşler. Deli Ali’nin Akpınar köyünde gelin olan kızı Cennet hatun, ( Zahmeri ) kışın en şiddetli olduğu zamanda ölen iki kardeşine aşağıdaki ağıtı yakmış. “O mezar taşları canlı bir resim gibi hayalimde canlanır bu gün bile” amca bana demişti onlar iki masun kardeştiler diye.

İnce babam oğlu ince Senin Aliliğin batsın
Duvardan aşma mı yonca Efendi davar güder mi
Biz bunu nasıl duyurak Zahmerinin(7) on beşinde
Ömer İsmail gelince Adam evden gider mi

Sarecek (1) serin yayla Alim Çadır kurar da
Bura temmuz dayanamam Oturur babam uşağı
Ömer yok babam oğlu Ergenin kavli böyle
Koyunu ele güvenemem Kuşağı düşer aşağı

Ali Doktor getirmiş Ergen (7) ağam oğlu ergen
Şu Hacının yarasına Özneye dökerler yorgan
Davar döker (2) babam oğlu Eğer dilek kabul olsa
Sıçanlının (3) deresine Dört sürüyü veririm kurban


Niye bağrına bası yon
Bilicin mi kokusundan
Hacı davar indiriyor
Kireçlinin sekisinden (4)

Ben kapıya çıktım da
Alim kısır yüzdürüyor
Ellalem(5) Bebek gelik (6)
Hacım atın gezdiriyor

1- Sarecek: Kadılı köyünün yaylası, kelime anlamı; Soğuktan buyulan, donmaya yakın olan yer. 2- Davar döker: Davar indirir. 3- Sıçanlı: Yörede bir çay. 4- Sekisinden: Tepenin üstünden. 5- Ellalem: Herhalde. 6-Gelik: Gelmiş. 7- Zahmeri: Kışın en şiddetli olduğu zaman.

33. YUSUF GÖKER’İN AĞIDI

Akşam güneşi yeryüzüne bir daha veda ederken, köyümüze ilk defa bir taksi geldi, tozu dumana katarak. Köyün bütün çocukları koşarak taksinin etrafını sardık taksiye o kadar yaklaşmıştık ki camını açan şoför geri çekilin taksiye elinizi vurmayın dedi. Nedense biz de geri çekildik. Taksinin iki tarafından dört kapı açıldı. İçinden erkek ve kadın 12 yaşlarında da bir oğlan indi. Bembeyaz gömleği, siyah pantolon bacağında, parlayan ayakkabıları. O kadar beyaz yüzü vardı ki sanki hiç güneş yüzü görmemiş. Dudakları kan kırmızı, ela gözleri pırıl, pırıldı. Arabadan indikten sonra şöyle etrafına bakındı. Yüzleri güneş yanığı, ayakları yalın, kimileri entarili, kimileri şalvarlı, tozlanmış alaca işlikli bir sürü çocuk. “Kayseri’de doğup büyümüştü. İlk defa babasının köyüne gelmişti”. Bizden korkmuş olacak ki yerden gelişi güzel taşları toplayarak üzerimize atmaya başladı, bizlerde kaçıştık. Amcasının kızı Hatın Yusuf’u tutu, yapma kurban olduğum diyerek ellerindeki taşları alıp yere attı. Bir elinden tutarak bana; gel Yılmaz bu Yusuf, onunla arkadaş ol dedi. Ben; nasıl onun arkadaşı olayım o bizi taşlıyor. Yanıma kadar gelerek Yusuf’la beni tokalaştırdı.Yusuf tokalaştıktan sonra eline baktı pis olmuş gibi elini silmek için saçını sıvazladı. Tamam Yusuf’la arkadaş olurum dedim. Onlar amcası Ömer Göker’in konağına giderken biz de taksiyi inceliyorduk.
Sabah olunca Yusuf’un bulunduğu konağa gittim. Beni görünce yüzünde tebessüm belirdi. Arkadaş olduk. Ona köyü gezdirdim. Oynadığımız oyunları anlattım. Biliyor musun ben hastayım dedi. Yüzüne dikkatlice baktıktan sonra yalan söylüyorsun sen dedim. Sadece bizden çok beyazsın o kadar. Şehirde yaşayan insanlar beyaz olurlar aslanım, hastalıkta neymiş senin hiç bir şeyin yok dedim. Bir daha da bu mevzuda konuşmadık.
Yusuf Kayseri’ye gittikten bir yıl sonra, biz de ailece köyden Kayseri’ye göçtük. Zaman zaman Yusuf’la görüştüm O Hastalık her ne idi ise Yusuf’u alıp götürdü. Babası Ahmet Göker biricik oğluna çok yandı. Yıllar sonra Ahmet amca beni bir çay ocağında görüp yanıma geldi. Boynuma sarılarak; Yılmaz, Yusuf’ u gördün mü? Sen Yusuf kokuyorsun gördün mü onu? Eve mi gitti Yusuf, söyle ne olursun? Sen onun arkadaşısın sen onunla beraber miydin? Ben sadece sessizce Ahmet amcaya bakıyordum çaresizlik içinde.
Yusuf’un ailesinden her hangi biri beni görse duygusallaşırlar. O anda onlar için zaman durur, hiç kimseyi görmezler duymazlar 30 yıl gerilere giderek, benimle birlikte Yusuf’u hayal ederler, bir zaman sonra da uyanır kendilerine gelerek içlerinden bir of çekerler. Toprağı bol mekanı cennet olsun.
Yakın akrabalarından bir hanımın Yusuf’a yaktığı ağıt :

Emir Kalkan’ın Afşar ağıtları kitabı sayfa 329 dan alındı.


Ana olan dayanamaz
Kitabın kaldır dolaptan
Büyük deden kurban yeğen
Yozu (1) çekilir Halep’ten

Teneşire çıkarmışlar
Ne güzel ışılar saçı
Bebek deden kurban yeğen
Al atta filikli (2)yamçı (3)

Talebe mektepten gelir
Sırtında kolalı işlik (4)
Bebek deden kurban yeğen
Al atta (5) sırmalı başlık

Dezzen oğlunu bilin mi
Ne deyin ağlıyor hatın
Nesteren’e selam söylen
Gardaşı (6) ölen dakmaz (7) altın

Elleham (8) yiğeni datlı (9)
Gülmüyor Ali’nin yüzü
Yalnız oğlu öldü de
Soğuldu Anşa’nın gözü

Şimdi bebek deden gelir
Gö(10) gıratta yamçıynan
Büyük deden kurban Yeğen
Goyun satar gamçıynan (11)

Uşaklardan haber geldi
Kolu sığmamış tabuda
Beş bacının bir gardaşı
Gelen sarılır gabutuan (12)

1- Yoz: Erkek davar sürüsü. 2- Filik: Ankara keçisinin yünü. 3- Yamçı: Filikden dokunmuş aba. 4-İşlik: Yakasız gömlek. 5- Al atta: Anlında da beyaz olan at. 6- Gardaş: Kardeş. 7- Dakmaz: Takmaz. 8- Elleham: Herhalde. 9- Datlı: Erkek ismi. 10: Gö: Açık mavi. 11- Gamçı: Hayvan derisinden yapılmış örülmüş sicim. 12- Gabut: Kaba palto.

34. MUSTAFA AVŞAR’IN AĞIDI

Pınarbaşı’nın Pul pınar köyünden Ambar ağanın kardeşi Mustafa Avşar;
Avşarlar yurtlarından sürgün gidince, kendisi de Kadirli’nin Çığırcık köyüne gider. Doğan Aşiret beyi Abdi beyin konağında misafir olur ve orada hastalanır, ölürsem beni buradaki tüccarlar mezarlığına koyun diyerek vasiyet eder ve bir zaman sonra da ölür. Aradan yıllar geçtikten sonra üç kız kardeşi mezarı ziyarete giderler. Ambar ağa da sürgünden dönmüştür bu zamanda. Ata sözü gibi aşağıdaki mısraları düzerler. Kendilerine göre düzenli bir hayat yaşamından kopartılarak, Padişahın sürgün zulmü başlamış, dolayısı ile Mustafa Avşar’ın ölümü sürgünden dolayı üzüntüdendir. Avşarlar tarumar olmuş, bu zamanda hatırlı beyler de uşak muamelesi görmüş, sürgünde ses ve solukları kesilmiş herkes gibi onlar da helak olmuşlar. İşte bu geçmişi anlatıyor bu üç kız kardeş. Sultan, Fatma, Ayşe: /Savurun ırmağı zehir zemberek akıyor/ hak etmediğimiz zulüm yapılıyor, diye padişahı biz gelecek nesillere şikayet ediyor. /İniş yokuşun arnacı/ diyerek imayen padişahın ve yöneticilerinin de bir gün cezalandırılacağını anlatıyor ta geçmişten düne. Gelecekte bela olmamaları için akraba olan ve iç içe yaşayan obaları parçalayarak gelişi güzel köylere yerleştirmişler. Bu gün asil Oğuz boyu olan Avşarların bir çoğu gerilerine baktıklarında yedi nesilden ileri gidemiyorlar.

Tüccardan(1) duman kalkıyor Çok gördüm iyi günü.
Anam oğluna bakıyor Giyerdim beril donu.
Anam oğlu su istiyor Ağlarsa gardaş ağlar
Savurun penzefir(2) akıyor Nidiyim (6) elin oğlun


Evimiz göçerdi güzün
Tosun damgalanır yazın
İniş yokuşun arnacı (3)
Borumuz öterdi bizim

İmam kulunda oturur
Erciyes ılgın (4) getirir
Varın söylen o geline
Kalbur sudan ne getirir

Bu efeyi biliyorum.
Avşarın Ambar ağası
Dizlek (5) çanı çaldırırdı
Geliyor tülü mayası

1- Tüccar: Kadirli’de dağ adı. 3- Penzefir: Zehir. 4- Arnacı: Karşılığı. 5- Ilgın: Meltem. 6- Nidiyim: Ne yapayım.

35. HABER ALIR UÇAN KUŞTAN.

Tomarza’nın Zelfin köyünden Sarı ağanın oğlu Ali bey : Cihan’da bulunan bacısı Kamile hanımın yanına gider ve orada hastalanarak ölür. Cenazesi trenle Zelfin’e getirilir. Bacısı Kamile hatun söylemiştir.

Çarşıdan kazan almışlar Heybeyi terkiye atar
Garip suyunu vurmuşlar Cebinden lira saçılır
Bu tüccar nereli diye Kangaldan yozu gelmişte
Gardaş adını sormuşlar Koçluk toklu seçilir

Su istemiş babam oğlu Adananın tüccarları
Kırk pınardan Aslan taştan Gardaşıma etmiş düzen
Gül perim evde mi diye Yok mu idi büyük evin
Haber alır uçan kuştan Çarşıdan almışlar kazan

Sabah anan kalktım da
Odası olmuş virane
Kurban oluyum gardaşım
Seni getiren trene
36. YANDIM GAYNAYA, GAYNAYA.

Sarız’ın Çörek dere köyünden bir ağıt. Öyküsünü henüz bulamadım. Bu ağdı bana rahmetli Hasan Gürbüz Sarız’da vermişti. Öyküsünü de bilmiyordu. Belki de başka bir köye ait olan bu ağıt fevkalade güzel söylenmiş. Belki İkinci baskı nasip olursa o zaman yazılır. Ölenin bacısı Akkız söylüyor


Hele çiftelerim hele
Bunlar gece gider yola
Selamlar kardeşin atı
Hem sağa hem sola

Bulanır gönlüm bulanır
Al at örküne (1) dolanır
Selam söylen Saçlı oğluna
Yatıya karşı sulanır

Al at Cihandan geçiyor
Ağzından köpük saçıyor
Ar değil mi yalnızım
Ahmet Zala sız göçüyor

Al at gitti Konya ya
Havul (2) oynaya oynaya
Yalnız gardaşım öldü
Yandım gaynaya, gaynaya

Al atına binmeyesin
Adana ya inmeyesin
Zala ölüyor, ölüyor
Ahmet iflah olmayasın

Terkide heybe vurulu
Üstünde yamçı dürülü
Çarşıdan geçen atlı
Elinde tüfek kurulu

Senin varacağın Cerit (3)
Bin atına Hasa yürüt
Gardaş ora vardı mı ola
Mersin iskelesi Berit (4)

1- Örk: Atın ayağından bağlanan ip. 2- Havul: Ciritte benzer oyun. 3- Cerit: Kadirli, Osmaniye, Ceyhan arasındaki araziye evvelden verilen ad. 4- Berit: Maraş’da dağ.

37. HER DERDE DERMAN DUDU. (AZMİ BEKİR)

Sabah güneşi Binboğa dağlarının tepelerinden kızarmış alev yüzünü gösterirken, Çörekdere köyünde çıt çıkmıyordu. Horozların ötüşü köpeklerin havlayışından başka, her yer sessizliğe gömülmüş gibi durgun ve sakindi. Bu sessizliği gömleğinin önü açık saçları darmadağın kendinden geçmiş kara yağız bir delikanlı bozdu. Ne olmuştu da sabahın erken saatinde köy evlerinin önünde koşup duruyordu. Her evin önüne gelişinde ben ben diye haykırıyor. Bu Azmi Bekir’di. Onun gereksiz bu çığılığına köyde yediden yetmişe herkes yatağından kalkıp dışarı çıktılar. Her evin önüne defalarca varıyor ben, ben bu gün diyor. İki evin arasında duruyor ben, ben bugün ben diyor. Kendini köy evlerinin önünde bulunan söğüt ağaçlarına, kağnı arabalarına çarpıyor, saman çetenlerinin içine girip girip çıkıyor. Heyecanlı kendinden geçmiş gibi. Bir delinin yapabileceği hareketleri yapıyor. Evinden dışarı çıkan köylüler, yan yana gelip, onun hareketlerini seyrediyor. Ne oldu bu Azmi Bekir’e böyle diye birbirilerine soruyorlar. Azmi Bekir toplananlara yaklaştı damın duvarına yaslandı. Sessiz kendini seyredenlere baktı. Bir Müddet sonra ben, ben bu gün diyip kafasını duvara vurmaya başladı. Köylü Azmi Bekir’in bu haline bir anlam veremedi. Azmi Bekir devamla kafasını duvara vuruyor elleri ile de duvarı yumrukluyordu. Ben ben varya!
Yaşlılardan biri, tutun şu deliyi kendine zarar verecek dedi. Gençlerden beş altı kişi gelip Azmi Bekir’i sıkı sıkı tuttular.
Yaşlı adam: Ne oldu Azmi Bekir neden kendini duvarlara vuruyorsun öyle? Söyle ne oldu Azmi Bekir?
Bırakın, bırakın beni diyerek onların elinden kendini kurtardı. Gelişi güzel koşarken ayağı su arkına düştü tökezleyerek yerde yuvarlandı. Durduktan sonra da kafasını toprağa vurmaya başladı. Arkadaşları tekrar tuttular Azmi Bekir’i ayağa kaldırdılar. Bırakın, bırakın beni diyerek ellerinden kurtulmaya çalıştı.
Aynı yaşlı adam: Bu oğlan delilenmiş kendini helak edecek. Köyün orta bir yerinde kurumuş bir ağacı göstererek bağlayın onu bu ağaca dedi. Önünde bulundukları evin ağılında bağlı bulunan eşeğin yularını çıkartarak getirip Azmi Bekir’i ağaca bağladılar.
Azmi Bekir; Hem beni bırakın diyor hem de ben ben diye bağırarak çığlık atıyor. Allah’ ım Allah’ım diye acı çeken bir haldeymiş gibi. Köyde kadın erkek, çoluk çocuk Azmi Bekir’in etrafını sararak, ona acıyarak bakıyorlardı. Azmi Bekir hem ağlıyor hem de ben bu gün diyor da arkasını getirmiyordu. Bu arada anası, babası ve kardeşleri de geldi. Ağaca bağlı olan Azmi Bekir’in babası; Ne oldu oğlum böyle sana, delilendin mi neyin var senin? Hep ben ben diyip duruyorsun öyle, ne oldu sana söyle de biz de bilek? Anası da yaklaşıp, bağlı bulunan Azmi Bekir’in boynuna sarıldı. Yavrum kurbanı olduğum Azmim ne oldu birden bire sana haydi söyle?
Azmi Bekir kafasını anasının kollarından çekip, kendini seyredenlere, nefesini topladıktan sonra; Ben ben bu gün uyurken, rüyamda bade içtim. Herkes hayretle Azmi Bekir’e bakıp bu söze anlam veremediler.
Ne badesi içtin? dedi babası.
Baba ben bu gün Hızır alheyiselamın elinden aşk şerbeti içtim. Yanıyorum baba, bade içtim diyorum sana.
Oğlum aşk şerbeti ancak bir yaratan, bir de kız için içilir.
Evet bir kız için içtim aşk şerbetini.
Kimmiş bu kız seni bir gecede rüyanda görüp de deli mecnun eden kimmiş, neyin nesi?
Badesini içtiğim kızın adı Hürü.
Kimdir kimin kızı bu Hürü?
Hızır aleyhisselam bana tasfirle şemailini gösterdi. Onun şavkı şu anda karşımda duruyor. Yanıyorum ben baba yanıyorum dedi.
Nereli oğlum kimin kızı?
Kimin kızı olduğunu söylemedi ama kırımda olduğunu söyledi bana.
Gerçekten delilenmişsin sen Kırım nere, Sarız nere?
Aşkın uzağı olur mu baba, aha karşımda süzülüp duruyor işte.
Köylü vah vah vallahi bu oğlan delirdi, tüh ne de iyi insandı. Allah yardımcısı olsun dediler. Köyün ileri gelenlerinden bilge biri Azmi Bekir’in önüne geçerek durun bakalım ahali diyerek Anasının kolundan tutup yana çekip, aşk şerbetini Hızır aleyhiselam’ın elinden içen hemen şuracıkta aşık olur da Leyla’nın Mecnun’u gibi dillerde dolaşan şiir söyler. Söyle de inanalım senin aşk şerbeti içtiğine. Herkes gülüşüp Azmi Bekir’e baktılar.
Neden bana inanmıyorsunuz? Getirin bir kağıt bir kalem, ben söyleyim siz yazın dedi.
Biri koşup giderek kalem ve kağıt getirdi, bilge kişinin eline verdi. Herkes sus pus.
Azmi Bekir kafasını kaldırıp doğan güneşe baktı. Kirpiklerini kırpıştırarak çözün beni dedi. Bilge kişi tamam çözün Azmi’yi dedi. Onu hemen bağlı bulunduğu ağaçdan çözdüler. Yaslandığı ağaçdan omzunu sıyırarak ağacın dibine çömeldi. Başını ellerinin arasına alarak bir zaman kimseye bakmadan düşündü. Ellerini yüzünden aşağı indirerek başladı söylemeye:


Ah alemleri yaratan Mevla
Gene bir yel esti serime doğru
İncil, Zebur, Tevrat Kur’an hakkı için
Koy verin gideyim yarime doğru

Şu gönlümün çırasını yakmadın
Arz edipte fitilini takmadın
Bir arzuhal yazdım dönüp bakmadın
Şimdi arzmedersin kırıma doğru

Mumine eziyet haram olmaz mı
Kulun intikamını mevlam almaz mı
Yarın ulu mahşer günü gelmez mi
Şikayet ederim kerime doğru

Şikayet ederim canı kerime
Dağlar taşlar dayanmıyor zarıma
Aşkın hançerini vurdun serime
Bir melhem etmedin yarama doğru



Azmi’nin gönlünde hiç olmaz durak
Yolların bekçisi ol şemşi çırak
Hem Cennet isterim hem yeşil burak
Koy verin gideyim Hürüme doğru

Vallahi bu oğlan gerçekten aşkın şerbetini dolu dolu içmiş diye Azmi Bekir’e inandılar. Azmi Bekir’in derdine derman olmak mümkün değildi. Para pul her ne ise tedarik edilirdi ama adresi bilinmeyen koca Kırım’da Hürü’yü nasıl bulabilecekti? Kırım Rusların elinde idi. Gitse bile en fazla üç gün kalabilir. Üç günde Hürü bulunur mu? Dördüncü günü yakalar sen Türk casususun diye hapse atarlar. Allah bilsin kaç yıl sonra mahkeme ederler. Günler ayları, aylar yılları takip etti. Azmi Bekir aşkına kavuşamadı. Hızır Aleyhi selamın verdiği aşk şerbeti yaktı kor oldu yüreğinde. Herkes ona, bu da bizim mecnunumuz diyor, dalga geçiyorlardı. Çaresizliğini yaratana şikayet etti.

Ey gönül gafletten uyan Dünyanın sefasını süren
Akıt gözünden kanları Türlü lezzetini gören
Evvel gelen geri gitti Tacın tahtın ettin viran
Döndü yönleri yönleri Nettin hanları hanları

Anlım kudretten yazıldı Akan suları çağlattın
Bedenden canlar üzüldü Dert verdin beni söylettin
Cihan halkı hep bozuldu Gene Azmi’yi ağlattın
Geçti günleri günleri Geçti günleri günleri

Aşk şarabı ile mestim
Sanma dünya ile dostum
Hani Süleyman’ı Rüstem
Nettin onları onları

Artık Azmi Bekir ozan olmuştu. Köy odalarında aşkını şiirleri ile anlatıyordu. Bir gün yine köy odasında toplandılar. Yarendeş bir arkadaşı Azmi Bekir’e; Azmi Allasen nasıl bir idi sevdiğin o rüyandaki güzel Melek, sakın yanlış anlama biraz anlatsana, diyerek yaralarını deşti. Azmi Bekir. O şimdi rüya değil gerçek karşımda durup durur, uzatsam elimi tutarım şu kızı diye başladı anlatmaya:

Şavkı seher ile doğar Aşkı olan kaynar coşar
Top zülfü gerdanı döver Aşk elinden ciğer pişer
Behri Buharayı değer Seni seven yiğit yaşar
Şu kızın kalem kaşları Şu kızın beyaz döşleri
Seher vakti erken öter Azmi baba devran eder
Semavi hava kuşları Şu alemi seyran eder
Gavuru Müslüman eder Durmuyor kan devran eder
Şu kızın kalem kaşları Şu gözlerimin yaşları

Köyün bilge kişisi bir gün Azmi Bekir’in evine geldi hoş beşten sonra, Azmi oğlum nasılsın, unuttun mu bari bu hayalindeki Hürü kızı?
Azmi Bekir: Emmi dağlar taşlar yerinden oynasa gökteki ay başıma düşse can bedenden çıkmadıkça unutamam Hürü’yü dedi.
Azmi oğlum bak sana ne diyeceğim; O senin Kırım dediğin yer var ya!
Hee emmi...
Orası senin bildiğin Rus esaretinde bulunan Kırım değil.
Sen ne diyon emmi?
Diyorum ki benim gençlik yıllarımda Ceyhan, Kozan ve Kadirli arasında bulunan Çukur ovanın yarısından çok olan yerlere Kırım derlerdi. Sakın senin dolusunu içtiğin kız oralarda bir yerlerde olmasın? Azmi Bekir hemen ayağa kalktı.
Ana, Baba ben Kırıma gidiyorum dedi.
Babası: Oğlum sen o rüyayı göreli on beş sene oldu. Haydi diyelim ki kız da seni gördü bekledi, bekledi gelmedin. Bir rüya için bir kız on beş sene senin yolunu bekler mi? Kim kime, artık vaz geç bu sevdadan da sana arlı namuslu bir kız bulalım.
Ben nasıl bekledi isem o da beni bekliyor. Ben gidiyorum hem de sabah erkenden yola çıkıyorum siz isteseniz de istemeseniz de.
Bilge kişi söylediğine pişman oldu. Çıkıp evine gitti.
Gönül ferman dinlemez derler ya Azmi Bekir de elinde bir çıkınla Binboğa dağlarından aşarak Torosları geçerek günler sonra Kırıma vardı. On beş sene geçmişti de kimse Kırım’ın çukur ovada olduğunu söylememişti.
Azmi Bekir; Sıcak, soğuk, çamur demedi, nerde insan topluluğu var oraya gitti. Her gördüğü kadına kendisini gösterdi. Belki Hürü görür de beni tanır diye. Bir gün bir köyden diğer bir köye giderken pırıl pırıl bir güneşin altında birden dağların üzerinden Çukur ovaya bulutlar inmeye başladı kapkara yağmur dolu bulutlar. Yağmur yağdım yağacağım diyor. Azmi Bekir yağmur yağarsa nereye sığınabilirim diye etrafına bakarken yağmur da gök gürültüsü ile yerlere simlemeye başladı. Elli metre kadar sağ tarafında on beş kadar kadınlar pamuk topluyorlardı. Tarlanın kenarında da üzerine çalı çırpı atılmış bir ala açık vardı. Yağmurdan ala açığın altına kadınlar koşmaya başladılar. Azmi Bekir; onlar sığınacak yer buldular. Şu garip illerde başımı sokacak bir yerim de yok ıslanacağım dedi. Ala açığa sığınan kadınlar Azmi Bekir’i görüp, gel gel garip misin nesin ıslanma diye el salladılar. Azmi Bekir de Koşarak kadınların sığındığı yere vardı. Kapalı yerin darlığından kadınlar birbirlerine yaslanır bir şekilde ayakta duruyorlardı. Azmi Bekir ıslanmamak için iki kadının arasına varıp ardını onlara dönerek yağmurun dinmesini bekledi. Bu arada hemen sağ yanında bulunan kadın, Kardeş nerden gelir nereye gidersin kimsin diye sordu. Azmi Bekir başını çevirip soran kadına baktı o anda beynine gerçek bir şimşek çaktı, başı döndü gözlerinin önü duman oldu, yere yığılıp kaldı. Kadınlar aman adam bayıldı. Kadınlardan biri yok, yok bayılmadı öldü dedi. Birden kadınlar dağıldı kimse yağan yağmura aldırmıyordu. Yerde yatan garibe bakıyorlardı. Kimsin diye soran kadın yerde yatan garibin gözlerini açtı baktı. Çok şükür ölmemiş, bayılmış dedi. Şimdi ayılır. Birkaç dakika sonra Azmi Bekir ayıldı. Kendine kimsin diye soran kadına bir müddet baktı, Hürü sensin. Hürü sen misin dedi. Herkes birbirilerine baktılar.
Hayır ben Hürü değilim. -Ya kimsin sen?
Ben Dudu’yum deyince, kendini toparladı oturdu.
Ben de sandım ki sen Hürüsün.
Hürü kim kardeş dediler. Azmi Bekir başından geçenleri onlara anlattı. Azmi Bekir’in hikayesini dinleyen kadınlar Dudu’ya, kız Dudu bak otuz yaşını geçtin sen de rüyanda bir adamın aşk şerbetini içtiğini söyleyip durursun sakın sevdalın bu garip olmasın dediler. Dudu Azmi Bekir’e dikkatlice baktı. Vallahi tıpkı bu adama benziyordu. Şöyle giyindirip kuşandırsak yemin ederim o adam bu dedi. Herkes sevindi bak Allah’ın işine yağmur yağacak da iki sevgili bu ala açığın altında buluşacaklar hey gadir Mevla, sen nelere gadir değilsin ki dediler. Alıp Azmi Bekir’i köye götürdüler. Dudu’nun sevdasını herkes biliyordu. Pamuk toplanan tarlada Dudu’nun babasınındı. Gelen garibin Dudu’nun sevdalısı olduğu kulaktan kulağa bütün köyde duyuldu. Köyün gün görmüş kişileri bir araya geldiler. Elbette Azmi Bekir’i imtihan edeceklerdi. Gerçekten Dudu’nun sevdalısı mı diye. Her aşk şerbetini içen aşık olur, söyle bakalım sen o musun söyle de dinleyip karar verelim dediler. Azmi Bekir: kendi kendine benim dolusunu içtiğim kızın adı Hürü idi ama şimdi Dudu oldu. Bu kadın gerçekten benim gördüğüm Hürü. Ya ben yanıldım ya da Hızır aleyhisselam yanıldı. Hızır aleyhisselam yanılmaz. Belki de göbek adı Hürü’dür diye düşünerek başladı hazır bulunanlara: Hürü’yü Dudu yerine koyarak söylemeye.

Kalk gönül , hatlete (1) gidek Deli gönlüm noldu sana
Şu huplara (2) seyran edek Hiç rahat vermen bana
Ak gerdanda sünger dudak Al yanakta çifte bene
Her dertlere derman Dudu Bu gün oldum hayran Dudu

Güneş gibi açılırsın Azmi Bekir’in kelamı
Şafak gibi seçilirsin Hayran ettin şu alemi
Bade ile içilirsin Kaşların kudret kalemi
Her geçerken devran Dudu Kirpiklerin ferman Dudu
Sorup soruşturduklarında Dudu’ya ilk defa Hürü adını koydukları, daha sonra da değiştirerek Dudu dedikleri ortaya çıktı. Azmi Bekir Dudu ile evlenip iç güveyisi oldu. Onlar erdi muradına inşallah her seven sevdalılar da erer muratlarına.
Bu öykü ve şiirlerin bir bölümünü bana veren Mustafa Gürbüz yakın aile dostumuzdu. Kayseri’de bizim eve sık, sık gelir babamla muhabbet ederlerdi. Her geldiğinde söz yerine gelince aşağıdaki dörtlüğü söylerdi.

Öğüt versem öğütçüğüm kar etmez
Virane bahçede bülbüller ötmez
Şu çakır dikeni nerene yetmez
İçi mor sümbüllü bağda ne gezen

l- Hatlet: Cılız yer. 2- Hub: Manzara.

38. ÇÖLLO DESTANI

Asıl adı Ali olan, ufak tefek bir adam. Benim de dördüncü göbekten akrabam : Çöllo hakkında fazla bilgim yok. Kayseri’de küçük bir çocukken, her yetişkinin, Çöllo destanının bir iki kıtasını ezbere söylediklerini, çöllo (1) hakkında konuştuklarını hatırlıyorum. Yanında yirmi otuz atlı ile gelip, Kayseri’yi bastığını, evlere girip, zorla altınları aldığını, yol kestiğini, mağazaları soyup, Avşar köylerine götürerek kendi adı ile anılan (Çöllo arşını) diyerek kulaç ile ölçüp ölçüp fakir köylülere dağıttığını, daha sonra da Adana’da yakalanıp, Anavarza (2) kalesine hapis edilerek idama mahkum olduğu biliniyor. Anavarza kalesinin kale damına çıkarmışlar, idamından bir gün evvel yaşamının son gününde Ay ve yıldızları seyretsin diye. Gece yatıp uyuması için altına bir hasır sermişler. Çöllo Ay ve yıldızları seyrederken yarın sabah asılacağım öleceğim, ip boynuma geçirilerek. Öyle ölmektense, şu altımdaki hasıra kollarımı ve bacaklarımı delip geçirsem ve kendimi kaleden aşağılara kuş gibi bıraksam. Belki de uçarak aşağılara inerim diye düşünmüş. Hatta bu ölüm ipten daha şerefli diyerek, gerçekten hasırı muhtelif yerlerinden delerek ayaklarını ve bacaklarını deldiği yerden geçirerek. Allah’ım sana sığındım diyerek kendini kaleden aşağı atmış. Bir kuş gibi süzülerek yeşillik bir çayıra düşmüş. Çöllo'yu yerde baygın bulan bir çoban onu evine götürmüş. İyileştikten sonra da Halep’in Hilalay kazasına giderek orada yeniden ev kurup çocuklarının olduğunu konuşurlardı. Hatta Kadılı köyüne bir geldiğinde kardeşinin kızı Taş kız adında amcamın anasına; “Genç kız iken evlendiğin de oğlun veya kızın olursa, falan yerdeki çalının altına bir ibrik altın sakladım. Çocukların büyüdüklerinde onlara altının yerini göster” demiş. Daha sonra zavallı ebem “biraz eksik kafa idi.” Çocukları büyüdüğünde altınların hangi çalının altında dediğini unutmuş. Bizde üç göbekten beri bu altını arıyoruz. Köyümüzün etrafında çalı koymadık sökülmemiş. Bilmem daha kaç kuşak arar bu eşkıya dedemin parasını.
Çöllo’nun Anavarza kalesinden kendini atarak uçtuğunu, bazı yazarlar Dadaloğlu’na mal etmekteler. Bu öykülerin içinde birkaç şiiri bulunan aşık Abdurahman hakkında bilgim yok. Diline sağlık gerçek bir destan olmuş.


Kahveli cezvesi, kaynar ocakta
Aynalı martin, parlar kucakta
Yüce dağ başında, sarı sıcakta
Canı ayran ister, insanın Çöllo

Kayseri ye varınca, geliyor herkes.
Senin için dolar boşalır merkez
Tek gözde vurduğun, beş tane Çerkez
Tavuk mu sandın, adamı Çöllo

İlikli heybeyi, terkiye astı
Kafir kızının saçını kesti
Küçük Hasanla, Yozgat’ı bastı
Tanınmaz bin canı, bir adam Çöllo

Okudun elifi de be yemi vardın
Kadılı köyünde söylenir adın
Her tarafı da şan şana ya verdin
Taktın boğazına, fermanı Çöllo

Kızlar altın takmaz oldu saçına Çöllo’nun geldiğini kimse görmez
Senin ünün gitti, Çine, Meçine Devletin askeri, arar bulamaz
Senin adın gitti, Moskof içine Çöllo’nun karşısında kimse durmaz
Cihanın aslanı, sen misin Çöllo Haykırıp meydana çıkıyor Çöllo

Bir aslan türedi, Avşar elinden Aşık Abdurhaman’ım der ki
Bal akıyor, dudağından dilinden Aslın nere, ham tıraş kaşları kara
Haraç mı aldın Kayseri yolundan Yavru şahin ama kendisi cura
Taktın boğazına, fermanı Çöllo Taktın boğazına fermanı Çöllo


Niye böyle gezen hey serseri
Devlette çeker, üstüne askeri
Yedi bin Talas la koca Kayseri
Orta yere diktin, nişanı Çöllo

Çöllo’nun meskeni, fakirin yurdu
Fakir fukaraya, ihsanı verdi
Zenginlerden aldı, fakire verdi
Kuntnun kumaşın, harman mı Çöllo

Erciyes dağını tartar mı kantar
Tartarım diyenin, belası artar
Teslim ol Çöllo, yakanı kurtar
Sonunda beklersin, zindanı çöllo

Talas yolunda, kesilen saçlar
Saçı kesilen de ağıda başlar
Nedir de çöllo tuttun işler
Fukara atası da sen misin Çöllo

Aşiret ilinden, kendisi Avşar
Görenler Çöllo’nun işine şaşar
Her yaptığın işi de böyle başar
Avşarın aslanı, sen misin Çöllo
1- Çöllo: Uydurma lakap. 2- Anavarza. Kadirli nin Dumlu köyü yakınında Antik kale.

39. GEDİK AHMET

Gedik Ahmet Tomarza’nın Karamuklu köyünden, Oğuz Han’dan bu yana süre gelen bey ailesindendir. Ön dişinin biri kırık olduğundan bu lakabı vermişler. Gedik Ahmet’in Öyküleri on filime konu olacak kadar fazla. Bir kız kaçırma macerası ile başlayan olaylar babadan oğulla geçen eşkıyalık iki insan ömrü boyunca sürdü. Antep ve Maraş Fransız işgalinde iken o tarafa geçti ve Fransızlarla Fransa’ya gitti.
Gedik Ahmet 1950 de Menderes affı ile yurda döndü ve Kayseri’de Devlet su işlerinde çalışırken bir adamla arasında çıkan ufak bir tartışmada kalp krizinden öldü. Baba ve oğlun işlediği cinayet sayısının 60 olduğu söylenmekte. Ne var ki bu zatlar kendi yöresinde bulunan köylüleri tarafından sevilmekte ve övgü ile yad edilmekte. Bu sevilmelerinin payı bey ailesinden olduklarından veya onu bir kurtuluş ışığı olarak görmelerinden. Avşarlar ikiyüz yıldır darmadağın yaşadıklarından geçmişteki o şöhretli yıllarını düşünmekteler. O günlerde bir kurtarıcı bir önder arayışları, hayali kahraman aramakta olduklarından olsa gerek.
Ölmeden yıllarca evvel adına yakılan ağıtlar bir kahramanmış gibidir.
Bu ağıtlarda sakıncalı bulduğum bazı kelimeleri değiştirerek özüne uygun olarak yazıyorum.
Bu şiiri de Çöllo destanını yazan, Ozan Abdurahmanın yazdığı anlaşılmakta olup İkisini karşılaştırdığımız da aynı kişinin ağzından çıktığı belli olmaktadır. Gedik Ahmet’i takibe çıkan Dersinli bir yüzbaşıya hitaben söyleyişi.

Yüzbaşı Aslımı sorarsan Dersinin kurdu
Çok olurda orada yiğidin merdi
İn düz ovaya da edelim cengi
Gine kan görünür gözüme benim

G. Ahmet : Olmadık yaraya da bulunmaz çare
Aslan yurduna da girmez fare
Ararsan beni dağ başında ara
Nafile ardıma asker takma benim

Yüzbaşı : Yarın dağlara yağmaz mı kar
Cihanı başına getiririm dar
Benim talihim de ta evvelden yaver
Güvenirim talihime yıldızıma benim

G. Ahmet : Ahmet beyim de çetelerin başı
Papağa karışmış da gözü kaşı
Karıları siper alma, kurt yüzbaşı
Güvenirim Mustafa Kemal’e ben

Yüzbaşı : Devlet nüfusu da, dağı taşı eritir
Halep’den Antep’den atlı yürütür
Atarlar zindana seni çürütür
O zaman gelirsin, sözüme benim

G. Ahmet : Babamı sorarsan, Halil ağanın oğlu
Kapısında çifte küheylan bağlı.
Bilirim aslını da Dersinin dağlı
Sen dayanamazsın ağzıma benim

Yüzbaşı : İki yiğit met eder kendi kendini
Bilen usta çıkar harbin fendini
Düşün oğlum teslim olma pundunu
O zaman sözüme gelirsin benim

G. Ahmet : Aslımı sorsan, aşiret ulusu
Çok olur eşkıyası hem delisi
Takibime binse, Sivas valisi
O da dayanamaz, ağzıma benim

Jandarma köye baskın yapar, gedik Ahmet’i yakalamak için. Çatışmaya girerler ve Ahmet kaçar kurtulur. Bu çatışmaya gözleri ile şahit olan Güllü isimli kadın şunları söyler.

Yaşa Ahmet beyim yaşa İnce Ahmet gara Mehmet
Kurşun işliyor taşa Doğru yolu bulamıyor
Sen ondan öflüsün (1) beyim Vızır vızır gelen kurşun
Harp ettiren, Enver paşa Adam diye dolanıyor

Kestiler yayla yolunu Ahmet’in iri gözleri
Söktüler kırın nalını Mehmet’in şirin sözleri
Üç katar fişek doldurmaz Gelmen diye yağlık sallar
Beyimin ince belini Çanakpınarın kızları


Aynalı gözlük gözünde Karşıdan atlı çıkınca
Sırmalı dizlik dizinde Korktum dokuzlu ötünce
Ahmet beyim harp ediyor Hepimiz Allah'cı olduk
Kara gediğin düzünde Ahmet sipere yatınca

Biri yatar biri kalkar Ahmet beyin çatık kaşı
Müfrezeler kurşun atar Mehmet’in de enli döşü
Emekleme Ahmet beyim Avratları siper alma
Ellerine diken batar Meydana çık kurt yüz
Öflü: ünlü tanınmış yiğit kişi

40. MEHMET EŞKIYA

Gedik Ahmet’in amcası Mehmet bey de eşkıya idi. O Jandarma tarafından vurularak öldürüldü.

Kız kardeşi söyledi.

Aziziye de Emin beyler Sular akar dibi derin
Kapı kilitli uğrun ağlar Bey çardağı içi serin
Acı kişner çer alası Gutnu yorgan, gutnu (2) döşek
Zelzeleye verdi dağlar Mehmet bey yok mu yerin

Yağmur yağar döş altına Akşamınan eve uğradı
Kalem oynar kaş altına Heybesi kaldı ilikli
Mehmet bey kız bitirdi (1) Senin oğlun yok mu
Her bakışı beş altına Bacıların mor belikli

Mehmet bey öldü deyince Akşamınan eve uğradı
Beyler harmandan yürüdü Yalım düştü bacıya
Nerden aldın bu doruyu Tabancası evde kaldı
Senin bindiğin kır idi Telgraf çek Hacı’ya

1- Mehmet bey kız bitirdi: Dünürcü gidip söz almış. 2- Gutnu: Kumaş cinsi.

41. ÇUHADAR OĞLU MEHMET BEY

Mehmet bey Maraş’lı. Annesi Avşar kızı olduğundan geçen olaya aşık Hüseyin sessiz kalmamış. Mehmet bey Maraş’tan ilk seçilen mebuslardan. Menemen’de gelişen Kubilay vakasının aynı bir benzeri de Mehmet beyin başına geldi. Mehmet bey Maraş’a bir ara geldiği zaman, bir kızı bir oğlu ve karısı Gül hanımı alarak, Akın dağı yakınlarında bulunan yayla evine gitti.
Başlarında Ali isimli biri ile yobazlar Mehmet beyin evine giderek. Mehmet beyin önce, ellerini kestiler sonra öldürdüler. Çocuklarının gözleri önünde Gül hanımı da beliğinden tavana astılar ve öldürdüler. Mustafa Kemal paşa bu olaya adı karışan hainleri ipe çektirdi.

Aşık Hüseyin Gayet hüzünlü olan ağdın da şunları söyledi;


Gayet yüksek derler, şol (1) Akın dağı
Önünden görülür, bahçe si bağı
Şehit düşmüş derler Çuhadar bağı
Ağlaşır yavrular bey baban deyi

İlk akşamdan, konağını bastılar
Öldürmeden kollarını kestiler
Gül hanımın beliğinden astılar
Ağlaşır kuzular vay anam deyi

Ünlendi de Mehmet beyim ünlendi
Kanlar aktı, döşeklere göllendi
Çuhadarı vurdular, Maraş sallandı
Ağlaşır yavrular bey babam deyi

Mehmet bey dersen, kendi otuz yaşlı
Balaban (2) duruşlu, ol aslan döşlü
Altı gö (3) kıratlı, sağ yanı kuşlu
Ağlaşır kuzular, vay anam deyi

Odasında çifte, kandil yanardı
Avlusuna atmış atlı inerdi
Otomobiller geldi, beyim binerdi
Ağlaşır kuzular, bey babam deyi

Gül dikili, avlusunun köşesi
Altından nargilenin maşası
Geldi oturdu, Ankara nın paşası
Ağlaşır kuzular, vay anam deyi

Aşık Hüseyin, artıyor aşkın
Tanrıdan yazılmış, beyimin maşkın (4)
Cenneti alaya kurulsun köşkün.
Ağlaşır yavrular, vay anam deyi

1- Şol: Yüce. 2- Balaban: Burada bir kuş adı. 3-Gö: Açık gök mavisi. 4- Maşkın: Kaderin. Maşkın kelimesi aslında bizde kullanılmaz, gerçek ne anlama geldiğini de bilmiyorum.

42. DİRGEN ALİ

Sarız’da bundan evvelki bazı öykülerde de adı geçen Hacı bebeklerden Haçça Lorşin köyünde Dirgen Ali’ye gelin gider. Otoriteli bir kadın olur. Dirgen Ali’nin mallarını çekip çevirir zengin olurlar. Bu zamanda da dokuz oğlu olur. Hepsi de gelip yetişkin olurlar. Dikenli köy hududunda olan tarlaları yüzünden Dikenliler bela olurlar. Kimsenin görmediği bir yerde Dirgen Ali Dikenli’den beş adam vurur.
Dokuz oğlu ile birlikte Antep’in Kilis kazasında hapis olurlar. Şahit olmadığından Dirgen Ali’yi ve altı oğlunu serbest bırakırlar. Üçü hapiste kalır. Son mahkemede Haçça hatun hakime benim diğer çocuklarımı da serbest bırakın der. Hakim kocanı ve altı oğlunu bıraktık işte daha ne istersin der.
Hangisinin suçlu olduğunu sanıyorsun hakim bey?
Bunlardan biri muhakkak.
Ya suçlu değilseler ve o suçluyu bıraktı isen. O zaman suçsuz birilerini hangi hakla hapiste tutacaksın? Hepsini geri dama sok yada hepsini bırak.
Hakim düşünmüş Haçça kadın haklı. Hepsini serbest bırakmış.
Köylüler birleşmiş karşı tarafla barıştırmak istemişler. Dirgen Ali’yi bu barışma merasiminde düşmanları vurup öldürmüş.
Dirgen Ali Kilis’de hapis yatarken karısı Haçça ya şu mektubu göndermiş.

Haçça senden karşılığını isterim.
Yazdığımı cemaata gösterin.
Ceza evinde dokuz aslan beslerim.
Alnıma yazılmış bu kara yazı.

Haçça Dirgen Ali’ye gönderdiği cevapta dokuz oğlunun isimlerini zikrederek şu cevabı gönderir.


Kader böyleymiş, bulmam bahane
Karga hücum etti, uçan şahana (1)
Bir parmağını vermem cihana
Beyimi konakta göreydim bari

Beyimle çok sefalar sürdüğüm
Misafire türlü yemek verdiğim
Nazlı kıra, gümüş takım vurduğum
Muhammet’i üstünde göreydim bari

Cahil gelinlerim yola bakıyor
Kır at kişneyince beni yakıyor
Fakım dikenli ye düşman çıkıyor
Mavzer dalında göreydim bari

Kaba ağacın gürlemesi dalınan
Günlerim geçiyor ahu zarınan (2)
Emmim ile dayım ile el ilen
Cumanın düğününü kuraydım bari

Cahil kaldı şu Mahmut un gelini
Zalim düşman daldan aldı gülümü
Kahpe felek göstermeden ölümü
Çocuklarımı bur da göreydim bari

Kilitli kaldı odayın kapısı
Gubucu istiyor, tarla tapusu
Baş, baş oldu Lorşinli’nin hepsi
Hasmının üstüne geleydin bari

İsmail’i sizden aşağı görmem
Abbas Yemilhayı gözümden ırmam (3)
Bin öğüt versen, birini almam.
Dokuzunu bur da göreydim bari
1- Şahana: Şahine. 2- Zarınan. Çığlık, imdat. 3- Irmam: Gözümden uzaklaştırmam.

43. ÜZENGİ BATMIŞ YÜZÜNE

Tufan beyli, Kayacık köyünden Battal Kahya, Göksün’ün Boz Höyük köyüne düğüne gitti. Düğün köyün en saygın kişilerinden birinindi. Bu düğüne Hasa, Tözğün, Kızılören, Sıradan, Karamuklu, Zelfin Avşar beyleri de gelmişlerdi. Görkemli bir düğündü. O zamanlar cirit oynanmayan düğüne, düğün denmezdi. Ünlü kişiler kuyruğu dik kadın saçı gibi temiz taranmış yeleli cins atları ile er meydanı, alana çıkıp, cirit oynamaya başladılar. Battal alanda fırtına gibi esti. Her kesin gözü Battal’ın üzerinde idi. Vallaha çok iyi oynuyor. Hasımlarını tek, tek oyun dışı ediyor. Battal kazanacak diyorlardı ki Battal’ın atı tökezledi ve yerde tombalak attı. Ne yazık ki Battal da atın altında kalarak ağır yaralandı. Oyun alanının en yakınında bulunan, Dal Mirza oğlunun evine getirdiler. Çok geçmeden Battal bedeninden ayrılıp, bilinmeyene gitti. Anası Eşe oğluna yangısını şöyle dile getirdi.

Yalanmış Dünya yalan Şu oğlumun kapısında
Küçük Haçın’(1) dan dolan Çatal, çatal sürüsü var
Ak çardağın yok muydu da Kağnı ile sal göndermem
Elin sofasında ölen Yarış alan, dorusu var

Battal Kahya öldü deyin At fırlatmış, olmuş hasta
Koca bey vurmuş dizine Keklik öttürür kafeste
Hele görsen anam kızı Soyka (3) kalsın dedi mi ola
Üzengi (2) batmış yüzüne Ağa konağı yapan usta

Hele halime, halime Vurun da çardak yıkılsın
Verme Allah kuluna Bundan da kaldı geriye
Diz gelip, boynundan atmış Hodul (4) gezer, benim oğlum
Bir kurşun, sıkın alnına Binerdi yağız doruya

Karlı dağlar, karsız dağlar Hükümete varın cağız
Toplandı geldi beyler Kaymakam kalkar ayağa
Kardeşinden, fazla yanar Ben buna kurban olurum
Araplı, Hasanlı beyler Sarı kaputun boyağa (5)

1-Haçın: Saim beylinin eski adı. 2- Üzengi: Ata binmek için eğere bağlı ayaklık. 3- Soyka: Ölündüğü zaman üzerindeki elbise. 4- Hodul: kendinden emin. 5- Boyağa: Paltosu sarı renkmiş.

44. AĞDEREDE AT OYNAĞI.

Gürün’ün Börklü köyün de Hamid Ağa, çevresinde bulunan köylerdeki mal sahiplerine göre en zengin kişi idi. Bu zenginliğini ağa şanına yakışır bir biçimde kullanır, konağında misafir eksik olmaz, her dara düşenin, dermanı olur, güzel konuşur yediden yetmişe herkesden saygı görürdü. Üç beş kişi yan yana gelse, mutlak Hamid ağa için bir şeyler konuşurlardı. Hamid ağanın, bu zenginliğini ve asil davranışını Börklü köyü yakınında bulunan Başören köyü sakinlerinden bazıları çekemedi.
Ne bu kardeşim? Hangi köye gitsek, kiminle konuşsak herkes, Hamid ağa diyor da başka bir şey demiyorlar. Göksün’de mal pazarında bile; Al arkadaş bu atı, pişman olmazsın, Hamid ağanın atlarının cinsinden diyorlar. Kanlı bıçaklı düşmanları barıştırıyor. Haksız olandan alıp haklıya veriyor. Kimilerini cezalandırıyor. Kimilerine de para veriyor. Bu adam çekilmez oldu. Nerde ise başımıza, padişah olacak. Her yeri satın alıp da bizi buralardan kovacak, diyerek üç kişi bu sebeplerden dolayı Hamid ağayı öldürmeye karar verdiler.
Hamid ağayı atı ile Baş ören köyü yakınlarında bulunan ekili tarlalarını gezerken, Pusuya düşürüp silahla vurarak öldürdüler. Hamid ağanın ölümü Gürün, Darende, Pınarbaşı, Sarız ağaları beyleri, onu duyup tanıyan herkesi üzdü ve ağlattı. Öldürenlerden bir iz çıkmadı. Kimin öldürdüğünü ispat edemediler, Hamid ağa’nın köylüleri; onu kimlerin öldürdüğünü biliyorlardı. Öldürenlerin orda burda sırıtarak gezmelerini, köylüleri sindiremiyorlardı. İçlerinden akıllı yiğit beş kişi seçtiler. Onlar da ayni yöntemler ile birkaç gün ara ile bu üç kişiyi vurarak öldürdüler. Görenler bilenlerde şahitlik yapmadılar ve kim vurduya gittiler.
Ama Hamid ağanın yerini bu güne kadar kimseler dolduramadı.
Hamid ağanın unutulmayacağı ağdı, karısı yaktı.

Ağ dere de at oynağı Hamid beyim vurulunca
Alaydan (1) atar değneği Toplandı Gürün ağları
Kıyma kadir mevlam Tomofile (6) binin cağız
Beyim fukara (2) gömleği Kalsın gödeli (7) beyleri

Bacısının adı Döndü Atı nalbantta nallanır
Bunu duyan, eller yandı Ünü her yerde söylenir
Ben beyime öldü demem Her gelen ağamı sorar
Yozunan (3) Halep’e indi Ağam Gürün de eğlenir

Arap atları azılı
Koç koyunları kuzulu
Beş bin lira salgı (4) verir
O da kütükte yazılı

Uzun yaylanın çayırı.
Ağam pek sever hayrı
Vurulup da yıkılışın
Atı fırlamış bayırı

Şu da Ali, Şu da Veli
Odası döşeli halı
Duyunca yasına gelir
Avşarın büyük beyleri

Kapısında binek taşı
(5) Odasının altı kaşlı.
Kaçmak sana yakışır mı
Sende de var idi beşli

Kazada deldirir gazi
Samsun a sürdürür yozu
Ölenece kara bağlar
Üsürüp bey de ki kızı

1- Alaydan: Şakadan. 2- Beyim fukara gömleği: Fakirleri giydirip, yedirdiğini kast ediyor. 3- Yozunan: Sürü koyunla. 4- Salgı: Eskiden bir tür vergi. 5- Odasının altı kaşlı: Evinin alt katında bir odada kemer varmış. 6- Tomofil: Otomobil. 7- Gödeli: Gürüne bağlı köy.

45. ELİF KIZIM SALLAR BEŞİK

Göksü’nün Tekke köyünden Ahmet Kahya’nın kızı Elif, Çamurlu köyüne, Körün oğlu Halif efendiye gelin gitti. Gidişinden iki yıl sonra kocasına, Anasını, babasını köyünü özlediğini söyledi. Kocası da Elif’’i haklı bularak iki de kardeşi ile atlı olarak yola çıktılar. Dere tepe aşarak, uzun iki tarafı sarp ince dereye geldiler. Güneş batıp, hava kararınca burada bir yerde yatalım, sabah erkenden yola çıkalım dediler. Altlarında atılı olan heybeleri büyük bir çınar ağacının dibine koydular. Yufka ekmek, soğan ve çökelekten yaptıkları dürümleri yedikten sonra bir de su içip yatarak uyudular.
Gündüzden beri arkalarında, kendilerini takip eden üç eşkıya Kürdü görmediler bile. Eşkıyalar sabırla uzaktan takip ederek, uyumalarını beklediler. Onların uyuduklarına kanaat getirdikten sonra; Her biri, uyuyan birinin üstüne, sessizce gelerek atıldılar. Ellerinde kamalarla yatanlara verip, veriştirdiler. Beş dakika içinde üç ölü oldukları yerde serili kaldılar. Elif’i de yanlarına alarak dağların yükseklerinde mağaraya götürdüler.
Halif efendinin ve kardeşlerinin anası babası, Elif’in köyüne gittiklerini düşündükleri için geçen zamanda merak etmediler. Elif’in anası babası ise onların geleceğinden habersizlerdi. Olaydan on gün sonra bir atlı çıkıp geldi. Ahmet Kahya’nın evine, oturup hoş beşten sonra. Cebinden bir kağıt çıkarıp, Ahmet kahya’ya verdi. Ahmet Kahya kağıdı okudukça sarardı. Heyecanla gelen atlıya ne oluyor bunda yazılanlar diye sordu?
Atlı: Bu yazıyı bizim çoban dağın başında davar güderken, yağmur yağınca, mağaraya girmiş. Mağarada ayağına bir taş takılmış. Bakmış ki taşın altında bu yazı var. Getirip bize verdi. Yazının sonunda Tekkeli Ahmet’in kızı olduğu yazılı, ben de alıp sana getirdim.
Kızımın yanında kimseler yok mu imiş?
Atlı: olmaz olur mu? Üç adamı ince derede bir çınar ağacının altında ölü bulduk. Hançer ile zavallıları delik deşik etmişler. Herhalde onlarla beraberdi. Ölülerin üzerinde adları yazılı bir şey bulamadık. Öldürüldükleri yere gömdük. Sonrada Jandarmaya haber verdik. Bu olaydan sonra Elif’den bir daha da haber alınamadı.
Elif’in yazdığı kağıtta şunlar vardı.

Heybemde üç top gutnu (1)
Ben gutnuyu, nidiciyim (2)
Değmen bana asi Kürtler
Ben anama gidicim.


Kırdılar siper taşını
Arz eyledi kardeşini
Çil keklik gibi gezerken
Kurbanlık verdim eşimi

Dar ikindi çevirdiler
Öldüm yalvarı yalvarı
Ayan olsun kayınlarım
Garaman (3) giydim şalvarı

İnce mağaranın deresi
Yıkılıp, viran kalası
Bir kurşuncuk sık ölsün
Yakar gamanın yarası

Gardaşlarım, Gardaşlarım
Kana boyandı saçlarım
Senin için sürmeli eşim
Yıkık damlarda kışlarım

Atım inmiyor inişten
Terkimiz dolu gümüşten
Hodul (4) gezer sevgili eşim
Tabaka (5) taşır gümüşten

Ben Kürtlere yalvarırken
Her hal öldürmezler belledim
Ayan olsun kayınlarım
Yenge beşiği salladım

Ördeklinin önü yazı
Yayılıyor koyun kuzu
Eğer aslımı sorarsan
Tekkeden Ahmet’in kızı

Elif’in anası, gidip de gelmeyen, kızına nasıl yandı dersiniz?

Yükseğinde yanar ışık
Engininde közü düşük
Bu gün de düşümde gördüm
Elif kızım, sallar beşik



Sabah buraya, karlar yağar
Kamalaklar (6) boyun eğer
Korkmayasın Elif kızım
Ağa balaklı, Ayı iner

Elif im sallar örgüyü
Gördün görecek, görgüyü
Burada seher, Elif kızım
İnceden bürün, bürgüyü

Elif imi Gördünüz mü
Beliğini ördünüz mü
Size diyorum, Göksün lüler
Bayram günü dövdünüz mü

1- Gutnu: Kumaş türü. 2- Nidiciyim: Ne yapacağım. 3- Garaman: Makbul olmayan bir tür kumaş, 4- Hodul: Kendinden emin 5- Tabaka: Cep de tütün taşınan metal kap. 6- Kamalak: Bir tür çam.

46. ORTA DİREK BEL VERİYOR

Çerkez beyin oğlu Mehmet beyin ağdı.
Bu ağıt Türkiye’de çok ünlü. Bütün halk müziği sanatçıları bilir. dinleyen herkes duygulanır. Kim söylemiş, niçin, niye söylenmiş, nerede söylenmiş diye sorarlar. Orta direğin nasıl bel verdiğini iyice anlamak için, ağıda sebep olan olayların içine hep birlikte girelim.
Ta Selçuklular devrinden beri, bin yıllık Oğuz Avşar boyunun yurdu olan, Uzun yaylayı Padişah Abdul Aziz daha önce Avşarlar’ın orada barınmaları için verdiği sözden dönerek, Avşarlar’a danışmadan sormadan Rus Çarının zulmünden kaçan Çerkezlere kasıtlı olarak yurt diye verdi. Bir kış günü 1842 yılında Çerkezler, hazır yapılmış 42 pare köye gelip yerleştiler. Bu zamanda köyler bomboş idi. Çünkü Avşarlar o devirde konup göçerek sadece hayvancılıkla geçiniyorlardı. Kışın Çukurovada yazın da Anti torosların düzlüğünde ve yaylalarında hayvanlarını otlatıyorlardı. Halbuki Çerkezlerin yerleşmesi için Anadolu da sahiplenilmemiş binlerce boş araziler vardı. Neden Uzun yaylaya getirildikleri okuyacağımız öyküler içinde cevap bulacak. Selçukluların ve Osmanlıların var oluşuyla birlikte Oğuz boyları Anadolu’yu Türkleştirmişlerdi. Avşarlar, reva görülen bu haksızlığa karşı geldiler ve haklı olarak da isyan ettiler. Daha düne kadar Fetih edilen ülkelerin uç beyliklerine atanan Avşarlar çoğalmış kahramanlar yetiştirmiş gerçek Türk kimliğini ispat etmiş Anadolu’yu sahiplenmişlerdi. Dolayısı ile Çerkezlerin Uzun yaylada kalmaları o kadar da kolay olmadı. Avşarların ve Çerkezlerin ufak tefek sürtüşmelerinden sonra. Avşarlar Çerkez bey oğlu Mehmet bey ve diğer beylerin etrafında toplanarak teşkilatlandılar. Kalabalık Avşar atlıları Çerkezlere baskın yaptı. Çerkezler bu baskından kaçarak Diyarbekir yolunu tuttular. Devriş Paşası 15 Alaylık kalabalık Osmanlı ordusu ile gelerek Çerkezlerin imdadına yetişti. Derviş Paşa Avşarları yenerek Mehmet beyi esir aldı. Çerkezleri geri getirip, Uzun yaylaya ebediyen yerleştirdi. Bu kavganın sonu Avşarlara çok pahalıya mal oldu. “ İşte acıyan yaranın en büyük çıban başı bu olaydı.” Osmanlı orduları yeri göğü inletti yaktı, yıktı yok etti, öldürdü kalanları da çeşitli bölgelere uzun senelerce sürgüne gönderdi. Dadaloğlu da şöyle tarif ediyor bu olayı: Derviş paşa yaktı yıktı elleri/ Soldu bütün yurdumuzun gülleri/ MHP genel başkanı sayın Alpaslan Türkeş beyin de dedesi bu olay da Kıbrıs’a sürgüne gönderildi. Daha da bitmedi, Osmanlının intikamı. Osmanlı, İstanbul’un fethinde bir numara olan Çandarlı Halil paşadan hala korkuyordu. Tahtımızı elimizden alacak diye yeise kapılarak bu kahraman deha adamı ve sayısız çandarlı oğulları ile irtibatı olanları bir gecede boğdurdular. Altmış yaşından on beş yaşına kadar olanları Redif (Toplama asker) adı ile Yemene ve Sarıkamış harbine sürdüler. Altlarındaki atları vergi diye alıp mezatlarda sattılar. Bundan daha acı yara mı olur? İşte Avşarın orta direğinin bel vermesi, hatta çökmesi böyle oldu. Öyle ki Mehmet beyi yaralayıp yakalayan Teğmen rütbesindeki Çerkez subaya yüzbaşılık ve nişan verildi. Bu töreni gören Mehmet beyin anası şu aşağıdaki dörtlüğü söyleyerek bize belge bıraktı. “İşte Ulu önder Atatürk’ün Cumhuriyeti ve Cumhuriyetin nimetleri.” Ulusça dimdik ayaktayız. Yüz yıllar da sürse zulüm, adalet tecelli etti ve kaybeden Osmanlılar oldu.

Aziziye’ye vardıydım
Mızraklar çalınıyor.
Mehmed’i vuran Çerkez’e
Yüzbaşılık veriliyor.

Mehmet beyin sonu ne oldu bilinmiyor. Onu sevenleri ağıtlar yakarak Mehmet beye ne olduğunu bize anlatıyor.

El veriyor el veriyor
Orta direk bel veriyor.
Vardım baktım sağ yanına
Mehmedim can veriyor.

El yazıya el yazıya (1)
Duman çöktü çöl yazıya
Kurban oluyum, oluyum
Beşikte yatan kuzuya

Hem okudum, hem de yazdım
Yalan dünya senden bezdim
Dağlar goyağını gezdim
Yiten yavru bulunurumu

Kurşun gelir süne süne
Merhem sürün yarasına
Mehmedimi öldürmüşler
Haber salın anasına

Sabahın an, Sabahın an
Kahve gelir tabağın an
Mehmedimi, öldürmüşler
Gelin ağlar bebeğinen

Dördüncü kıt’a da bulunan /Kurşun gelir süne süne./ dörtlüğünü ben yedi yaşımda iken, kurşun nasıl süner diye merakımdan bu kıt’ayı ezberlemiştim. 54 yıl sonra işe yaradı. Eksik olan bu ağdı kendimin tamamlamış olduğumdan çok mutlu oldum. Son Kıt’a yı ise başka ağıtların içinde buldum.

Recebüli Avşarlarından Çerkez beyin oğlu Mehmet beyin ailesi, Tokların Karamuklu köyünde ikamet etmektedirler.
Yukarıdaki olaylardan Çerkezleri hiç kimse suçlu bulmamaktadır. Çünkü Padişah ferman etmiş, ne bilsinlerdi Uzun yaylayı.

Bu öyküyü yazarken Alemdar ÜNLÜ’nün “Oğuz Türkmenlerinden Avşarlar” adlı eserinden yararlandım.

Not: Ağdın orijinali; Aziziye, Aziziye diye değil, El yazıya, el yazıya diye başlamaktadır.

El yazıya: Elyazı Taf, Zelfin arasında kalan ve Toklar bucağına doğru uzanan düzlüğün adıdır.

47. BEY

Bey kelimesi, “ Eski hali Beağ” her ne kadar ağa kelimesi ile eşleştirilse de anlam bakımından değilse bile, usulen aynı manada kullanılmaz. Ağanın parası ile sözü geçer. Parası olan herkes ağa olabilir.
Bey öyle değil. Bey asalet demektir. Beyin sözü altındır. Vereceği karar haktır. Beylerin hanları, hamamları, zindanları yoktur. Bey hiç kimseyi haklı veya haksız olsun cezalandırmaz. Ceza için töreler geçerli idi. Beylik şanına leke düşürmez. Beylik para ile veya güçle alınıp satılmaz. Bu gün Avşar beyleri fakir düşmüşlerdir. Genellikle bir fabrikada işçi veya inşaatlarda amelelik yapmış olabilirler. Bu hal onların asaletinden ve beyliğinden bir şey kaybettirmez. Avşarlar kendilerinin Oğuz hanın soyundan geldiklerine inandıkları için, herkes birbirilerine bey diye hitap ederler. Alemdar Ünlü’ nün şu cümlesi gerçeği açıkça beyan ediyor. “Sefalet ortadan kalktıkça asalet yerini bulacak”. Bu gün Avşarların çocuklarının yüzde otuzu Akademisyen oldular ve olmaya da devam edeceklerdir. Sürgünler ve savaşlar yüzünden perişan olup, fakir düşen bu asil millet gelecekte asaletini gösterecek Türk kelimesi anlamını bulacaktır.
Adını bilmediğim bir Azeri şairi şöyle tarif ediyor bey kelimesinin anlamını: “Ben sana derviş demem/ Post giyer abdal olur/ Ben sana reyhan demem/ Yaprak döker dal olur/ Ben sana beğim derim/ Daim beyler bey olur.

48. MECİT PAŞA VE CİNGÖZOĞLU SEYİT OSMAN

Orta direk öyküsünde adı geçen Derviş paşadan sonra yine Avşarlar ve Çerkezler arasında ufak tefek çatışmalar oldu. Bu çatışmaları bahane eden Mecit adlı Çerkezlerin başı olan kişi yanına kırk omuzu eyerli Tatar cinsi at, dört tane de gök mavisi gözlü sarışın çok güzel olan, bakire Çerkez kız alarak, Padişaha, Çerkezlerin hediyesi olarak götürdü. Padişah atları, bilhassa atların üzerinde bulunan eyerleri ve kızları ziyadesi ile beğendi ve kızları haremine cariye olarak aldı. Zaman içinde bu cariyelerin sayısı arttı. Hatta bu cariyelerden birinden de ileride padişah olacak bir oğlan oldu. Devlet adamlarının ve paşaların saraylarında Çerkez kızları doldu taştı. Mecit, Avşarlarla aralarında olan bu küçük çatışmaları padişaha anlattı. Padişah; Bu isyandır derhal bastırılmalı diyerek, Orada Mecit’e hilatlar (l) giydirerek paşa yaptı. Yanına da alay alay asker vererek, seni Maraş paşası yaptım. Fermanımdır orada bulunan Avşarları, Bozok’a Çoruma ve Diyarbakır’a sür diye tecrübeli kumandanlar vererek, Maraş’a gönderdi. Mecit Paşa Maraş’a gelip, makamına yerleştikten sonra. Avşarların üstüne gitti. Pınarbaşı’nın Büyük karamanlı köyüne karargahını kurdu. Her yeri yaktı yıktı yok etti. İşte bu olaylarda uzaktan ve yakından adı karışan herkesi binlerce aileyi tekrar sürgün etti. Çapanoğlunun vali bulunduğu Bozok’a (Yozgat). Bozok valisi, adı bilinmeyen ve bir çerkez olan Çapanoğlu , yıllarca evvel Avşar beyi olan Kozanoğlu Yusuf beyle, Feke’nin Belen köyü yakınlarında savaşmış, büyük zayiat vererek geri çekilmişti. İşte Çapanoğlunun da aradığı bu fırsattı. Padişah ve ordusu arkasında idi. istediği gibi Avşarlardan intikamını alabilirdi. Avşarların şikayet edip haklarını arayacak hiçbir makam yoktu. “On kişilik Avşar heyeti İstanbul’a giderek iki ay sarayın etrafında dolandı durdular, ama Padişahla görüştürmediler.” Çerkez beyi hilat giyip paşa olmuştu, ne denir.
Karamanlı köyünde bir kız vardı ki güzelliği dillere destandı. Adı Safiye idi. Mecit Paşa bu esmer güzeli kızı görüp beğendi. Onu haremine almak istedi. Safiye, Bozok’a sürgün giden Cingözoğlu Seyit Osman’a vurgundu. Seyit Osman da Safiye’ye. Bozok’a sürgün gitmeseydi düğünleri olacaktı. Safiye Mecit paşanın haremine girmeyi reddetti. Her gün, iki gözü iki çeşme ağlayıp dururdu. Mecit Paşa’nın Safiye’yi istediğini duyan Cingözoğlu Seyit Osman Bozok da sürgünde bulunan gençleri etrafında toplayarak onlarla birlikte firar etti. “Avşarların Kayseri bölgesine geri dönmemeleri için Abidin Paşa Çapanoğlunun emri ile Kayseri yakınlarında boğaz köprü denilen yere karargah kurmuştu. Cingöz oğlu Seyit Osman oradan geçerken Abidin Paşa ile karşılaştı ve savaştılar. Bu savaşta Abidin Paşa öldürüldü. Bu olayda Seyit Osman’ı ünlendirdi.” Bir gece gelip ana ve babasının rızalığı ile Safiye’yi kaçırıp, arkadaşları ile birlikte Anti toroslarda dağa çıktı. Mecit Paşa da bu zamanda sürgünü tamamlamış olduğundan Maraş’a geri döndü.” Seyit Osman Mecit Paşa’nın Kayseri’ye gönderdiği ticaret kervanını Aziziye’nin Han köyü deresinde basarak kervancılardan kendisine karşı gelenleri dövdü. Ayaklarında bulunan çarıklarına kadar aldı. Sizi öldürmüyorum. Gidin Mecit paşaya; Safiye'ye vurgun Seyit Osman bizi böyle yaptı deyin dedi. Mecit Paşa’nın kaç kervanı geldi ise hepsini soydu. Mecit Paşa bir daha da Kayseri’ye korkusundan kervan gönderemedi. Cingözoğlu Seit Osman’ın yanında kısa zamanda beş yüzü aşkın genç toplandı. Mecit Paşa Kayseri’ye kervanlarını göndermiyorsa Sivas’a gönderiyor diyerek adamları ile birlikte Maraş altında Saracık beline yerleşti Sivas yolunu kesti. İlk gelen kervanı soyarak, kervancılara gidin söyleyin Mecit Paşanıza onu bu defa tahtından aşağı indirmeye geldim dedi. Mecit Paşa ikinci kervanını Sivas’a Hanut yaylası üzerinden gönderdi. Cingözoğlu Seyit Osman bu kervanı da soydu. Artık dağlar Seyit Osman’dan sorulmakta idi. Her yere kolu uzanıyordu. Mecit Paşa, Padişaha dağlarda Seyit Osman diye biri var. Bir ordu gönder de onu hallet diyecek durumda değildi. En iyisi Seyit Osman’la anlaşmaktı. Seyit Osman’a elçi gönderdi. Gel anlaşalım misafirim ol diye. Maraş’ın dışında bir konak vardı. Seyit Osman elçiye, eğer Mecit Paşa sadece yanındaki adamlarla askerleri getirmemek şartı ile gelir konağın önüne üstünde yürümem için halılar sererse gelirim dedi. Elçi gidip, gelerek Mecit Paşanın bu teklifini kabul ettiğini söyledi. Bir gün sonra öğle üzeri Seyit Osman adamları ile konağa geldi ve halıların üzerinde yürüyerek konağa çıktı. Mecit Paşa onu kapıda karşıladı. Usulen hoş beşten sonra konağın en büyük kabul odasında karşılıklı geçip oturdular. Mecit Paşanın yanındaki yaverlerinden biri. Seyit Osman’a uzun uzun baktıktan sonra: Seyit Osman bu vurup kırmalar soygun yapmalar, Sürgüne gitmeler daha ne kadar sürecek dersin? Padişahın ve Mecit Paşanın zulmü bitinceye kadar. Biz Mecit Paşa ile konuştuk bundan böyle Avşarlara zulüm yapılmayacak, sürgüne gönderilmeyecekler. Seyit Osman: Bizim padişahla ve Mecit Paşa ile hiçbir sorunumuz yok yalnız bize reva görülen bu zulümler son bulmalı. Yaver; sana söz veriyorum bundan sonra haksız yere hiç kimseye zulüm yapılmayacak. Mecit Paşa da senin soyduğun kervanlardan ve öldürttüğün Abidin Paşa dan dolayı sana ceza vermeyecek ve af edecek dedi. Seyit Osman: O zaman bizde yatağımızda rahatça yatarız analarımız da ağıt yakmaz dedi. Yaver; Öyleyse şimdi bunları bırakalım dostça kardeşçe muhabbet edelim. Bilir ve duyarım ki Avşarlar anadan doğma şairmişler.
Seyit Osman: Öyle derler dedi. Edebiyatı çok seven yaver, o zaman bu günün anısına ilk mısraları ben söyleyeceğim geri kalan üç mısrasını da sen söyleyeceksin. Seyit Osman buyurun söyleyin dedi.

Yaver : İki turna gelmiş, garip ötüyor
Seyit: Kırcı (2)tutmuş, aşılmıyor belleri
Eski derdime de, ne dert katarsın
Seher vakti, göç eylemiş elleri


Y: Hup (3) sallanma, hup avazın duyarlar
S: Çan çalar da, seda verir kayalar
Dan (4) yüzüne, buzullaşır (5) mayalar
Gördüm aşar gider. Ağ’a (6) yolları

Y: Kuru ova, azğıt (7) senden göçünce
S: Gün burnu, geben suyunu geçince
Meyremşile (8) hup, cemalin açınca
Badisar (9) dağıtır zülfün telleri

Y: Keklik oluğundan sakal tutana
S: Yürek mi dayanır, garip ötene
Yalağın çölüne, konun vatana
Coşkun akan, şu Sarız’ın selleri

Y: Sarı çiçek, servan (l0) kurmuş oturur
S: Tor şahinim, sana benlik getirir
Gadir Mevlam, muradına yetirir
Çığırdıkça seda verir dilleri

Der Seyidim de yüksek uç da havalan
Kabak tepe, Kömarmut’da (11) Savalan (12)
Uğrumuz da Halloğlu (13) var turnalar
Benim için sual edin halleri

Aferin gerçekten Avşarlar şair imiş. Çok beğendim dedi. Bir satır daha söyleyeceğim. Bu sefer kafiyesiz devam edeceksin. Aman beyim ben bunu yapamam. Neden? Çünkü ben Safiyemden geçerim de kafiyemden geçmem dedi. “ Safiyemden geçerim kafiyemden geçmem sözü Dadaloğlu’na ait olabilir” Safiye adını duyan Mecit Paşa Seyit Osman’a olumsuz bakarak hafiften iç çekti. Şiirini çok beğendiler. Yemek yedikten sonrada ayrıldılar. Seyit Osman yanında bulunan adamlarını dağıttı, kendisi de aile adı ile anılan Pınarbaşı’nın Cingöz köyünde Sayfiyesi ile uzun yıllar mutlu bir hayat sürdüler. “Bu aile babadan oğula aynı isimi alırlar şairdirler ve Avşarlar da daima öncü olmuşlardır. Dadaloğlu kadarda güçlü şiir söylemişlerdir.”
1886 Yılında sürgünlere son verdiler. Politika değiştirip, on beş yaşındaki çocukları atmış yaşında dedeleri Redif toplama asker adı ile gidip de gelinmeyen Yemen ve Sarıkamış’a gönderdiler. Daha kolay yoldan Avşar bilgelerini de yok ettiler. Güya bunlar savaş kazanacaklardı. Nerde? Arabistan’ın kumu, Sarıkamış’ın karı onları yuttu. Sonuç Cumhuriyet.




1- Hilat: Paşalık nişanı kürk. 2- Kırcı: Dolunun bir yağış biçimi. 3- Hup: Güzel görünen. 4- Dan: Tan. 5- Buzullaşır: Yayla zamanı, develer yaylaya göçme özlemlerini bağırtıları ile çığırışark belli ederler bu çığırtılara zamanla bozlak denildi. Şimdiki bozlak havasını develer bestelemiş oldular. Buzullaşmak, burada Hasret anlamında 6- Ağ’a: Beyaz. 7- Azgıt: bir ırmak adı. 8- Meyremçile: Andırınla Maraş arasında yayla adı. 9* Badisar: Rüzgar. 10- Servan: Gölge gölgede. 11- Kömarmut: Pınarbaşı’nda köy. 12- Savalan: Rüzgarmış gibi. 13: Halloğlu: Kalabalık bir Avşar obası.

49. UZUN YAYLA DEDE YURDUM.

Mecit Paşa öyküsünden yola çıkmışken, aynı olayların içinde, küçük bir öykü daha sunmak isterim.
Pınarbaşı’nın Sıradan köyünde, Arap Hasanlı oğullarından Zıya beyin dedesi Hacı bey’in kardeşi Halid bey, Bozok’ta (Yozgat) sürgünde iken, o karışıklıkta, Güya Hacı bey bir Çerkez kızı ile evlenirse barış olacak da Çerkezler de Uzun yaylayı terk edecekler. Bu düşünce ile Paşa, Hanım isminde bir Çerkez kızı ile evlenir. Bu habere çok üzülen sürgündeki Halid beye, (O zaman Dadaloğlu da sürgünde idi.) Dadaloğlu Halid beyin ağzı ile söyleyerek” şu çok ünlü namesini gönderir. Her ne kadar da bu namenin Dadaloğlu’na ait olduğu söyleniyorsa da bölgede Halid beye ait olduğu bilinir.

Yürü bire Pınarbaşı
Acep karın, kalktı mı ola
Boynu uzun, tor şahanım
Çığırından çıktı mı ola

Geri gitmek, benim derdim
İçerimden çıkmaz ordum
Goyak goyak benim yurdum
Lale, sümbül bitti mi ola

Hoş akar kaynarın özü
Tez gelir, muzurun yazı
Koca ırmak, tutmuş buzu
Garbi değip, söktü mü ola

Kabak tepe baba yurdum
Nadir şah dan gelme soyum
Koca nallı, büyük dayım
Avşarlıktan çıktı mı ola

Dün gece bir, rüya gördüm
Eskisinden beter oldum
Uzun yayla dede yurdum
Çerkez kazık, çaktı mı ola

Oturmuş düşman gülüşür
Araya muzur erişir
Halit el için çalışır
Acep Avşar, battı mı ola

50. AĞAÇ GÜRLER DALI İLE

Yeni gelin doğum yaparken hastanede ölür. Nerede söylendiği bilinmiyor. Anası tarafından söylendiği anlaşılıyor.

Yalansa kör oluyum
Doktorlar bile ağlamış
Senin kızın cahil diye
Hademe çiçek bağlamış

Beni kızım böyle oynattı (1)
Ettin virane ocağı
Ceketi yeşil giyerde
Fistanı nardan çiçeği

Dere gelir seli ile
Ağaç gürler dalı ile
Kızıma mihnetçi (1) geldi
Kara hacılar eliyle

1- Beni kızım böyle oynattı: Kızı hasta hanede ölünce, fazla ağlayıp üzülmesindeki hareketleri oyun oynuyormuş gibi olmuş. 2- Mihnetçi: Arabulucu.

51. YOL ÇİÇEĞİ, YOLDA BİTER

Pınarbaşı Alagazili Köyünden Hacı Duran Kozan ceza evinde ölür. Ağıt çok anlamlı ve fevkalade güzel söylenmiş yazmadan geçemedim.


Sabah anan dağa karşı
Dinlen kuşlar nasıl öter
Oh çekme gadanı alayım
Yol çiçeği, yolda biter

Durdu efendi, düğün kurmuş
Sultan gelir davarınan
Şu babanın topal oğlu
Koyun güder kavalınan

Hanım bu gün, ho (1) günleri
Yoruldum gayri, yoruldum
Avcı sal evin (2) de gezmiş
Turnam nerede vuruldun

Ne olaydı, ne olaydı
Ne ola, benim öleydi
El değnekli bel ceketli
Ne ola koyundan geleydi

Bekarınan gelir diye
Duran bekliyor çayları
Kalma orda dığrak (3) Alim
Kaynar sehelin suları

1- Ho: Saldırmak. 2- Salevi: Obaların ortasına kurulan çadır. 3- Dığrak: Düzgün yürüyüp temiz giyinen.

52. ELVAN, ELVAN GÜLMÜ OLA.

1910 yılında Sarız’ın Gülesen mahallesinden, Hacı Bebek, gençliğinde Adana’nın Tatarlı köyünde bir kıza sevdalanır. Adı “Aynı” dır. Çok ister kızla evlenmeyi. Ama kızın babası zengin ağadır. Kızı alamayacağını bildiği halde, ona aşağıda yazılı duygulu şiirlerini yazıp gönderir. Bu arada kendisi de Ozan çoban Musa ile birliktedir. Bu gün Sarız’da çok kalabalık bir sülale Hacı Bebekler lakabı ile anılırlar.
Bu şiirler gerçekten Hacı Bebek’e aittir. Çünkü Karacaoğlan kitabındada buna çok benzer şiirler var. 1985 de Hacı Bebekle bire bir yaşayan 80 yaşında Mustafa Gürbüz’ den aldım. Yöremizde yaşamış bazı şairlere de yer verdim. Her zaman kitap yazılmıyor. Bunlarda unutulup gidiyor.

Gine bir güzel övdüler
Boyu selvi (1) dal mı ola
Üç aylarda açılan
Elvan, elvan (2) gül mü ola

Aşk gelir, söyletir sözü
Arifler şaşırmaz izi
Sürmelemiş ela gözü
Sırma saçları tel mi ola



Yine aynı kıza söylemiş başka bir şiiri.

Adını sordum Ayni ismi
Huri mi, Melek mi cismi
Cennette bulunmaz misli
Cehennem den bezgin, bezgin

Cemalin benzetim aya
Beş bin değer saya, saya
Sallanarak gider suya
Eşi yokta bozgun, bozgun

Musa dan haberini aldım
Hub (3) cemalin aslın sordum
Bu gece rüyamda gördüm
Yüreciğim ezgin, ezgin

1- Selvi: Söğüt cinsi. 2- Elvan: Açmış renkli çiçekler. 3- Hub: Güzellik, manzara


53. SENDEN İYİ AĞLARIM.

Hac’dan gelen dede Alim, köyden bir kız ister. Buna çok kızan kızın teyzesi Fatma, Alim’in evine gider, utan mıyormusun? Ağarmış saçın sakalından da körpecik kızı sana avrat istersin? Dede Alim : Gönül bu der. Fatma şöyle taşlama söyler.

Gutnu zubun yufka astar
Kalk Alim boyunu göster
Ümmüyü kurban ederim
Veli beyin kızını ister

Sen yeni geldin Kabe’den
Haber ver öte dünyadan
Sen gideli ben yemedim
Bahçede biten meyveden

Alim, Fatma kadına senin de söylediğin taşlama mı? Bak dinle taşlama nasıl söylenir, diye cevap verir:

Fatma ben seni bağlarım.
Senden de iyi ağlarım.
O soruyun hayrını gör.
Kıza yağlık bağlarım.

Fatma şu cevabı verdi:

Bir öznecik övemedim.
Bir soğancık soyamadım.
Teyzesi olduğum halde.
Haydi verdim diyemedim.

54. TOPAL AT

Avşar beyinin atının cirit oynarken ayağı kırıldı. Çok iyi cins bir at idi. Aynı attan çok aradı ama bulamadı. Ayağı kırık atı uzak bir köyden düğüne gelen, fakir birine verdi. Al bu at senin olsun. Ayağı kırık diye beğenmezsen, kesip itlere yedireceğim dedi. Fakir adam atı aldı gitti. Aradan bir iki sene geçti. Atın yaraları iyi oldu. Hem de eskisinden de iyi bir küheylan oldu. Fakir sahibi üstünde, düğünlerde cirit oynamaya başladı. Atı görüp tanıyan beyin bir köylüsü gelip, Avşar beyine; beyim senin atını gördüm. İyi olmuş eskisinden de küheylan. Bey buna çok sevindi. Adamlarından birini göndererek atı alıp gelmesini söyledi. Adam gitti atın yeni sahibi fakire. Beyimin selamı var. Atını geri istiyor dedi. Fakir adam: Beyine benden selam söyle... Diyeceklerimi ona, benim için sen söyle dedi.

Aslın asaletin bütün
Asalet para ile alınmaz satın
Bahşettiği topal atın
Tahsildarını mı gönderdin

Bey yaptığı hatadan çok pişman oldu. O pişman ola dursun. Bu sözler de bize kalsın.




55. YÜKSEK KALDIRIN SALLARI

Pınarbaşı’nın, Büyükkaramanlı köyünden Halloğullarının, Molla Musa’nın oğlu Mustafa, Ailesi ile birlikte Tufanbeyli’nin Bozgüney köyünde ikamet ediyordu. Suriye’den kaçak mal getirip satmak için diğer köylerden iki arkadaşı ile yaya olarak, Kilis’den Halep’e huduttan geçtiler. Paralarının yettiği kadar mal alıp, sırtlarına şelek yaparak, tekrar Türkiye tarafına, huduttan geçmeye çalıştılar. İki hudut arasında bir su var. Suyun bir tarafı Türkiye’nin diğer tarafı da Suriye’nin. Üzerlerinde çok ağır yük olan, kaçak malları yürüyerek sudan geçirmeleri imkansız olduğundan kara kolunun yakınında köprüden geçmeleri gerekti. Gecenin geç saatinde arka arkaya dizilerek, köprüden geçmeye başladılar. Köprünün tam üstünde, Mustafa’nın sırtından şelekten bir parça düştü. Mustafa düşen parçayı geri dönüp yerden alıncaya kadar arkadaşları köprüyü geçtiler. Mustafa’yı nöbetçi Jandarma gördü.
Kimsin dur, yoksa vururum?
Mustafa durmadı koşmaya başladı.
Jandarma: Son defa söylüyorum dur?
Mustafa durmadı. Jandarma bir el ateş etti. Mustafa vurularak, sırtında şelekle suya düştü. Hem yaralandı, hem de boğuldu. Mustafa’nın amca oğlu Hacı da iki ay evvel aynı yerde askerlik yaparken kaçakçılar tarafından vurularak öldürülmüştü. Arkadaşları yakalanmadan döndüler ama Mustafa aralarında yoktu.
Mustafa’nın amcası Kilise giderek onun mezarını ziyaret etti.
Mustafa’ nın bacısı tarafından yakılan ağıt şöyledir:

Ağ (1) işlikte kara yelek Sen Hallolunun oğlusun
Gökçek (2) kardeşimin yapısı Sen onlarla olma yoldaş
Halloğlu Mustafa diye Ellerin sözüne uyma
Yanmış obanın hepsi Gadasını aldığım gardaş

Uzdan uzdan (3) biner Ata Emmim hududa varışın
Ağamın yerini tutucu (4) Mezarını gördü mü ola
Kavli (5) böyle bibilerim Osman emmimin Hacısı
Güzün (6) odayı yakıcı (7) Görünce onu bildi mi ola

Hota (8) babam oğlu hota Yüksek kaldırın salları
Aha hanım, bibin bata Ölmüş yalvarı yalvarı
Ağa başlık ta kara yamçı (9) Kan kusasın arkadaşı
Ne güzel yakışır Ata. Giydin kardeşin şalvarı

Aklı eksik babamın kızı Bu bayram hayırlı olsun
Neden elin kuzusunu (l0) Tövbe yok ki bana tadı
Sele gitmiş babam oğlu Arayıp, bulan olursa
Çek anlının yazısını Mustafa gardaşımın adı

Aha anam, onamayasın Gadanı alim, Yeter bibi
Görmedim ki yakının dan Kardeş böğründen yaralı
Bir de kardeşim diktirmiş Açıp bakın, cüzdanını
Jandarma nın takımından Acep bu uşak nereli

Mustafa vuruldu diyin Halı heybe, kara kamçı
Uşak birbirini yokluyor Gadasını alsın bacısı
Yavaş gel babam oğlu Eylemen babam oğlunu
Jandarma köprü bekliyor Emmisi yürek acısı



Gadanı (11) alim, Şefre bibi (12)
Gelinimiz gelir mi ola
Al yaralı kardeşler
Birbirini bulur mu ola

1- Ağ: Beyaz. 2- Gökçek: Kusursuz güzel. 3- Uzdan, uzdan: Yavaş, yavaş. 4- Ağamın yerini tutucu: Babasını aratmayacakmış. 5- Kalvi: Yapacağı iş. 6- Güzün: Sonbahar. 7- Odayı yakıcı: Odayı ısıtacak. 8- Hota: Yiğit, sevinç bağırtı. 9- Yamçı: Zarif dokunmuş aba. 10- Neden elin kuzusunu: Ne yapacaksın elin bebesini. 11- Gada: Gelecek her türlü bela. 12- Bibi: Babanın kız kardeşi.


56. KANA BOYANDI BELİĞİM.

Pınarbaşı’nın Kızılören köyünde Topalilerden Mustafa; ekilmiş sulak tarlada kasıtlı olarak at gezdirdiğinden tarla sahibi tarafından vurularak öldürüldü. Kız kardeşi Hürü kardeşine ağıt yaktı

Küpeli oğlana söylen de Albay talime çıkışın
Kapımız dan savuşmasın Dürt dedi mi ola tabura
Kardeşime sebep olan Bibin ölsün, sürmeliceyim
Kuzusuna kavuşmasın Ben seni koydum sınıra

Gır At da kara yamçılı (1) Sak kas gadanı (3) alıyım
Durmasın kardeşlerim gelsin Düşman gelir pusa, pusa
Eğer beni ağlatırsan Kızlarınız bana dönsün
Gelin kardeşlerin ölsün Hımbıl Bekir, Kara Musa

Almadı babam oğlu
Yalan Dünya da muradı
Ne var aşıp, gelse idi
Dolak kirazdan Sultanı

Şaşkın kardeşim şaşkın.
Sana getiririm aşığı (2)
Alda götür Hacı Ali
Arada kalan beşiği

Güvercinler konar burca
Kardeşi koymuşlar uca
Saba haça emekledim
Kardeşim öldüğün gece



Kardeş düğünden geliyor
Kırat kaldırır yeleyi
Yıkılma gadanı alim
Bacın atıyor helkeyi

Eridi aktı iliğim
Dakikaya bindi soluğum
Sen görmedin gardaşım
Kana boyandı beliğim

1- Yamçı: Zarif dokunmuş aba. 2- Aşığı: Koyun ve ceylan yavrusunun ön diz kemiğinden çıkarılan kemik. 3- Gada: Her türlü bela.

57. MELEDİM KUZUM MELEDİM.

Bu öykülerin bazılarını bana veren, Sarızlı Aynur Erdem. siyasi nedenlerle kocası Hacı Erdem kaçak olunca kendisi de Kayseri’ye göçmek zorunda kaldı. Üçüncü çocuğuna hamile idi. Doğum yapmak üzere Devlet Hastanesine gitti. Çocuk, doğduktan kısa bir zaman sonra öldü. Okur yazar olmayan bu hanımın ezberinde sayısız insanların ağıtları vardı. Kendi yavrusuna da aşağıdaki ağdı yaktı.

Kayseri den kalkan tren
Var mı yavruları gören
Ben burada ölür isem
Evim de olmaz mı viran

Meledim kuzum meledim
Devre mi dilek diledim
Dokuz ayda götürdüm de
Ne çözdüm de ne beledim

Kayseri’de garip mezar
Yel eser de kumu tozar
Kuzum dünyaya geldi de
Söylediler değdi nazar

Yaz günü kuşluğa karşı
Kuzum karıştı çiçeğe (1)
Yalanmış yalan dünya
Kuzum gelmedi kucağa



Nenni benim, kuzum nenni (2)
Döşünün ortası enli
Doktor dairesine çıktım
Kuzum daha, ala canlı (3)

Ne buldum da ne yitirdim
Kuzumu eve getirdim
Gurbetlikle geçen günüm
Yine aklımı yitirdim

1-Kuzum karıştı çiçeğe: Çocuğu öldüğü andan itibaren cennette çiçeğe karışacağını kast ediyor. 2- Nenni: Ninni. 3- Ala canlı: Ölmek üzere.


58. NE HOŞ YAKIŞIR DONLARI.

Pınarbaşı’nın Pulpınar köyünde söylenen bir ağıt. Öyküsünü bilmiyorum, Her ağıtın öyküsü içinde oluyor. Ağıtın içinde geçen “ İt yolu”, Anti Toroslarda Sarecek yaylasına giden yolun adıdır. Bir çok ağıtta adı geçen Ambar ve Ember ağa birbirine karışmaktadır. Ambar ağa 1860 yıllarında Pul pınar köyünden, Çukurovada, Ember ağa ise 1955 de Kızı ören köyünde ölmüş. Ayrı ayrı köylerden olmakla birlikte aynı zamanda ikisi de Halloğulları ailesindendirler.
Hatırlı kişilerdi. Bundan sonraki üçüncü öyküde gerçek Ambar ağayı bulacağız.
Öyle ağıtlar var ki içinde geçen bir mısrası için hepsini yazmaya değiyor doğrusu.

İt yolunu çıkıncağız
Ben aklımı yarı böldüm
Boz Ali’nin ağa gelini
Mahsus ağlamaya geldim

Ürüstem kahve pişirir
Mustafa’m öşür (1) devşirir
Ağam ciride çıkınca
Atmış atlıyı şaşırır

Böyle dedi yandı bağrım
Böyle mi idi benim kavlim (2)
Dünyada gam mı çekerim
Dilli olsa idi oğlum

Ağam biner gö (3) kırata
Vurur değnek alır hota (4)
Sadık teyzesinden gelir
Kır tay burnunu yite, yite

Ağam biner haşeri (5) kıra
Yeni bildim dünya fena
Sadığım (6) size varınca
Ayşe sen kekilini tara

Bu ağıtı yakan kadını Ambar ağa merak eder. Onu tanımak için evine gider ve sorar, sen kimsin, kimin kızısın diye. Kadın da kendini tanıtır.

Aşık getirin bozuyum
Kalem getirin yazıyım
Bilmiyon mu Ambar ağa
Bayram oğlunun kızıyım

İşlik(7) dikerdim kırmalı
Şu kardeşe kim uymalı
Ağamın yemeği çıkar
Dokuz lenger (8) kıymalı

Bu gün Cuma günleri
Edem artırdın ünleri
Mavi seko (9), çuha şalvar
Ne hoş yakışır donları (10)

1- Öşür: Bir tür vergi idi. 2_ Kavlim: Yapmak isteyip yapamadığı. 3- Gö: Açık gök mavisi. 4- Hota: Yiğit, sevinç bağırtı. 5- Haşeri: Huysuz. 6- Sadığım: Sadık, İsim. 7- İşlik: Yakasız gömlek. 8- Lenger: Yayvan geniş tabak. 9- Seko: Pardüso. 10- Don: Belden aşağı giyilen giysilere ve altlı üstlü giyeceklere de don denirdi. “Don adamı dokuz gösterir”


59. ÇADIR KURMUŞ ÇAYBAĞINA.

Alagazili köyünde, Tomar oğullarından Molla Durdu efendinin ağdı.
Durdu efendi mideden ameliyat olmak için Ankara’ya gitti ve ameliyattan çıktıktan sonra da öldü. Sevilen sayılan biri idi. Arkadaşı, Paşalı köyünden Eyitmen Hüseyin Kavraal ağıt yakarak onu ölümsüzleştirdi. Yıl 1945

Osman küçük, Kemal küçük
Gazisi yeni yürüyor
Ar değil mi Molla Durdu
Beağın (1) kızı mal görüyor



Beağ kızına söyleyin de
Gayri Durdu ya yanmasın
Müdür Kaymakam gelişin
Yaslı konağa inmesin

Makasları yağlamışlar
Elini kolunu bağlamışlar
Durdu efendi öldü diye
Kaza kaza söylemişler

Atının başlığı gümüş
Heybesinde dolu yemiş
Paşalıdan geçer iken (2)
Hakkım helal olsun demiş

Kara cüppe bol paçası
Parlar kır atın keçesi
İki kere geri döndü
Yok ki evinden geçesi

Çadır kurmuş çay bağına
Bal kattırır kaymağına
Durdu efendi baş değil mi
Karaşıllı (3) oymağına

Atın içerde mi besli (4)
Gelin ağlar yaslı
Yanlış söylemiyorum
Tomar oğlu bunun aslı

Evinden binmiş ata
Paşalıdan gitmiş öte
Zıya bey trene koymuş
Askerleri ite, ite

Ben şöyleyim türküsünü
Dudu bağlar terkisini
Ankara ya giden hasta
Çekiyordum korkusunu

1- Beağın: Beyin. 2- Paşalı: Pınarbaşı’nın köyü. 3- Karaşıllı: Avşarlar da kalabalık bir oba. 4- Besli: Besili.


60. SAMUR KÜRKTEN SIRMA DONLU.

Pınarbaşı’nın Hasırcı köyünden Meşhur Dadaloğlu’nun da bahsettiği Halloğlunun oğlu Mehmet beyin ağdı. Mehmet bey, şan ve şöhretle yaşadı ve vadesi ile öldü. Ona laik olduğu ağdı yaktılar. 1955 yılında 82 yaşında olan Hörküçük köyünden Hatın Kızılkaya, bana; Oğlum evladım, sen akıllı bir çocuğa benziyorsun, bak ben yaşıyorum. Şu bildiklerimi sana söyleyeyim de bir kenara yaz belki bir gün lazım olur dedi. Ben o zaman 15 yaşında dünyayı toz pembe gören biri idim. Tabi güldüm geçtim. Ama onun torunu Hanife Kızılkaya bunları yazmış ve bana verdi. Belki de Hatın ananın o zaman bana söylediklerinden dolayı hiç unutmamış olmalıyım ki emekli olduktan sonra bunları yazmaya karar verdim.

Öykülerde ve ağıtlarda adı geçen vezir ve paşa kelimeleri sadece isimdir.

İzin verin biz ağlayak Atmış ayak, kara çadır
Elini öpek söyleyek O da yaylaya kurulur
Beri gel, Hürü beri gel Hallolunun oğlu idi
Emmisiz heyle eyleyek (1) Alem başına dirilir

Paşaya pervasız varır Nenni vezir dayım nenni
Vali divanına durur Samur kürk de sırma donu
Sadıatlan nişan gelir Huzurunda söz kesilir
Vezir sen mi sin, sen misin Evinde kurtulur kanlı. (8)

Atın iyisine biner Nenni vezir dayım nenni
Yurdun koyuğuna (2) konar Samur kürk de sırma donu
Sehele sürağı (3) iner Huzurunda söz kesilir
Halloğlu sen değil misin Evinde kurtulur kanlı. (8)

Çam boyundan, (4) yüzün kuyu Bilirim Ember ağayı
İn kaynağa, altından iç suyu İngiliz kumaşı giyer
Çadırda meclisi gürler Dedelerin kurban Cennet
Halloğlu geliyor deyi Kamçıynan adam döver

Evi burculu kokulu
Hazreti Ali yapılı
Kızlarda altın dikili
Halloğlu sen değil misin

Yoz yurduna (5) konacağız
Yine ötsün dibeğimiz
Bunda ne var Anşa (6) bacı
Çığrışırdı bebeğimiz

Yoz yurduna, göç göçerler
Zikkeli sandık açarlar
Buna Halloğlu derler
Sarraftan altın seçer

Derin evi (7) tutturur da
Uşak atıda gezdirir
Şen idi dedeyin evi
Kelle şeker ezdirir

1- Heyle eyleyek: Nasıl edelim. 2- Koyuğuna: Kovuğuna, çukur yere. 3- Süraği: Sürü. 4- Çamboyu: Yörede yer adı. 5- Yozyurdu: Yörede yer adı. 6- Anşa: Ayşe. 7- Derin evi: veya sal evi de denir, obaların ortasına kurulan otağ gibi bir şey. 8- Evinde kurtulur kanlı: Evine sığınan katilde olsa onu koruduğunu kast ediyor.

61. NE AĞLIYON BACIM SULTAN.

Pınarbaşı’nın Pulpınar köyünden asıl adı, Ember olan Ambar ağa, büyükbaş hayvanlarını satın alır, onları toros dağlarında Çukurovada otlatır ve ticaretini yapar. Bütün ailesini de bu hayvanların otladıkları yelerde çadır kurarak beraberinde götürür. 1800 ile 1865 yılları arasında Kadirli’nin Taşköprü köyüne gelerek çadırını kurar. İskan zamanında oradan geçen bir tabur askerin kumandanı Mülazım yüzbaşıya vararak
Mülazım bey, askerlerin haline bakılırsa çok uzaklardan geldikleri belli oluyor. Herhalde aç ve susuzlar, buyurun şöyle çadırın yanına gelinde askerlerin karnını doyuralım der. Mülazım, Ember ağaya yukarıdan aşağı doğru bakarak, küçümser bir eda ile sen kim oluyorsun da bu kadar askerin karnını doyuracaksın?
Ember ağa: benim kim olduğumu yarım saat sonra görürsün Mülazım bey. Eğer ben Ember ağa isem senin askerinin karnını duman tüttürmeden doyururum “Sen emret otursunlar çocuklar” diyerek çadıra girdi. Yerlere sofralar serdirdi ve kısa bir zamanda yufka ekmekle Pestil getirdi ve askerlerin karnını doyurdu. “O zamanlar pestili kimseler bilmezdi” Mülazım da karnını doyurduktan sonra, Ember ağaya senin adın ne dedi? Benim adım Ember ağa. Mülazım yine yukardan aşağı bakarak, Sen Ember ağa değil Ambar ağa imişin dedi. O günden sonra adı Ambar ağa olarak anıldı. Ambar ağa o kadar ünlü ki Kadirli bölgesinde çok geniş bir alanın adı, Ambar ağanın hendeği diye haritalara geçti. (Türkiye’de hendekler açtırarak bataklıkları kurutan ilk kişi)
Ambar ağa bir sürek tosunlarını Maraşlı bir tüccara satar. Zamanı gelince de parasını Tüccardan alamaz. Kendisini de iskana muhalefetten dolayı, diğer Avşarlara olduğu gibi padişah Bozok’a sürgün eder. Aradan yıllar geçer. O Mülazım rütbede yükselerek Maraş Valisi olur. Ambar ağa giderek, Maraşlı tüccarı şikayet eder ve Paşa adamı buldurur Ambar ağaya borcunu ödettirir. Her fani gibi o da ölünce, bacısı Sultan hatun ağıtını yakar. Seferberlik, Sarıkamış, Yemen, Boş beşik, Burası Huştur yolu yokuştur, El yazıya, elyazıya / Duman çöktü çöl yazıya, Gelin Ayşem ve Kızılırmak nettin allı gelini? Ağıtlarını bu Tarihle 1922 yılları arasında yaşayan analar yaktı. Tabii bu bir övünç değil, aksine yüreğimi titreten acı elemdir.
Ambar ağanın Ambar ağa olmadan önce yani 1868 yılından evvel, Dadaloğlu onun için bir yılgınlık şiirinde şöyle der.

Ovalar, ovalar çukur ovalar.
Uçtu şahan, ıssız kaldı yuvalar.
Ember ağam çeker tülü mayalar.
Bozuldu katarı, ili Avşarın.

Terzi oturur bucağında
Manca (1) pişer ocağında
Gezsem gardaşı bulurum
Şu devletin sancağında

Evimiz göçer Ağdamdan (2)
Atımız çekilir handan
Ağamın oğlu Mustafa
Ismarıçı (3) gelir şamdan

Arkamız kadirli bükü (4)
Yığılırdı kumaş yükü
Ne ağlı yon bacı Sultan
Şükür anam oğlu iki

Tosun damgalanır yazın
Ismarıç yazılır güzün
Eniş yokuşun arnacı (5)
Borumuz çalınır bizim

Sabah anan er göçerdik
Dizlik vururduk mayaya
Göç yokuşa tırmanınca
Yankısı vurur kayaya

İnce babam oğlu ince
Anam da kıyardı manca
Çukur ova şenlenirdi
Ambarın göçü gelince

Yediyi kırklara (6) kattım
Allah’a emanet ettim
Doğru söyle bacı Sultan
Altının habesini (7) nettin

Gara erkimiz (8) hamladı
Sektesinden (9) yağ damladı
Avşar otluğa çıktı da (10)
Daha gardaşım gelmedi

1- Manca: Bir tür sebze yemeği. 2- Ağdam: Kadirliye bağlı köy. 3- Ismarıç: Sipariş. 4- Bük: Yokuşta kıvrımlı yolda kıvrımın son görülen ucu. 5- Arnacı: Karşılığı. 6- Yediyi kırklara kattım: Ayrı zamanlarda yaşamış yediler kırklar erenleri. 7- Habesini: Heybe. 8- Gara erkimiz: Siyah renkli deve. 9- Sektesinden: Denginden. 10- Avşar otluğa çıktı da: Hayvanlarını otlatmak için başka yerlere gitmek

62. MERESE GİTTİ YORGANI

Tomarza'nın Karaman köyünden, Hacı Tatlı'nın ağdı.
Askerde iken fıtık ameliyatından sağ çıkamadı. Cenazesi getirilerek Kayseri’de Gül tepe mezarlığına defnedildi. Ardından da künyesi geldi köyüne. Bibisi Ayşeli hatun yaktı ağıtını.

Kardeşlerim çeşit, çeşit İleri salmış kekilin
Çavuş çavuşun an yaşıt Varanaca (7) saklan diye
Bekar yoldaşını koma Hacı Ahmet kağıt yazmış
Buraya olursa düşüt (1) Edem gili (8) yoklan diye (9)

Unutmuşum kele Zalha
Gışın (2) ki ölen ergeni
Garayı kurban ederim
Merese (3) gitti yorganı.

Kız Şemsi, başını bağla
*Vur üstüne takımını (4)
Tuğcu (5) beden babam oğlu
Neden elin hekimini

Mor Mustafa nın bacısı
Çıktı parlaya parlaya
Hekim neşterini sokunca
Ölmüş terleye terleye.

Adı Hacı derim Tatlı
Şimdi baban gelir atlı
Ya neyleyim teyzeleri
Kız kapısı da kilitli


Gadasını (6) aldığım Şemsi
Bizi dökme ele garşı
Uymasın cadı sözüne
Öğüt verin konu komşu

1- Düşüt: Evin dışında ölünen yer. 2- Gışın: Kışın. 3- Meres: Ölüden kalan mal varlığı. 4- “Vur üstüne takımını” Altından takını tak. 5- Tuğcu: Askerlerin önünde bayrak taşıyan. 6- Gadasını: Belasını. 7- Varanaca: Varıncıya kadar. 8- Edem gili: Ağa beyi veya ağabeyine duyduğu saygıyı bir başkası için de kullanarak ağabeylerime diyor. 9- Yoklan: ziyarete gelin.


63. OT BİÇİMİ, ORAK ZAMANI.

Pazarörenin Sıradan köyünden Zıya beye ait olduğunu sandığım ve beni etkileyen bu ağdı da yazıyorum. Bazı güzel ağıtlar elime geçtiği halde öyküleri hakkında bilgi edinemedim. Bu ağıt, söylenen bir çok ağıda örnek olmuş.

Yoncalığın cılga yolu
Vara, vara kavuşuyor
Seni vuran Jandarmalar
İlvan ınan savışıyor

Yoncalığın boz dumanı
Hükümet bilmez amanı
Ben bir yiğitten ayrıldım
Ot biçimi orak zamanı

Bacısının adı Eşe
Yamçısını sermiş daşa
Kör olası Jandarmalar
Nişan almış altın dişe

Yoncalığın yolu öte
Omar binmiş gö kırata
Şıh Ahmet in deli Dudu
O da duyar çalar hota

Yoncalıkta tel çekili
Gardaş kaymakam vekili
Şöyle döndüm baktım idi
Kana boyanmış kekili



64. İŞTE GELDİM MEZARINA.

Yer, mevki, isimler ve öyküler birbirilerine tamamen benzemekle birlikte ağıtlar Çukurovada başka, Kayseri kırsalında bir başka türlü. Söyleyen ise aynı kişi. Mesela Sayın Yaşar Kemal’in “Ağıtlar” kitabında, İnce Hacı, Halbır, Terkeşliolu, Topuz, ağıtları gibi İnce Hacı ve diğerleri çok kısa bir özetle öyküsü yazılmış. Adı hariç kimlikleri hakkında bilgi yok Sebebi ise ağıtların çoğunluğu Sarız, Pınarbaşı, Tomarza yörelerinde yakılmış olması. Derlemeler sadece Çukurova’da yapılmış. Durumun böyle olduğunu da kıymetli yazar Yaşar Kemal kitabında bahsetmektedir. Dilden dile değişikliklere uğramış. Bir kişiye defalarca ağıt yakılmış. Onun için benim yazdıklarım Yaşar Kemal’in Ağıtlar kitabındakilere az benzerlikler gösterir. Çünkü ben kaynağından derledim. Yaşar Kemal diyor ki bu kitapta eksiklikler çok, ben vakit ayıramadım. İnşallah biri çıkar derlemeleri tamamlarda bu kitap da böylece tamamlanır demekte. Bence bu mümkün değil, çünkü arkasından koştukça deryalara giriyor insan. Bu bakımdan bu kitaplar hiç bir zaman tamamlanamaz. Daha sonra Kayseri’de Emir Kalkan 264 ağıt derleyip “Avşar ağıtları” adı ile 1998 yılında yayınladı. Aynı yıllarda ben de bu yazdıklarımı derledim. Sanki benim görüştüğüm kişilerle o, onun görüştüğü kişilerle de ben görüşmemişim gibi ondaki bende, bendeki de onda yok. Bu yazdıklarım çok ünlü olanlarıdır.

Şimdi gelelim İnce Hacının öyküsüne :

Bir çok ağıtta adı geçen Sarızlı Hacı Bebek: Celepçilik yapar. Mevsimine göre büyük baş hayvanları alır, besledikten sonra da Çukurovaya götürerek Kadirli’nin Tatarlı köyünde dededen süre gelen aile dostu olan Cellolu Halil ağaya satar. O da alır bir başkalarına satar bu döngü yıllardan beri süre gider. Çukurovaya aynı maksatla giderken yetim kalan akrabası İnce Hacıyı da beraberinde götürür.
İnce Hacı on dokuz yaşında delikanlıdır. Cellioğlu Halil ağanın evine geldiklerinde Hacı Bebek konakta yattığı halde İnce Hacı samanlıkta, samanların üstünde yatar. İnce Hacı o zaman sıradan bir ırgat sanıldığından Halil ağanın gelinlik çağına gelmiş güzel kızı Zöhrenin dikkatini çekmez. İnce Hacı beraberinde getirdiği sırmalı elbisesini ibrişimden dokunmuş işliğinin üstüne giyerek kolunda kordonlu saati ile Zöhre çeşmeden su getirmek için gittiğinde, İnce Hacı da arkasından gider. O helkelerine su doldururken kolundaki saati bilerek çeşmenin su dolu haftına düşürür. Bu Zöhrenin dikkatini çeker ve İnce Hacıyı yakından görür.
Sen Bebek emmi ile gelen ırgat değil misin?
Ben ırgat değilim. Bebek emmi gibi bir beyin oğluyum ve de bebek emmiye akrabayız.
Öyle mi? “bilmiyordum diyerek titredi”.
Saatini alsana suyun içinden, yoksa bozulur.
İnce Hacı saatini sudan çıkartırken Zöhre de dolu helkeleri alarak konağa doğru yürüdü.
Hacı Bebek birkaç gün sonra İnce Hacıyı da alarak Sarız’a döndü.
İnce Hacı sevmişti bir kere artık Zöhresiz edemezdi. Anasının elini öperek Tatarlı köyüne geri dönüp, Cellolu Halil ağanın kapısına tutma olarak girip çalışmaya başladı. Maksadı para kazanmak değil Zöhre’ye yakın olmaktı. Bu yakın olmanın sonuncunda Zöhre ile anlaşarak kaçmaya karar verdiler. Çünkü Halil ağa çok zengin biri idi, Allah’ın emri ile istese de tövbe vermezdi. Bunu bildikleri için Sarız’dan getirdiği cins atının terkisine Zöhre yi alarak Toros dağlarına doğru kaybolup gittiler. Bir gün sonra bir pınarın başına gelerek attan inip, yemek yiyerek su içtiler çimenlerin üstüne oturarak konuşmaya başladılar.
Biliyor musun Zöhre, ben Allah’dan ne dilek diledim?
Hayır bilmiyorum, söylesene ne dilek dilediğini?
Ben diledim ki bir gün Zöhre ile birlikte olursam, onun dizlerinin üstüne başımı koyup uyuyacağım, ondan sonra al canımı Allah’hım diye dilek diledim.
O ne biçim dilek öyle dizlerim kurban olsun sana gel yat dizlerime de uyu, muradın bu ise!
İnce Hacı başını Zöhrenin dizine koyarak kısa bir zamanda uyudu. Aradan saatler geçti. Zöhre korkmaya başladı. Ya babamın adamları iz takip ederek gelirlerse diye. Sabır etti İnce Hacı kendiliğinden uyanıncaya kadar bekledi.

Gece çok geçmeden Zöhrenin kaçtığı anlaşıldı. Halil ağa adamlarını çağırtarak başına toplayıp; Ağalar! bu gün Cellolu Bekir ağa gibi bir adamın yani, benim kızım kaçırıldı. Her kim ki benim kızımı bulur getirir ona nikahlayacağım dedi. Hiç vakit kaybetmeden bulun getirin kızımı. Otuz atlı yola çıktılar. Bir gün sonra iz sürerek Hacı ve Zöhre’nin bulunduğu pınara vardılar. Zöhre babasının atlılarını görünce dizinde uyuyan Hacı ya:
Kalk Hacı uyan babamın adamları geliyor, beni elinden alırlar. Kalk uyan Hacı diye tekrar, tekrar hacıyı salladı. Ama Hacı uyanmadı. Çünkü Allah’dan dilediği dilek yerine gelmişti. İnce Hacı sevgilisi Zöhre’nin dizinde saatler önce ölmüştü.
Atlılar gelip, attan aşağı inmeden kalk Hacı dediler. Hacıdan ses çıkmayınca silahlarını çekerek Hacı’yı Zöhrenin dizleri üstünde yatarken defalarca vurdular. Bu arada Hacı’da ne bir kıpırdama oldu ne de bir damla kanı çıkmadı. Zöhre de sağ ayağının topuğundan vuruldu. Hacının ölüsünü orada bırakarak Zöhre’yi alıp götürdüler. Olay Sarız’da çabuk duyuldu. İnce Hacı’yı götürüp defnettikten on beş gün sonra, Hacı Bebek kırk atlı ile giderek bir gece Cellolunun konağını bastı. Zöhre’yi ve satıp da parasını almadığı malları da sürüp tekrar Sarız’a götürdü. Zöhre’yi İnce Hacı nın küçük kardeşi Uruşan’a nikahladı. Her ne kadarda İnce Hacı vadesi ile öldü ise de Zöhre’nin gelin olduğu aile, Zöhre’nin ölüme sebep olduğunu sık, sık yüzüne vurdular. Bu töhmete katlanamayan Zöhre, İnce Hacı’nın mezarına giderek, bu haksızlığa karşı Kendisini söyle ifade etti.

Bilmiyorum elinizi
Katmıyorum ölünüzü
Kusuruma kalman ağlar
Parçalattım delinizi

İşte geldim mezarına
Ağlıyorum üzerine
Hacı Bebek düğün kurmuş
Adananın pazarına

Şu işliği görüyorum
Bedenine dar geliyor
Benim için öldürdüler
Namusuma ar geliyor

Tatarlıda koca söğüt
Dal, dal oldu bitimi ola
Avını alan İnce Hacı
Mırazına (1) yetti mi ola

Gıyak İnce Hacım Gıyak (2)
Ağa dudak sümbül bıyık
Bunu alınca doydu mu ola
Tatarlı da koca höyük

Düşman gelir katar, katar
Hacı kolunu bir hoş atar
Altı patin topu dönse
Hacım Bir orduya yeter

Bakın cihana, cihana
Atı benzer şu şahana (3)
Vade yetti kan çevirdi
Düşmana bulman bahana

Belinde de sarı kemer
Sarar doluya, doluya
Öldürdüler İnce Hacı
Kana beliye, beliye

Eğil de al kurban oluyum
Saat düştü kordu yunan
Bunu hükümet duyarsa
Hemen gelir ordu yunan

1- Mırazına: Muradına. 2- Gıyak: Narin, temiz giyen ve düzgün yürüyen. 3- Şahana: Şahine.



65. KINALI PARMAK SIKMADI.

Sarız’da Hacı bebeklerden Yunus, Durdu ve diğer kardeşlerinin ağdı. Babo’nun ağdı olarak bilinir. Bu aileye öyle bir illet musallat oldu ki Hacer’in daha yeni yetişip gelen 15,18,19,20,21 yaşlarındaki üçü oğlan ikisi kız ince hastalığa yakalandılar. 6 yıl içinde telef olup gittiler. Arkalarından da Anaları Hacer aynı hastalıktan yavrularının yanına gitti. Bu ailenin ocağı söndü. Hacer ölmeden evvel onların anılması için aşağıdaki ağdı yaktı.
Yunusu duvara astım. Yunus İstanbul Yeşilçam Valide bağ hastanesinde vefat edince resmini duvara asmış. Durdu’yu bavula bastım. Durdu da ölünce onun giysilerini bavula koyduğunu kastediyor. Olay 1960-1970 yılları arasında geçmiş.

Yunus’u duvara astım
Durdu’yu bavula bastım
Benim kimsem yok mu
Ben feleğe gayri küstüm

Hönge babam olu hönge(1)
Yenice kavuştuk cönge (2)
Yunus’a gelin getirdim
Elif, Güler binsin yenge

Posta haneye çıktım ki
Postadan aldım haber
Bavulunu kucakladım
Ben de yandım gavur, gavur

Kapıya bayrak dikmedi
İçeri gelin dıkmadı (3)
Bekar öldü oğlum
Kınalı parmak sıkmadı

Benim adım batsın anam
Benim adım Hacer taman (4)
Benim oğullarım ölmüş
İçerisi dolmuş, dert aman

1- Hönge: Höykürmek ortaya çıkmak. 2- Cönge: Çözülme, hanenin dağılması. 3- Dıkmadı: Girmedi. 4- Taman: Biliyorsun ya.





66. YEMEN AĞDI.

Gitme Yemene, Yemene.
Yemen temmuz dayanaman.
Dan borusu er vururlar.
Gardaş cahal (1) uyanaman.

Gitme Yemene, yemene.
Garışın toza dumana.
Mektubunu sal gardaşım.
Beni getirme gümana.

Ekin kalktı kaldı firez.
Cahallar almadı Mıraz.
Şimdi biraz uşak gitti.
Yüzü gülğülü dudak kiraz.

Yazılı kilim yazılı.
Irafda fincan düzülü.
Şimdi biraz uşak gitti.
Hepisi körpe kuzulu.

Fesini aldım elime.
Poçsunu çaldım belime.
Gadanı alim binbaşı.
Dayanamıyom geline.

1- Cahal: Cahil.

67. CELAL OĞLAN

2003 yılında de sık sık radyo ve televizyonda söylenen Celal oğlan ağdı elimde olduğu halde öyküsü hakkında şimdiye kadar bilgi edinemedim. Ağıttan anladığım kadarıyla düğün başlamadan bir gün önce çeyiz açma gününde Celal’in ölmüş. Ağıtta oldukça karışık, başkalarının ağıtları ile karıştırılmış çok küçük değişiklerle Celale mal edilmiş gibi görünüyor. Bu yazdığım ağıtların hepsi de Celal’in ağdı kadar acı. El vere de sanatçılar bunları yöreye has ezgi ve hüzünle söyleseler.

Ak odayı süpürmedim
Ketenimi ata, ata
Eşim Celal can veriyor
Yüreğini tuta, tuta


Eşim karyola da yatar
Elini dışarı atar
Neden ağlı yon deyince
Elini döşüne tutar

Ağlayıp da güleceğim
Çatlayıp da öleceğim
Yengeler kapıya geldi (1)
Vur davulcu bineceğim

İpek mendil dane, dane
Yudular serdiler güne
Ana Celal’i yudular
Başucunda döne, döne

Evlerinin önü yonca
Yonca kalkmış dam boyunca
Bu yoncayı kim biçecek
Celal oğlan olmayınca

Evlerinin önü arpa
Gır at gelir gırpa, gırpa
Celal oğla Can veriyor
Kollarını çırpa, çırpa

Yoncalıkta gezicim
Kuşağımı çözücüyüm
İzin verin kayınlarım
Gelinliği bozucyum (2)

Babamız Sivas dan geldi
Gonu komşu gelip doldu
Al çeyizim yazılırken
Dediler ki Celal öldü.

1- Yengeler kapıya geldi: Gelin sağdıcı iki bayan olur, onlara yenge denir.
2- Gelinliği bozucuyum. Yeni gelin müsaade edilmedikçe yıllarda geçse aradan, kayın babasının ve kayınlarının yanında konuşmazdı. Gelinliği bozmak, Sesli konuşmak.

68. KINA AĞDI

Her yörenin kendine has kına türküsü var. Bizim de türkümüz değil ağıtımız var. Diyebilirim ki Türkiye’de bulunan bütün Avşarlar kına gecesi ve gelinin gideceği günü bu ağdı söylerler. Söylerlerde yüreği olan herkes ağlar. Bu öyle bir ezgi ki herkes kendini kaptırır ağdın hüznüne. Biri çıkıp, yeter kesin bu ağdı millette hal bırakmadınız diyinceye kadar ağlarlar. Gelin ata binince önce köyünün etrafını sonrada mezarlığı dolaşır. Son olarak da kuyu veya çeşmeden verilen bir yudum suyunu içer gider. 1960 yıllarında Pınarbaşı köyünün birinden bir aile Kayseri’ye yerleşir. Kızları burada tanıştığı biri ile evlenir. Köydeki kız arkadaşı mektupla sorar, kız Kayseri’de asri düğün yaptırmışın salonlarda, bana yazsana nasıl oldu iyi mi bari? Kız cevap verir: Güzel arkadaşım ben burada yapılan düğüne düğün demem, kız anası, kız anası/ Hanı bunun öz anası ağdı söylenmedikten sonra ben, böyle düğüne düğün mü derim diye cevap verir. Öyle ki bu ağıt Avşarların içine işlemiştir. Zaman darlığından salonlarda yapılan düğünlerde söylenmemektedir.
Bu ağdı kimin, ne zaman nerede söylediği bilinmiyor. Bir kıtasında yedi oluktan bahsediyor. “Yedi oluktan daha öte” dediğine göre Pınarbaşı’nın bir köyünden Sarız’a gelin gidiyor. Yedi oluk Sarız’a çok yakın bir köy. Benim fikrime göre: bu ağdı tek kişi söylememiştir. Birkaç kafadar kız yan yana gelip söylemiş olabilirler. Naçizane fikrim bu. Ağıtın ilk söylendiği şeklini bulmak mümkün görünmüyor.

Kız anası kız anası Bindirdiler Arap ata
Hani bunun öz anası Götürdüler yönü öte
İşte geldim gidiyorum Savuşturun eşim kızlar
Buralar size kalası Yedi oluktan daha öte

Kız anası kız babası Bindiğin atlar etlensin
Başında mumlar yanası Gittiğim yollar otlansın
İşte koyup gidiyorum İşte koyup gidiyorsun
Büyük ev ıssız kalası Kız anan nasıl katlansın

Çattılar ocak taşını Öynük bağım dört dolanır
Kurdular düğün aşını Bir incecik su bulanır
İşte koydun gidiyorsun Ana besler el gönenir
Gız ağlatma gardaşını Var git ağlaya ağlaya

Şu güveren ekin mi ola Baba ektiğin bitti mi
Ekin değil burçak imiş Gardaş ekmeğin arttı mı
Gız anadan ayrılması İşte geldim gidiyorum
Yalan değil gerçek imiş El kızı keyfin yetti mi




Don yuduğum yastı daşlar Atladım geçtim eşiği
Gölgelendi kaba ardıçlar Sofrada koydum kaşığı
İşte geldim gidiyorum İşte geldim gidiyorum
Helalleşek yarendeşler Büyük evin yakışığı

Elimi yuduğum arklar Baba kızın çok muydu
Belimi verdiğim tutlar Bir kız sana yük müydü
Onu da göresim gelir Kırılasın Avşar eli
Yalladığım koca itler Bir alanım yok muydu

Elimi yuduğum pınar
Belimi verdiğim duvar
İlaha soykama kala
Dokuduğum cehiz çuval

Bu ağıda ait olduğunu sandığım başka ağıtta geçen bir kıt’a daha var onu da yazıyorum

İlahi dağlar yıkıla
Taşın toprağın döküle
Uzak yere gız verenin
Evi başına yıkıla

Son söylenen kıt’a ise şöyle

Mezerinde dolandığım
Suyun içip gönendiğim
Toprağında belendiğim
Babam köyü kal kala

Öyle analar var ki Gelinini öz kızından daha fazla sever ve onu hoş tutar. Geline verdiği sevgi ve şefkat oğluna verilmiş sayılır. Sonra kocasının ocağını kim tüttürecek, tabii ki gelen gelinden doğacak oğlan. Onun için geline gösterilecek sevgi gelecekteki kuşaklara yansıyacak, o ailede suratı asık kimse olmayacaktır. Gülen yüzlerin ellerinde bereket olur. Gelinin eve ilk geldiği gün çok dikkatli olunması gerekir. İşte bizde gelin gelince onu analarımız şöyle karşılarlar. “Hoş geldin gelinim”.

Giydiğin atlas gelinim
İğneler batmaz gelinim
Yalnız yatmaz gelinim
Sen sefa geldin gelinim


Ben tut ağacı değilim
Eğil eğil eğiliyim
Kaldır yorganın ucunu
Can alıcı da değilim

Tut ağacı da tut verir
Yaprağını da kıt verir
Ergen oğlanda büyük kız
Sevildikçe de tat verir

69. KOÇ DAĞININ MOR SÜMBÜLÜ.

Pınarbaşı’nın Cingöz köyünden aşık Seyit Osman Cingözoğlunun seferberlik de söylediği ağıt. Bu ağıt çok uzun. 52 numaralı öykünün kahramanı Aşık Seyit Osman Cingözoğlu 1914 Yemen harbinden sonra kurtuluş savaşını da gördü. Cumhuriyeti doyasıya yaşadı ve yüz yaşına yakın vefat etti. Bu kıymetli kişi de araştırılmaya, hakkında bir kitap yazmaya değer. Eskiden arkası bitmeyen hikayeler anlatılırken; Bu ne yahu “Cingözoğlunun maceraları” gibi bitmez tükenmez bir hikaye böyle derlerdi.

Kocanın benzi gül gülü.
Musam çamların bülbülü.
Koç dağının mor sümbülü.
Soğanlının karıyın an

Haççanın gözleri sürme.
Akkızın beliği sırma.
Göle konmuş bir çift durna.
Ötüşüyor dili ilen.

Yüzbaşınız Refik düzer.
Askerler tabiye kazar.
İnşallah moskofu bozar.
Türklüğün zoruyunan.

Asker gider sürüyünen.
Mehter öter boruyunan.
Büyük evler hep kitlendi.
Gelin kaldı karıyınan.

Der seyidim gayri aman.
Başımızdan gitmez duman.
Bizim mekanımız Kaman.
Mor sümbüllü koruyunan

70. ARAP ATLAR EŞKİN OLUR

Kime ait olduğunu bilemediğim son derece uyumlu mantıklı bir ağıt. Oğlu öldürülen kültürlü bir hanım tarafından söylendiği belli. Sizin de aynı kanıda olacağınıza inanıyorum. Bu ağdı kendi yengem olan Nergiz Ilık’ dan aldım.

Arap atlar eşkin olur
Al çuhalar pişkin olur.
Böyle yiğidin anası
Ölmez ama pişkin olur

Mezarında taş olaydım
Baş ucunda kuş olaydım
Yalınızca yatamazsan
Ben yanına eş olaydım

Buram buram yağdı karlar
Alnında kaşlar parlar
Yol görünmüş yiğit sana
Mezarlığa giden yollar

Ufacık körpe kuzular
Yaram azgın pek sızılar
Eller baba dedikçe
Bebe babasını arzular

Yiğit kimin yiğidisin
Sağ kolumun tutağısın
Öksüz yavrumun babası
Toprakta nasıl yatarsın

Uç ucuna uladılar
İne kendir salladılar
Kimsesizim yiğidimi
Al kanlara belediler

Bu gün gece ayaz oldu
Yere düşen elmam soldu
Darılmayın komşularım
Büyük yerden ferman geldi



71. EZMEYİLNEN EZMEYİLNEN

Pınarbaşı’nın Solaklar köyünde bir yayla damında, damın üzerlerine kepmesiyle, içeride bulunan gaz yağı tenekesinin devrilerek idare lambasından aldığı alevle yanarak ölen bir kızını, bir damadı ve bir gelinini kaybeden yaralı ananın acı feryatları ağıda dökülerek günümüze kadar geldi. Bu ağıt türkü oldu dilden dile dolaştı, bir çokları gibi. Yalnız bu ağdın nerde söylendiği hakkında çok çeşitli rivayetler var. Sarız’da Emekli öğretmen İsmail Gürbüz bu ağdın, Pınarbaşı’nın Solaklar köyü yaylasında geçtiğini iddia etti. Zaten bana ağıt verenleri ben ilk el olarak kabul ettiğimden dolayı aynen yazdım.

Ezmeyilnen ezmeyilnen
Bulunur mu gezmeyi nen
Kolu boynunda dolalı
Gelin yanar özneynen (1)

Dam kepti hezen (2) kırıldı
Mustafa dayım ulaştı
Ar değil mi gelin Döndüm
Top zülfüne gan bulaştı

Bir nar kestim dane dane
Ciğerim de yandı gine
Döndümü orda yudurdum
Teneşirde döne döne

Guşluklama (3) bir gurt daldı
Her elmayı benden aldı
Ergen oğlum büyük kızım
Haralım, soykaynan (4) doldu

Gelin döndüm yayık (5) yayar (6)
Alnı terleyi terleyi
Bıldır (7) gelin vermedim mi
Izaz (8) parlayı parlayı

1-Özneynen: Damatla. 2- Hezen: Evin tavanına kiriş olarak kullanılan kalın ağaç
3- Guşluklama: Sabahla öğle arası. 4- Soyka: Ölenin o anda üzerinde bulunan giysi. 5- Yannık: Yayık. 6- Yayar: Burada döver çalkalar anlamında kullanılmış. 7- Bıldır: Geçen yıl. 8- Izaz: Altın.




72. AVŞAR AĞITLARI

Sayın Emir Kalkan; o harika “Avşar ağıtları” eserini yayınladı. Ona teşekkürlerimi borç biliyor gelecekte daha kıymetli eserler vermesini diliyorum. Bu eserde her biri diğerinden daha kıymetli olanlardan 4 ağıt, ayrıca diğer ağıtların içinden ibret verici 25 kıta kitabıma aktarıyorum. Maksat ve gayemiz aynı olması bakımından beni hoş karşılayacağına inanıyorum. Şu anda Antalya’da ikamet ettiğimden kendisi ile tanışamadım. “Türk dünyası araştırmaları” eseri de var.


73. HEM AĞLAR HEM GÜLDÜRÜR

Sarız’ın Karayurt köyünden Avşar ağa bir evlat sahibi olmadan öldü.

Şafaktan ataşı yanar
Kahvenin tütünü süner
Soğuk sulu mor sümbüllü
Almalı yurtlara gonar

Avşarın atı yellidir
Yeli de adam öldürür
Buna yalan dünya derler
Hem ağlar hem güldürür.

Maşat da var odası (1)
Bana gelmiyor gadası (2)
Oğlu yok da boz Avşarım
Yalandan, elin edesi (3)

Bekar anam oğlu bekar
Oğlu yok da beni yakar
Sanasın devlet valisi
Yüzbaşıya balta çeker

1-Maşat: Bölgede yayla adı. 2- Gadası: Belası. 3- Edesi: Ağabey, bura da baba.


74. GİDEK EVİMİZDE ÖLDÜR

Sarız’ın Oğlak kaya köyünden, birine sevdalanan kızın, kardeşi tarafından öldürülmesi. İşte size acı, işte size ibret dolu ağıt. Ne yazık ki bu çirkin olaylar hala devam ediyor, örneklerini görüyor yaşıyoruz.

Çobanlar koyun yayar mı Varmam pınarın başına
Çağırsam anam duyar mı Gül yağı salmam gaşıma
Bir anadan bir babadan Canım gatlim helal olsun
Gardaş bacıya gıyar mı Ceza vermen gardaşıma

Kara şalvar ıldır ıldır Hele bakın el oğluna
Gardaş martinini doldur İki elini sokmuş goynuna
El içinde utanıyom Şu dünyada kavuşamadık
Gidek evimizde öldür Ahrette sarıl boynuma.

Ardında şerit örğüsü
Zahar (1) bu bunun görgüsü
Gıyma gardaşım canıma
Güzellik Allah vergisi

Aşağıdan gelen çerçi
Çerçide hep bize doldu
Bilirmiyim beğ gardaş
Bir elma da bana verdi

Siyim siyim dolaştı
Gardaş arkadan ulaştı
Gamayınan bir vuruş da
Mor belik gana bulaşdı.

Gurban oluyum oluyum
Daha şalvarı gıçında
Gızlar pınara birikmiş
Tekeram (2) yok içinde

Gızlar oturmuş yün tarar
Ne güzel gidiyor sesi
Sandıkta sarılı durur
Ayaklı (3) köşeli fesi

1- Zahar: Herhalde. 2- Tekeram: kısa boylu şişman. 3- Ayaklı: Altın takı.

75. SANA DERLER BAYRAK DÜREN

Bölgemizde hangi köyde söylendiği bilinmeyen düğün günü ölen Hüseyin’in ağdı. Kaynananın gelini kötülemesi ve suçlamasına karşılık gelinin deyişleri suçsuzluğunu ifade ediyor. Vadesi ile ölen özne için kaynana geline “Sana derler bayrak düren” diyor. Sanki öznenin ölümüne gelin sebepmiş gibi bayrak indirilerek dürülüyor. Bir acı yara da böyle hissedilerek yaşanıyor.

Kaynana: Sabahanan bir kuş öttü
Ona derler kervan kıran
Gelin senin adın batsın
Sana derler bayrak düren

Sabahanan gün yüzüne
Vurdum dizime dizime
Evim de bohça bozulur
Gelinler bakar yüzüme

Gelin : Evlerinin önü harman
Gaba döşek gaba yorgan
Hüseynimi sağ getirin
Veririm canımı gurban

Evlerinin önü sekili
Mulla Mehmet köy vekili
Meğer size gelin gelmez
Kaldır anlından kekili

Ne yatıyon hecin gibi
Kara bıyık sicim gibi
Baş ucunda ağlıyom
Anan gızı bacın gibi

Bir guş olup uçamadım.
Bir dal bulup gonamadım
Gurtlar guşlar yuva yaptı
Onlar kadar olamadım.
76. SİHİRLİ, SÖZLER

“Kalk gidelim bu yer bize yaramaz/- Bu yurt bize göre değil/- Hiç bir şey Gülüzara benzemez/- Eller göçtü yaylaya/- Bu dağlar bizim dağlar değil/ Bu dağlarda sümbül kokusu yok/- Kekik biten, keklik öten yere gidek/- Gine ardı kış geliyor/- Kırlangıç yapar yuvayı/ Çamur sıvayı sıvayı/- Sanki biz yangından kaçtık/- Gürler ağacın kabası/- Sabah buraya karlar yağar/- Sular akar dibi derin/- Bulunur mu gezmeyinen” gibi sihirli sözlerle sıla özlemini ve düşündürücü sözleri en kısa yoldan ifade etmek, konuşulan konuya göre hemen bir düzenleme söylemek yöremizde adet gibidir. Yukarıdaki sözler, ya bir şiir yada bir ağıttan alınmıştır. Aşağıda yazdığım birbirinden bağımsız olan ağıt kıtalarında bunlara benzer çok sözler bulacağız. Her bir kıta ayrı ayrı ağıtlara ait. Emir Kalkan, Avşar ağıtları Kayseri Büyük şehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü yayınıdır.

Karlı dağlar karsız dağlar Mezarımı derin edin
Herkes ölüsüne ağlar Su serpin serin edin
Mezğitliden sal yürüdü Belki sürmeli eşim gelir
Salına yetişdi beağler Sağ yanımda yerin edin

Silkinip ata binince Ula da düşesin dizim
At altımdan uçtu sandım Ne oğlum var nede gızım
Kanırılıp cirit atınca Kekilini buz tutarak
Gök gürledi düştü sandım Yatıyor mu yalınızım

Yekin gül dudaklım yekin Daş olsa adam çekemez
Efendin gelir darılır On beş günde iki şelek
İki gönül bir olunca Beni serçe vursa yıkar
Çiçek biter yer yarılır Benim inen iğdeş felek

Ne inişin dibindeyim Gadasını aldığım dağlar
Ne yokuşun başındayım Ne olur koyağında yatsam
Bana dulluk yakışır mı Ardahan dediğin yere
Daha yirmi yaşındayım Deşiri deşiri gitsem

Ağlayın kızlar ağlayın Şaşırdım Allahım şaşırdım
Gün kuşluğa döner kene Yolu sarpa düşürdüm
Havada bulut kalmadı Bura benin evim sandım
Babam oğlu yunar kene Cücük gibi çöp deşirdim

Çağ sırlıya vardımdı Hele yapıya yapıya
Ne güzel ötüşür kuşlar Beden yan sığar kapıya
Sizi çeken oğlum öldü Elimi dulda tutarım
Gadasını aldığım daşlar Poyrazdan gelen tipiye

Abam bir izin verse de Hele çiftelerim hele
Ben odaya dıkılıyım Bunlar gider gece yola
Utanmanın yeri geçti Selamlar gardaşın atı
Ayucuna sokuluyum Hemi sağa hemi sola


Yürü git öksüz gılıklım Bahçelerin açmış çiçek
Ölüyüm üstü kilitlim Kalk gardaş yaylaya göçek
Aban, kesip aldımola Eğer yaran azgınsa
Guluncu altmış beliklim Boncuklunun suyunu içek

Köylü beni gınamasın Kalkın arkadaşlar kalkın
Gider mezerde yatarım Kalkın da mezara bakın
Benim derdim bana yeter Osman efendinin ruhuna
Sabah anan er öterim Birer fatihacık okun

Beni köyüme götürün On dördünde gelin geldim
Garip diye söz olmasın On beşinde seni buldum
Gazmayı usulca vurun Evvelden gül benzim vardı
Ercan geldiğimi duymasın Şimdicek sarardım soldum.

Yalağından bir su içtim
Datlı oluktan içik gibi
Üç kapının üçü kitli
Ev yaylaya göçük gibi

Allah'ını seven ağlasın
Anamın yalnızı ölük
Ölümden zor geliyor
Elin kapısında yunuk

Gaderimden utanmadım
İki dene yaktım gazan
Ana buna şükür demez
Bu görgüyü bana yazan

Bunu ne diye kestiniz
Tosun kesilir bayrağa
Ben aslanlar anasıyım
Yaram tutmuyor gaynağa

Ben Mandala gidicim
Beni yemez mi ola gurtlar
Beni yoldaş alınız mı
Hayma da yatan itler Gülüzar: Yurt, vatan anlamındadır.

77. AVŞAR KIZI YASMI TUTAR

Kozan oğulları beyliği: Kavalalı Mehmet Ali Paşa ‘nın gönderdiği Mısır ordusuna karşı 1832 de gösterdikleri direnişten ötürü Padişah tarafından onurlandırılan Kozanoğulları bölgede giderek başına buyruk bir yönetim uyguladılar. Tanzimat’ın ilanından sonra Kaymakamlık makamı verilerek Kozanoğullarını Osmanlılar denetim altına almaya çabaladılar. Bu tutum sonuç vermedi. Kozanoğulları 1851 yılında Kıbrıslı Mehmet Paşa komutasında gönderilen Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğrattı. 15 yıl sonra Derviş ve Cevdet paşalar komutasında Çukurova’ya gönderilen Fırka-i İslahiye ordusu tarafından egemenliklerine son verildi.
Kozanoğulları’nın etrafında bulunan güçlerin çoğunluğu Avşarlardı. Kıbrıslı Mehmet paşayı da yenince kendilerini hanedan gibi görmeye başladılar, Avşarların güçlerini de kıskanarak Çukurovada bulunan Türkmen aşiretlerinden, “Sırkıntı, Menemen, Ceritler, Tecirliler, Bozdoğan ve Reyhanlıları kışkırtarak” bunlarla Avşarlar arasında savaş çıkmasına sebep oldular. Maksatları kendilere rakip olabilecek Avşarları zayıf düşürmekti. Sonuç Sarıçam ve Buruk köyünde karşılaşmada Avşarlar galip geldiler. Dadaloğlu bu savaşın ardından şöyle söyledi. Avşarların uyluğu Tutmuyor ata/ Tecirli de kaçtı gitti Fırata/ Ceritlinin hapuru (1) çıktı Yarsufatta/ Boz kurtlara pay oldu ya ölünüz/ Bu güne kadar Kozanoğulları Avşarların yeğenleri idi ve birlikte hareket ederlerdi. Yukarıdaki savaştan dolayı Avşarlar Kozan oğullarına küstüler. Zamanla bu küskünlük sönerken Kozanoğulları saltanatı son buldu. Son oymak beyleri de Yusuf beydi. Osmanlı Paşaları tarafından önce yaralanıp, daha sonra idam edildi. Bu şerefli ve şanlı aileye Dadaloğlu çok üzüldü ve yarı kırgın aşağıdaki ağdı yaktı.

Kara çadır ismi tutar Kozan dağı çatal matal
Altın tabak pas mı tutar Arasında aslan yatar
Kozanoğlu ölmeyi nen Ünü büyük kozan oğlu
Avşar kızı yas mı tutar Kürk giydirir at bağışlar

Kozan’a eller Kozan’a Çıktım kozanın dağına
Akıl ermez bu düzene Karı dizleyi dizleyi
Öldürmüşler beyimizi Yaralarım göz göz oldu
Yasak mezarın gezene Hekim gözleyi gözleyi

Şu Feke’nin hanımları Kızıl ırmak akmam diyor
Kara bilmez alınları Kenarımı yıkmam diyor
Kör olasın Derviş paşa Ünü büyük Kozanoğlu
Hep dul koydun gelinleri Ben yerimden kalkmam diyor




Kızıl ırmak akar gider Odasında gergef (4) işler
Etrafını yıkar gider Küheylanlar çayır dişler
Ünü büyük Kozanoğlu Buna Kozanoğlu derler
Boyuncuğunu büker gider Kürk giydirir at bağışlar

Kara çadır eğme yinen Tütün gelir kese inen
Önü çapraz düğmeyi nen İçemedim tasa inen
Ne kaçarsın Kozanoğlu Kozanoğlu yaralanmış
Beş yüz atlı gelmeyin en Su istiyor kase inen

Çıktım kozanın dağına Karadır yağlık karası
Remil (2) attım dost bağına Karıştı kozan arası
Aşiretten imdat gelmez Ben bakmaya kıyamazdım
Kaç kurtul gavir dağına Ak göksü süngü yarası.

Kıratım ürktü boşandı
Üzengi yere döşendi
Ne yatarsın Kozanoğlu
Kılıcı düşman kuşandı.

Kozan dağı karlı buzlu
İçi dolu gelin kızlı
Gitme beyim öldürürler
O hainler dünden sözlü

Sürdürür atım sürdürür
Sürgüsü duman püskürür
Yiğitliğin şerefi cenk
Hem ölür hem öldürür

Kozan dağı oturuyor
Beylik toplar atılıyor
Ne durursun Kozanoğlu
Kan gövdeyi götürüyor

Kozanoğlu avdan gelir
Avın elinden alır
Buna Kozanoğlu derler
Yiğit ölür namı kalır

Kara kavak yıkıntısı
Dallarının döküntüsü
Kozanoğlu düğün tutmuş
Nerde bunun okuntusu (3)
1- Hapuru: Dağılıp perişan olmak. 2-Remil: Bazı işaretlerle gaipten haber verme. 3- Okuntu: Düğün davetiyesi. 4- Gergef: Nakış işlemeye yarayan kasnak.
--------------
Kaynak:
Ana britannica cilt 13 sayfa 567
Ağıtlar: Ahmet Z Özdemir; Avşarlar ve Dadaloğlu eserinden sayfa 279-280-281
------------
78. AVŞAR BEYİNİN KIZI, AYNA

Avşarlar’ı Bozok’a (Yozgat) Padişah Abdul Mecit tarafından sürgüne gönderdiğinde Avşar beylerinden; İmirza bey de bu sürgünde idi. İmirza beyin gelinlik bir kızı vardı ki görenler güzelliğinden korkar onun gözlerine bakamaz yakınına dahi yaklaşamazlardı. Bu bir bey kızı idi nasıl yaklaşsınlar. Adı Ayna, ayna gibi pırıl pırıldı yüzü gözü endamı, sanki büyüdüğünde ayna gibi temiz ve güzel olsun diye bilerek koymuşlardı adını. Kim hangi gözle baksa öyle görürlerdi bey kızı Ayna’yı. Bey kızı sıradan birine varacak değildi ya bekleyecekti babasının sürgün çadırında kısmetini.
Bozok bölgesinin hükümranı Çapanoğlu Cebbar beyin oğlu Hurşit bey de delikanlı; Gerekli gereksiz babasının silahlı askerleri ile gelir çadırlarda oturan sürgünleri sayar teklifsiz herkesin çadırına girer çıkar. Maksat bey kızı Ayna’yı görmek. Güzelliğinin methini duymuş görmeden bey kızı Ayna’ya aşık olmuş, olmuş ama kendi gözüyle de görmesi gerek. Sırayla yüzlerce çadırın bir kaçına girip çıktıktan sonra beyin çadırına girdi, birde ne görsün, ay parçası gibi bir güzelle göz göze geldi, Ayna’nın güzelliği karşısında oracıkta dona kaldı. Hemen yakınında ayakta duran Ayna’nın babası İmirza beyi görmedi bile.
İmirza bey hafiften elini Hurşit beyin omzuna koyarak hoş geldin Hurşit bey buyurun oturun dedi.
Ayna’dan gözünü babasına çeviren Hurşit bey bağışlayın beyim yanlışlıkla çadırınıza girdim. Gitmem gerek diyerek çıkıp gitti. Doğruca babası Cebbar beye vararak; Babacığım öldür beni, beni öldür. Sen öldürmezsen ben öleceğim.
Ne oldu oğlum derdin ne senin?
Hiç sorma baba.
Haydi söyle ben de merak ettim. Bir hal mi var ki seni öldüreyim.
Evet var baba.
Söylesene?
Söylüyorum, bu gün sürgünler obalarına gittim, yanlışlıkla Avşar beyi İmirza Bey’in çadırına girmişim.
Ne olmuş girmişsen?
Baba o çadırda bir kız gördüm, beyin kızı işte böyle. Ya o bey kızını bana al ya da beni öldür.
Aman oğlum bundan kolay ne var, şu düşündüğüne bak, yarından tezi yok çağırırım İmirza Bey’i konağa, senin için kızını isterim. Onlar benim tutsağımdır vermezse zorla alırım. Sen hiç tasa etme dedi.
Hurşit Bey avdan gelmiş tazı gibi yorgun gidip yattı. Gözleri tavanda bey kızı Ayna’yı düşünmeye başladı.
Çapanoğlu Cebbar bey, adamları ile haber gönderdi. Avşar Bey’i İmirza Bey’e, yarın konağıma gelsin diye. Avşar Bey’i de geleceğini bildirerek bir gün sonra yanında birkaç adamı ile konağına gelip Çapanoğlu’nun karşısına çıktı. Çapanoğlu Cebbar bey, hoş beşten sonra hemen konuya girelim dedi.
İmirza bey, duydum ki senin Ayna isminde çok güzel bir kızın varmış, onu oğlum Hurşit Bey’e istiyorum ne dersin?
İmirza bey bir müddet düşündükten sonra, Cebbar bey bu isteğiniz çok ani oldu. Önce kızıma anasına ve Avşar kocalarına danışmadan bir şey söyleyemem.
Böyle olumsuz söz beklemeyen Cebbar Bey hiddetlenerek.
İmirza Bey, İmirza Bey ben senden iki defa kız isteyecek adam değilim, tezden düğün gününü bana bildiresin aksi halde neler olacağını iyi düşün diyerek odasından çıktı. İmirza Bey de dönüp çadırına geldi. İmirza Bey’in yüzündeki ifadesinden kötü bir şeyin olduğunu sezinleyen karısı Gül hanım;
Ne oldu Bey, neden böyle benzin soluk?
Çapanoğlu denilen dürzü kızım Ayna’yı oğlu Hurşit’e istiyor.
Peki sen de verdin mi yoksa?
Ben de dedim ki kızıma, anasına, Avşar kocalarına sorayım dedim. O da ben anlamam senden ikinci defa kız isteyecek adam değilim, düğün gününü de tezden bana bildir dedi. Gül Hanım üzgün bir ifade ile:”Görüyor musun beyim? Hangi taşı kaldırsan altından Çapanoğlu çıkıyor” dedi.“ Bu meşhur deyimi ilk defa bu Avşar Beyinin hanımı söyledi.” Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?”
Ne yapabilirim ki çaresiz vereceğiz.
Bu konuşmaları dinleyen Ayna, boşa uğraşmayın, bu dağın tazısı Avşar beyinin kızını alamaz, öldürseniz de ben varmam ona dedi. Bu dağın tazısı lafı çevrede duyuldu, taa Çapanoğlu Hurşit’in kulağına gitti.
Yağmurlu çamurlu bir günde, babasının emriyle Hurşit bey yanına sayısız atlı asker alarak Avşar Bey’i İmirza beyin çadırının önüne gelip atının üstünde, İmirza bey, İmirza bey dışarı çık seninle konuşacaklarım var.
İmirza bey gönülsüz de olsa dışarı çıktı. Buyur Hurşit Bey hoş geldin içeri gir dedi. Hayır girmeyeceğim senden söz almaya geldim düğün için, ya bir gün ver ya da şimdi içeri girer kızını sürer çıkartırım.
İmirza bey biçare; düğününüz 15 Mart da olsun Beyim.
Tamam İmirza Bey 15 Martta seğmenle gelir nişanlımı alırım deyip gittiler. Çadıra giren İmirza Bey’e karısı Gül hanım;
Ne istiyor yine o yağmurlu çamurlu bir günde, babası Çapanoğlunun abdes suyu gibi, suyun içinde atını gezdirerek dedi. “Çapanoğlunun abdes suyu gibi” bu meşhur deyimi de zora karşı gelemeyen İmirza Beyin hanımı ilk söyleyendir.
Yine kızımı istedi.
Sen ne dedin?
15 Mart dedim.
Neden 15 Mart?
Çünkü 14 Martta Çapanoğlunun haberi olmadan biz yükümüzü toplayıp gideceğiz de ondan. Padişah efendimize bizi af etmesi için giden heyet döndü. Padişahın yaveri demiş ki heyete,” şimdi padişahın sizinle uğraşacak vakti yok. Siz ne zaman isterseniz o zaman toplanın gidin Bozoktan yurtlarınıza” demiş. Ama sakın bunu kimselere söyleme zamanı gelince 15 marttan evvel göçer gideriz. Çapanoğlundan habersiz. Şurada 15 Marta üç ay kaldı.
Zamanın önü durdurulamaz ya.15 Mart geldi çattı. Son üç gün içinde öyle kar yağdı ki “Kazma kürek yaktıracak şekilde” Bozok düzüne ve dağlarına, tipi boran göz gözü görmüyor. Yüzlerce çadır, çoluk çocuk kırk metre öteye gidilemez. Çaresiz bir hal oldu. Kar diz boyunu aştı. 15 Mart günü öğleyin Çapanoğlunun gelin alıcıları gelip İmirza Bey’ in çadırının önünde dikildiler. İmirza bey yalandan gün vermiş olsa da kızı Ayna’yı gelin etmek zorunda kaldı. Ayna çaresiz göz yaşları içinde ağlayarak getirilen gelin atına bindi. Gelini alıp götürdüler. Çapanoğlu Cebbar’ın oğlu Hurşit’e Ayna Çapanoğullarının konağına indi. Adet üzere gece bir vakitte odasında kocası olacak Hurşit Beyi bekledi. Hurşit bey arkadaşlarının sırtına vurdukları yumruk sesleri ile içeri girip kapıyı kapadı. Aynanın duvağını açıp takısını taktıktan sonra, geçip sedire oturdu. Hayatında avladığı en kıymetli avı olan Ayna’ya bakarak;
“Hani dağın tazısına varmayacaktın, Ayna hanım? Bak işte karşımdasın, şu anda benim malımsın. Bana Çapanoğlu derler. Ben istersem alırım”. Ayna sessiz Çapanoğlunu dinledikten sonra:
“Ben ne bileyim 15 Martta diz boyu kar yağacağını, Çapanoğlunun köpeğinin dağda ceylan avlayacağını” dedi. Bu ağır sözü kendine yediremeyen Çapanoğlu Hurşit ayağa kalktı, haydi giyin gidiyoruz.
Ayna: Bu zamanda nereye gidiyoruz?
Hurşit: Ben hatamı şu anda anladım. Senin baban Avşar beyi, benim gibi ayni şartlarda olsa idi ben seni zorla alamazdım. Gerçekte ise ben seni seviyorum. Benim karım olacak, sen ömrün boyunca başın yerde olmasını istemem. Seni kız olarak geri babana teslim edeceğim. Baban ve sen gönüllü olarak bu evliliğe evet derseniz. Her şey yeniden başlayacak anlı şanlı düğün yapacağım, aksi halde sen bundan sonra benim kız kardeşim ol diyerek Ayna’yı geri babası evine getirdi. Babası Cebbar bey de yaptığı kabalığı ve hatasını anlayarak İmirza Bey in çadırına giderek Allah’ın Emri peygamberin kavli ile Ayna’yı istedi. İmirza Bey de gönüllü olarak kızı Ayna’yı Hurşit beye verdi. Ayna da kendi isteği ile yeniden gelin atına bindi.
Bu öykü hala Avşarlarda yarım yamalak anlatılır. Bende defalarca dinledim. Bazı Avşarlar hakkında yazılan kitaplarda okudum, çok eksikti 1992 yılında Antalya da tamamlandı. Mesleğim olan dekorasyon işlerini yaparken evini dekora etmek maksadı ile bir müşterinin evine gittim.Sağı solu ölçüp biçtikten sonra fiyatta da anlaşmıştık ki müşterim bana sordu, nereli olduğumu, bende Kayserinin Pınarbaşı kazasından olduğumu söyledim. Adamın yüz ifadesi değişti ve bana;
Bu işi sana vermem arkadaş dedi.
Niye dedim.
Çünkü sen Avşar’sın dedi.
Ben Avşar olmaktan çok gururluyum, bundan sana ne dedim.
Ben yüksek mimar Yusuf Çapanoğluyum da ondan dedi.
Memnun oldum, bizim de Çapanoğulları ile sadece ateşkes anlaşmamız var. Demek ki savaş devam mı ediyor dedim.
Avşarların bize yaptığını kimse yapmadı, keşke o sürgün zamanında bizi öldürse idiniz daha iyi olurdu.
Sürgünde olan bizdik size ne etmişiz ki dedim.
Daha ne edeceksiniz ki “Hangi taşı kaldırsan altından çapanoğlu çıkar/ Çapanoğlunun abdes suyu gibi” sözleri sizin karılarınız söylemedi mi diyerek hikayenin diğer kısımlarını üzüntü içinde anlattı ve işi bana vermedi. İşte böyle oldu bu öykü nün sonu.
Yılmaz Ilık
79. NEDEN AĞLAR?

Bu eserin sonuna kendime ait olan, ağıt denebilecek bir şiirimin son dörtlüğünü koyarak veda ediyorum. Duygulu insan, Allah’ın yarattığı her şeyi olduğu gibi kabul edip, seven insandır. (Hatasız da kul olmaz)

Öldü zülfü siyahım, ondan ağlar
Tülbent üzerine güller serilmiş
Zan ile değil gerçekten görsen
Anla halimden Yılmaz neden ağlar.

Bu eseri yazmaya başladığım tarih, 1976 Bitiş 22 Ekim 2003.

Tabii ki bu uzun zaman içinde devamlı bununla uğraşılmamıştır. İki yıldan fazla zamanımı aldı diyebilirim.

Yılmaz ILIk
ADRES:
Doğu Yaka Hah. 1191 Sok NO: 10- ANTALYA


KAYNAK KİŞİLER VE AĞITLAR NUMARASI

1- Yılmaz Ilık : 1-2-3-4-5-6-7-32-33-51-76-80-82-83
3- Hanife Kızılkaya : 8-31-34-39-54-59-60-63-64
5- Emir Kalkan : 11-30-40-77
6- Aynur Erdem : 13-15-22-23-61
7- Mehmet Metin : 16-18-19
8- Durdu Çetin : 17
9- Ahmet Ilık : 20
10- Gazi Doru : 25-30-67
11- Halil Kavraal : 26
12- Musa Kolusa Ilık : 28-58-78-79
13- Yasemin Mutlu : 29
14- Hasan Gürbüz : 8-36-45-46-49-68-69
15- Mustafa Gürbüz : 41-42-56-70
16- Fakı Kaya : 43-44
17- Alemdar Ünlü : 50
18- Kadir Gürbüz : 57
19- Emine Bozkurt : 66
20- Ayşe Tuluk : 72
21- Nergis Ilık : 74
22- İsmail Gürbüz : 75
23- Ali Önder : 21
24- Ahmet Z Özdemir : 81

KAYNAK KİŞİLERİN TANITIMI

1- Mustafa Ilık: Almanya’da işci.
2- Yılmaz Ilık: Dekoratör Pınarbaşı’nın Kadılı Köyünden. Bağ-kur emeklisi, Antalya’da ikamet eder. Bu eserin yazarı.
3- Cumalı Koca: Pınarbaşı’nın Kızılören Köyünden. Esnaf bu eseri yazmama teşvik eden kişi, vefat etti. Kültürlü biri idi.
4- Hanife Kızılkaya: Pınarbaşı’nın Kurtlar (Hörküçük) köyünden 1979 da Üniversitede idi
5- Ali Tutar: Alagazili Köyünden işçi. Avşar ağıtları söyler her gittiği yerde.
6- Emir Kalkan: Gazeteci yazar. Türk Dünyası araştırmaları ve Avşar Ağıtları eserlerinin yazarı.
7- Aynur Erdem: Sarız’lı ev hanımı, vefat etti.
8- Mehmet Metin: Pınarbaşı’nın Kılıçkışla köyünden işçi.
9- Durdu Çetin: Alagazili Köyünden, 1979 yılında 99 yaşında iken vefat etti.
10- Ahmet Ilık: Pınarbaşı’nın Kadılı köyünden, işçi emeklisi.
11- Gazi Doru: Pınarbaşı’nın Han Köyünden, Kayseri’de esnaf. Anlattığı fıkraları ile ünlü.
12- Halil Kavraal: Emekli öğretmen, vefat etti.
13- Musa Kolusa Ilık: Babamdı. Pınarbaşı’nın Kadılı köyünden, işçi emeklisi, vefat etti.
14- Yasemin Mutlu: Pınarbaşı’nın Kadılı köyünden, işçi emeklisi.
15- Hasan Gürbüz: Sarız’lı, esnaf, Vefat etti. Hasan Gürbüz’ün son otuz yıldan beri Avşarlar hakkında yazılmış eserlerin hepsinde imzası var. Birine verdiği eseri ikinci kişiye vermezdi. Çok kıymetli bir insandı.
16- Mustafa Gürbüz: Sarız’lı Yapmadığı iş kalmadı. Uzun yaşayıp, vefat etti. Sevimli bir insandı.
17- Fakı Kaya: Pazarörenli: 1979 da 79 yaşında iken vefat etti. Avşarlar hakkın da çok bilgisi vardı. Benimle konuştuğu zaman hasta idi.
18- Alemdar Ünlü: Tomarza’nın Toklar nahiyesinden, inşaat Mühendisi. “Oğuz Türkmenlerinden Avşarlar” eserinin yazarı. Karamuklu Beylerinden.
19- Kadir Gürbüz: Sarız’lı esnaf.
20- Emine Bozkurt: Pınarbaşı’nın Kaman köyünden. Özürlü idi 79 yaşında 1979 yılında bu ağıtı yazdırdı.
21- Ayşe Tuluk: Pınarbaşı’nın Akpınar köyünden, ev hanımı.
22- Nergiz Ilık: Pınarbaşı’nın Kadılı Köyünden ev hanımı.
23- İsmail Gürbüz: Sarız’lı Emekli öğretmen.
24- Ali Önder: 21 numaralı şiirleri veren. Tomarza’nın Karakilise Köyünden Sarı Ali lakaplı kendisi de şair.
25- Ahmet Z Özdemir. Avşarlar ve Dadaloğlu adlı eserin yazarı. Emekli öğretmen Sarız’ın Karayurt köyünden.
25- Mahmut Işık (Avşaroğlu) Emekli öğretmen Sarız’lı 1963 Avşarlar Adlı eserin yazarı.


Asla yaşadığı acıları ve hayatın anlamını unutmadı.Büyük umutları ve rüyaları vardı.Hayatı hep dolu dolu yaşadı.En büyük hayallerinden birisi de bu kitabı eline almaktı.
Küçücük yüreğinde yaşadığı annesizlik özlemi ile belki de hep gidenlerin arkasından ağladı ve ağlayanlarında yüreğindeki acıyı duydu. Avşar’ın Acıyan Yarası aslında onun taa içinde hep yaşadı. Şimdi bu acıyı çok güzel hikayelerle bizimle paylaşıyor.
Emeğine, yüreğine sağlık.

Kitabın basım aşamasında yardımlarını esirgemeyen herkese teşekkürler.



Diş Hekimi
Zeynep ILIK ÇETİN
(Yazarın Kızı)

Hiç yorum yok: